Anka kuşunun hikayesini bilmeyenimiz yoktur, fakat sadece küllerinden doğuş hikayesi olarak tanımlamak hem Anka’ya haksızlık olacaktır hem de küller arasında bile filizlenenlere.
Bazen hayatın yangınlarından eli bile yanmadan çıkabilmek, aslında ruhun dayanıklılığının ve içimizdeki Anka’nın kanat çırpışının en güçlü halidir. Hepimizin hayatında öyle anlar olur ki sanki varlığımızın içinde kayboluruz. Kayıplarımız, acılarımız, yerle bir olan hayallerimiz. O anlarda içimizden “Bundan sonra nasıl ayağa kalkarım?” diye düşünebiliriz. İşte tam da burada, mitolojideki o görkemli kuş, Anka kanatlarını çırpar. Anka, aslında bize sadece yeniden doğmayı değil, aynı zamanda yanmayı da öğretir. Çünkü doğum sancı çekmeden gerçekleşmez. İşin özü Anka, insan ruhunun dayanıklılığına dair güçlü bir metafor sunar.
Jung’un Arketipleri ve Yeniden Doğuş
Carl Gustav Jung, mitolojideki figürleri kolektif bilinçdışının arketipleri olarak görür. Bu açıdan bakarsak Anka’yı insanın derinlerindeki dönüşüm ihtiyacı olarak görebiliriz. Jung’a göre bireysel dönüşüm çoğu zaman kendinle, en karanlığınla yüzleşmektir. Doğum sancılı ve zordur fakat hepsini göze alır, doğumu gerçekleştiririz.
Peki sizce de yeniden doğma isteği için değişmesi gereken şeylerin olması gerekmez mi? Yani mevcut bir krize ihtiyacımız yok mudur? Yağmayan yağmurun altında şemsiye açmayı kim düşünür? Jung da tam olarak bundan bahseder: bireyin gelişimi çoğu zaman bir krizle başlar. Eski benlik çöker ve gölgeler yüzleşir. Çünkü yeniden doğuş, gölgeyle yüzleşmeden olmaz. İnsan önce kendi karanlığına bakmayı, reddettiği parçalarla barışmayı öğrenir. Ardından Anka yanar, bireyselleşme başlar, eski kimlikler küle döner ve otantik bir benlik ortaya çıkar, kaybedilen benliğin yerine bir benlik doğar.
Günlük Yaşamımızın İçinde Anka Anları
Hepimiz günlük yaşamımızın içinde küçük ya da büyük Anka anları yaşarız. Biten bir ilişki, kaybedilen bir iş, yok olan hayaller, bedenimizin içine hiç beklenmediği anda gelen isteksiz misafir… Bu olumsuz durumları dizi dizi sıralayabiliriz. İşte böyle anlarda yanıp kül olduğumuzu, küllerimizin içinde kaybolduğumuzu düşünürüz. Lakin yeniden ve yeniden filizleniriz. O dünyanın sonu diye düşündüğümüz hastalık geçer, yeni bir dostlukla söndürdüğümüz ışıklar yanar, umut dolu yeni hayaller kül olanların yerine girer, yepyeni bir iş ileriden göz kırpar.
Fakat biliyorum, bazen olmaz; defalarca kalkar, defalarca düşeriz. Kimi zaman kişiyi, kimi zamanda zamanı yönetemeyiz ve sonuç olarak yaptığımız her iş başarısızlıkla sonuçlanır. O esnalarda belki de yeniden ve yeniden başlamaya ihtiyacımız yoktur. İhtiyacımız olan kanatlarımızın dinlenmesidir. Soluk almak, bazen en büyük başarıdır. Bizler elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışırken, ellerimiz yorulur ve en iyi yapacağımız şeyi bile yapamaz hale geliriz. Bu anlarda ise ihtiyacımız olan şey, kanatları okşamak, dinlemek ve dinlendirmektir.
Tabi biz soluk alırken hayatın yangınları kızgınlaşır, alevler büyür. Tam o esnada Anka’ya kanat açmayı hatırlatırız. Anka kanat açar. Bir çiçek solduğu toprakta tekrar canlanır, kumrular tüm kış uğraştıkları yuvaya kavuşur, gecenin güneşi doğar, hayat sever, insanlar güler.
Hayatımda ki Anka!
O gün göçmen kuşlar gibi tüm evi bir arabaya sığdırırken, evde koca koca duran eşyalar birden küçücük olup bir valize sığmıştı. Yer değiştirmek ruhuma iyi gelecekti çünkü otantikliğimi bulamıyordum. Yol uzun, hayat kısaydı gözümde. Benim yaşım 30 ama ilk kez geldiğim şehir yaşlıydı. Boştayken bile o kadar doluymuşum ki, ne gölgelerimle konuşabilmişim o güne kadar ne de personalarımla yüzleşmişim.
30. yaş günümde bir şeyler oluyordu, kalbimin ötesinde bir şeyler yer değiştiriyor gibiydi hücrelerimde. Tüm personalarımı gözden geçirdim, gölgelerimle yüzleştim. Peki ben kimdim? Duygusal ama kararlı, gözlerimin içi parlarken bir yandan da çıkacağım yoldan korkar adımlarla bir sonraki yaş günüme kadar tüm personalarımı temizleyip askıya astım. Ve Anka kanat çırptı, koca bir evi küçücük bir çantaya sığdırıp tekrar çıktım yola. Fakülteye ilk girdiğim anda son günü hayal ettim, tüm zorlu yokuşları yüklendim, emin adımlarla ileri gittim, dönüş yoktu. Çünkü Anka’m kanatlarını hiç durmadan çırpıyordu. Ben gözlerimi ömrümün son gününe kadar yapmak istediğim personama açtım. Hoş geldin Anka’m, iyi ki o gün oradaydın.
Yazımın başında Anka’yı sadece efsane olarak görmek hem Anka’ya hem de onu her koşulda filizlendirmeyi başaranlara haksızlık olur demiştik. Anlıyoruz ki Anka miti, bireyin kriz, kayıp ya da yıkım deneyimlerinden sonra yeniden inşa olması adına güçlü bir semboldür. Mitoloji düzleminde efsane olarak görünse de modern psikolojide bireyin içsel kaynaklarını harekete geçirerek değişim ve dönüşümü mümkün kılabileceğini simgeler.
Tüm bunlardan yola çıkarak diyebiliriz ki içimizde yaşanan her kriz bizi sürüklerken yok olmaya, Anka sırrını çıkarır ortaya. Anka’nın sırrı ölümsüzlük değildir; ANKA’NIN SIRRI YENİDEN BAŞLAMAYI BİLMESİDİR.
Belki sen de kendi küllerinin içindesindir. Unutma, orada seni bekleyen yeni bir doğuş var!