“Bilinmeyenle karşılaşmadan gerçek dönüşüm gerçekleşmez. Kişi, kendini konfor alanının dışına atmadıkça büyüyemez.”
-Carl Gustav Jung-
Konfor Alanı ve Kişisel Gelişim
Kişisel gelişim kitaplarının belki de ilk cümlesidir: “Konfor alanından çık; yeni hayatın ve yeni bir sen kapıyı çalıyor!”
Peki, gerçekten bir adım atıp o kapıdan çıkmak kadar kolay mıdır konfor alanını terk etmek?
Bir durumu etkili şekilde yönetebilmenin ilk adımı, o durumun gerçek doğasını ve bizi nasıl etkilediğini kavrayabilmektir. Bu yüzden önce konfor alanı ve stresi tanımamız gerekir. Konfor alanı, alışkanlıkların ve rutinin hâkim olduğu, yeniliklere kapalı bir alandır. Stres ise, ilk olarak Selye (1956) tarafından herhangi bir baskıya verilen tepki olarak tanımlanmıştır.
Stresin İki Yüzü
Günümüzde, birçok ruhsal ve fiziksel hastalığın temelinde aşırı stresin yattığı artık kabul edilmektedir. Ancak doğa, dengesini hatırlatmayı ihmal etmez. Stresin tamamen yokluğu ya da çok düşük seviyede olması da bizi konfor alanına hapsederek içsel bir körelmeye sürükleyebilir.
Konfor alanından çıkıp, gerçek hedefimiz olan gelişim bölgesine ulaşabilmek için önce korku ve öğrenme bölgelerinden geçmemiz gerekir. Korku bölgesi, öğrenme alanının bir parçasıdır. Öğrenme bölgesi ise konforumuzun bozulduğu, stresin, belirsizliğin ve değişimin yaşandığı bir geçiş alanıdır.
Bu süreçte karşılaşacağımız kısa süreli rahatsızlıklar, değişime verdiğimiz doğal tepkilerdir. Konfor alanı, bizi geriye çekmeye çalışırken içsel dirençlerin açığa çıktığı zorlayıcı bir dönemdir.
Başarısızlık Şemaları ve İçsel Direnç
Bu aşamada, zihnimizde var olan başarısızlık şemaları devreye girer. Adeta bir dedektif gibi içinde bulunduğumuz durumun olumsuz yönlerini araştırır ve bizi vazgeçmeye ikna etmeye çalışır.
Ancak bu süreci kararlılıkla yönetir, öğrenme sürecinde ortaya çıkan panik duygusuna teslim olmazsak, sonunda uzun vadeli gelişim alanına adım atarız. Peki, stresi nasıl yönetiriz?
Stres Yönetimi: Stresi Yönetiyorum, Öyleyse Varım!
Ruhsal bozuklukların temelinde sıkça yer alan stres, özünde bizi binlerce yıl boyunca hayatta tutan evrimsel bir savunma mekanizmasıdır. Günümüzde ise ona çoğu zaman haksız yere düşmanlık besliyoruz.
Doğru yönetildiğinde, bizi yaratıcı ve cesaretli kılan, tehlikeleri fark etmemizi ve kendimizi korumamızı sağlayan bir yapı haline gelir. Üstelik stres, parmak izi gibidir: Her bireyde farklı izler bırakır. Psikolojide kabul gören “Her bireyin biricikliği” ilkesi burada da karşımıza çıkar.
Genel bir kavramsallaştırma yapsak da, kişilerin strese verdiği tepkiler; kişilik özellikleri, çevresel faktörler ve sosyal durumlara bağlı olarak değişkenlik gösterir.
Kendine Sorular Sormak
Bu nedenle öncelikle kendimize şu soruları sormalıyız:
-
Ben nasıl stres oluyorum?
-
İş hayatımda mı daha çok stres yaşıyorum, özel hayatımda mı?
-
Durumlar mı beni strese sokuyor, yoksa düşüncelerim mi?
-
Benim düşüncelerim mi, yoksa başkalarının düşünceleri mi beni strese itiyor?
Nasıl stres olduğunuz hakkında bir fikriniz oluştuysa, şimdi bir adım daha ileri gidelim:
Stresli anlarda aklımdan geçen ilk düşünce ne oluyor?
-
“Kesin her şey kötüye gidecek. Bu durumu tek başıma halledemem.”
-
“Bu durumla başa çıkabilmek için acilen bir plan yapmalıyım.”
-
“Şu an sadece burayı terk etmek istiyorum. Kaçmanın bir yolunu bulmalıyım.”
Düşünceler ve Davranışlar
Düşüncelerimiz, davranışlarımızı şekillendirir. Aynı zamanda elde ettiğimiz sonuçları da. Şimdi son soruya geçelim:
Stresli anlarda nasıl davranıyorum?
-
“Durumun paniği, çaresizlik hissetmeme neden oluyor. Genellikle mücadele etmeyi bırakıyor ve sadece sonucun ne olacağını bekliyorum. Bu süreçte aşırı kaygı yaşıyorum. Hatta zaman zaman ağlıyor, bağırıyorum. Bu da bende utanca neden oluyor.”
-
“Kendime kısa bir süre tanıdıktan sonra sakinleşmek için stres yaratan durumu yazıyor ve çözüm önerileri sıralıyorum. Planlama yapmak ve çözüm aramak beni rahatlatıyor. Hatta çözümsüz görünen durumlarda bile bir anda önümde bir yol haritası beliriyor gibi hissediyorum.”
-
“Kaçabildiğim ilk anda stres yaratan durumdan uzaklaşırım. Eğlenceli ve beni rahatlatan şeylere yönelirim. Umursamaz ya da erteleyici davranabiliyorum. Bu da birçok fırsatı kaçırmama neden oldu ama stresli olmaktan gerçekten hiç hoşlanmıyorum.”
Stresle Başa Çıkma Yöntemleri
Bir önceki bölümde kendimizi ve strese yönelik tutumumuzu anlamaya başladık. Şimdi ise bu bölümde öğreneceğimiz teknikleri iyice kavrayarak, strese karşı kendi cephanemizi hazırlayabiliriz.
Fiziksel Teknikler
Stresin ruhsal etkilerinden uzun uzun bahsetmiş olsak da, önemli fiziksel etkileri de göz ardı edilmemelidir. Kalp hastalıkları, cilt ve deri rahatsızlıkları, sindirim bozuklukları gibi sağlık sorunlarına yol açabilir.
Stresle fiziksel olarak başa çıkabilmek için, öncelikle hareketli bir yaşam tarzı benimsemeliyiz. Solunum egzersizleriyle sempatik sinir sistemimizi yönetmeyi öğrenmeliyiz.
Sempatik sinir sistemi, tehlike hissettiğimiz anlarda devreye girer; kalp atış hızı yükselir ve nefeslerimiz sıklaşır. Bu fiziksel tepkilerin farkına varmalıyız. Ardından, solunum teknikleriyle parasempatik sinir sistemimizi aktive ederek, bu tepkilerin sakinleşmesini sağlamalıyız. Yani, vücudumuzu “savaş ya da kaç” durumundan çıkarmalıyız.
Zihinsel Teknikler
Zihinsel teknikler arasında, bilişsel davranışçı terapi ekolünde sıkça kullanılan Bilişsel Yeniden Yapılandırma (Cognitive Restructuring) tekniği önemli bir yer tutar. Bu teknik, düşüncelerimizi daha işlevsel ve faydalı hale getirerek, durumlara verdiğimiz tepkilerin değişmesini sağlar.
Bir diğer önemli yöntem ise problem çözme adımlarıdır. Bilişsel olarak yeniden yapılandırdığımız düşünceleri somutlaştırarak, ilgili stres kaynağına yani probleme yönelik çözüm adımları geliştirmeliyiz. Problemi tanımlamak, çözüm önerileri geliştirmek ve sonuçları değerlendirmek, bu alanda kendimizi geliştirmemizi sağlar.
Son olarak, zaman yönetimi becerisine sahip bireyler stresle baş etmede çok daha başarılıdır. Çünkü stres çoğunlukla panik anlarında, yani soğukkanlılığımızı korumakta zorlandığımız durumlarda artar. Planlı ve doğru önceliklendirme yapabilen kişiler, stresli durumları daha kolay yönetebilir ve bu durumlara önceden hazırlıklı olabilirler.
Sonuç: Konfor Alanı mı, Gelişim Alanı mı?
Konfor alanımız güvenli bir liman gibi sığınabileceğimiz yer olabilir, ama bazen denize açılıp uçsuz bucaksız yenilikleri keşfetmemiz gerekir; çünkü hep limanda kalırsa, bir kaptan gerçekten kaptan olabilir mi?