Bazı kelimeler ilk duyulduğunda soğuk gelir insana. Teorik, uzak, sanki sadece kitap sayfalarında varmış gibi… Ama aslında hayatımızın tam ortasında, içimize işlemişlerdir de fark etmeyiz. İşte kendini gerçekleştiren kehanet, tam da böyle bir şey. Ne olduğuna ne kadar inanıyorsak, o olmaya doğru sürükleniyoruz, farkında bile olmadan. Biraz ürkütücü, değil mi? Ama bir o kadar da umut verici aslında. Çünkü bu mekanizma hem bizi batırabiliyor, hem de ayağa kaldırabiliyor.
Bir şeye ne kadar inanırsak, ona uygun hareket ediyoruz. Bazen kocaman adımlarla, bazen minicik tepkilerle. Kaçışlarımız, susuşlarımız, göz devirmelerimiz bile o inanca uygun hale geliyor. Ve en sonunda… Buyur buradan yak, tam da baştan yazdığımız sonuca varıyoruz. Kendi kendimize “Bak, demiştim!” demek için sanki bilerek o sonu çağırıyoruz. Ama işte olay şu: O son, baştan beri kaçınılmaz değildi. Biz inandığımız için oraya vardık.
Zihnin Hayatı Yönetme Çabası
Psikolojide bu duruma ilk dikkat çekenlerden biri Martin Seligman’dır. Hani şu pozitif psikolojinin babası. Ama bu kavramı ilk ortaya koyduğunda çok da pozitif bir yerden bakmıyordu aslında. Köpeklerle yaptığı bir deneyde, çaresizliği öğrenen köpeklerin, kaçma şansı bulduklarında bile kımıldamadığını fark etti. Çünkü zihin bir kere “çıkış yok” dedi mi, beden de pes ediyordu. Bu, insana da birebir uyarlanabiliyor. “Ben yapamam” dediğimizde, elimiz kolumuz düşüyor, denemekten vazgeçiyoruz ve gerçekten yapamıyoruz.
Bir sınavdan korkan öğrenciyi düşün. “Başaramam” diye diye çalışıyor, zaten odaklanamıyor, sınavda da eli ayağı birbirine dolanıyor. Sonuç ne? Gerçekten de başaramıyor. Ama bu başarısızlığı doğuran sınav değil. Zihninde, sınavdan çok önce başlayan o senaryo.
İnsan Kendine Nasıl Tuzak Kurar?
En tehlikeli tuzak, insanın kendine kurduğu tuzaktır. Sosyal ortamlarda hep geride duran, göz temasından kaçan, sessizleşen o kişi var ya, çoğu zaman içine çekildiği için değil, çekilmesi gerektiğine inandığı için öyle davranır. “Kimse beni sevmez” dediği anda, o sevgi ihtimalinin kapısını içeriden kilitler. Sonra da kimse kapıyı çalmadığı için hayata küser. Halbuki kapıyı kilitleyen kendisidir.
Çocukluktan Gelen Kehanetler
Bu hikâye sadece bugünden başlamaz. Çocuklukta kulağımıza fısıldanan cümleler, zamanla kendi sesimiz olur. “Sen beceriksizsin”, “Sen uslu durmazsın”, “Sen zaten hep geç kalırsın” gibi cümleler, bir noktada bizim kimliğimiz gibi hissettirir. Ve yıllar geçer, o cümlelere uygun yaşamaya başlarız. O cümleleri söyleyenler çoktan unutmuştur ama biz hâlâ o kalıpların içinde sıkışırız.
Toplumsal Kehanetler de Var!
Ve mesele sadece bireysel de değil. Toplum olarak da bazı gruplar hakkında hikâyeler yazarız. “Onlar şöyle insanlar, bunlar böyle insanlar” diye diye, o insanlarla aramıza görünmez duvarlar öreriz. O duvarlar, onların bize yaklaşmasını, bizim de onlara güvenmemizi engeller. Sonra “Bak, gördün mü, zaten öyleler” diyerek kendi kehanetimizi doğrularız. Halbuki o mesafeyi yaratan, önyargının ta kendisidir.
Terapi Odasında Kendinle Karşılaşmak
Klinik Psikolog olarak en çok karşılaştığım şeylerden biri de bu. Danışanlar, hayatlarındaki belli olayları kaçınılmaz bir kader gibi anlatır. Ama o olaylara nasıl yaklaştıklarını konuştukça, o “kaçınılmaz” denilen sonuçların aslında geçmişteki inançlardan nasıl beslendiğini fark ederiz. Olaydan önce gelen o iç ses, o korku, o kendinden şüphe… İşte bunlar, olayın sonucunu daha yaşanmadan yazan el.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) Bu Noktada Ne Yapar?
BDT’nin en güzel tarafı da burada devreye girer. O otomatik düşünceleri fark ettirir. “Neden böyle hissediyorum?” sorusunun peşinden gidip, kökleri buluruz. O köklerin hepsi gerçek değil; çoğu eski, çoğu başkalarının sesinden kalma. Bunları fark etmek, kişiye yeni bir hikâye yazma şansı verir.
Peki Ya Yeni Bir Hikâye Mümkün Mü?
Elbette. Zihin hangi hikâyeye inanırsa, hayat da o hikâyeye uygun şekil alır. Ama güzel olan şu ki, hikâyenin yazarı da biziz, kahramanı da. Bugüne kadar yazdığımız hikâyeyi beğenmiyorsak, yeni bir sayfa açabiliriz. Yeter ki “Ben değişemem” kehanetine kapılmayalım.
Zihnin Oyununu Fark Etmek
Bir düşün. Bugüne kadar kaç kere sırf korktuğun için bir adım geri durdun? Kaç kere bir şeyin imkansız olduğuna inandın ve denemedin? Peki ya imkansız olduğuna kim karar verdi? Sen mi, yoksa bir zamanlar birinin sana söyledikleri mi?
Kendini gerçekleştiren kehanet sadece bir tuzak değil. Fark edildiğinde, en güçlü silahın da olabilir. Çünkü nasıl ki olumsuz inançlar seni yere çakabiliyorsa, olumlu inançlar da gökyüzüne taşıyabilir. Hangisini besleyeceğin, senin elinde.
Hikayeni Kim Yazacak?
Hikâyeni başkalarının kalemiyle yazmak zorunda değilsin. Eski kehanetleri fark etmek, sorgulamak ve içinden geçip gitmesine izin vermek mümkün. Unutma, eninde sonunda hangi hikâyeye inanırsan, hayat da o hikâyeye göre şekillenir. Ve her hikâye, yeniden yazılabilir.
Çünkü bu senin hikâyen. Ve kalem de senin elinde.