Adalet kavramı, toplumsal olarak önemli olduğu kadar bireyin psikolojik bütünlüğü için de oldukça kritiktir. İnsanlar, adil bir dünyada yaşadıklarına inandıkları zaman kendilerini güvende hisseder ve yaşadıkları olayları daha rahat anlamlandırabilirler. Peki, bu inancın temeli nedir ve gerçek dünyayla karşılaştığında neler olur?
Adil Dünya İnancı Nedir?
Adil Dünya İnancı (“Just World Hypothesis”), ilk kez Melvin Lerner tarafından 1960’larda tanımlanan, insanların dünyayı adil bir yer olarak görme ihtiyacına dayanan bilişsel bir inançtır. Bu hipoteze göre, kötü insanların başına kötü şeyler gelirken, iyi insanların başına iyi şeyler gelir ve sonuçta herkes hak ettiğini yaşar. İnsan, hak etmediği sürece başına kötü şeylerin gelmeyeceğine inandığı için kendini güvende hisseder. Düzen arayışından doğan bu duygu, insanların hayata karşı dayanıklılığını sürdürmesine olanak tanır. Zorluklar karşısında dünyanın adaletine inanıp bu acıların geçici ve ders verici olduğunu kabul edebilirler. Böylece bu inançla birlikte zorluklar karşısında ayakta durmak için çaba göstermeye ve belki de iyi biri olarak kalmaya özen gösterebilirler. Karma kavramını bilenler bunu daha iyi anlayacaktır. Bu, bir nevi belirsizlikle baş etme mekanizmasıdır.
Bu inanç, küçüklükten beri bize anlatılan masallar, dini öğretiler ve büyüklerimizin nasihatleri sayesinde pekişmiştir. Dinlediğimiz her anlatıda iyilerin kazanması ve kötülerin hak ettiğini bulması, bize küçük yaşlardan itibaren bir adalet duygusu aşılamış ve gerçek dünyanın da böyle olacağına inanmamızı sağlamıştır.
Adil Dünya İnancı Nasıl Sarsılır?
Hak edenin kazandığı, hak etmeyenin kaybettiği bir dünya düzenine dayanan bu inanç, gerçek dünyayla karşılaştırıldığında çoğu zaman karşılıksız kalır. Her zaman iyiler kazanmaz ve kötüler kaybetmez. Gerçekliğin bu denli can sıkıcı olması, insanın psikolojik güvenlik hissini kolaylıkla yerle bir edebilir. Doğal afetler gibi insan eliyle başa gelmemiş kötü deneyimler, her ne kadar “hak edilmiş olma” inancına ters düşse de, hala daha insanın adil dünya inancını kurtarmasına bir şekilde yer bırakabilir; örneğin, kader inancından yardım almak gibi. Ancak insanın insana yaptığını kabullenebilmek öyle kolay olmaz.
Toplumda yaşanan travmatik olaylara maruz kalmak, yaşanan olayların cezasız kaldığına şahit olmak ve haksız yere insanların suçlanabildiği bir düzende hayatta kalmaya çalışırken aynı zamanda mental sağlığını koruyabilmek oldukça zordur. Her sabah uyandığında bu adaletsiz düzene hizmet eden olayları okuduğunu ve dinlediğini hayal et: Haksız yere insanların hapis yattığını, gencecik insanlar öldürülürken katillerinin cezasız kaldığını hayal et. Adil dünya inancını koruyabilmek ne kadar mümkün olurdu? Böyle bir toplumda yaşayan bir birey için, bilişsel olarak inanmaya yatkın olduğu dünyanın adil bir yer olacağı inancının korunması, masallarda dinlediği zamanlarda olduğu kadar kolay olmayacaktır. Hele bir de hayatı boyunca adaletsizliğe uğramadığını iddia edebilecek bir insan bile bulabilmek zorken, bunun sonuçlarının neler olabileceğini tahmin etmek zor olmayacaktır.
Kendisinin veya bir başkasının adaletsizliğe uğradığına şahit olan bir kişinin “Ben iyi bir insandım” ya da “O, iyi bir insandı”, “Bu neden bizim başımıza geldi?” gibi düşüncelere sahip olması kaçınılmazdır. Bu düşünceler, insanı varoluşsal krizlere, anlam arayışına, kaygıya, öfkeye veya daha ileri seviyelerde depresyon belirtilerine kadar götürebilir. Yani belki de çoğu toplum ve birey için artık bu adil dünya inancı, tam tersine adaletsiz dünya inancına dönüşmüş olabilirken, bunun doğuracağı mental etkiler göz ardı edilmemelidir.
Adil Dünya İnancının Sarsıntısı Ne Doğurur?
Adil dünya inancının sarsılması, bireylerde farklı tepkilere yol açabilir:
- Nihilizme Yönelim: Büyük hayal kırıklıkları sonucu insanlar nihilizme daha çok yönelebilir. Aslında en başında doğasında bulunan bu inanç, tam tersi şekilde etki görüp dünyanın adaletsiz bir yer olduğuna dair karamsar bir bakış açısı edinilebilir.
- Mağduru Suçlama: Bazı insanlar inancının daha da üstüne giderek, biraz da ütopik bir yerden, bu inanca daha sıkı sıkıya tutunurlar ve mağduru suçlama psikolojisine kadar gidebilecek bir yola girerler. Örneğin, doğal afeti yaşayan insanların bile bunu hak ettiklerini düşünen insanlar olması gibi.
- Yeni Anlam Sistemleri: Benim favorim ve bireysel olarak inanmaya ve uygulamaya çalıştığım bir diğer yol ise, yeni inanç sistemleriyle psikolojik sağlamlığımızı desteklemeye devam etmeye çalışmak. Bu yeni anlam sistemiyle birlikte insanlar, dayanışma ve birlik olma haliyle bu adaletsizliklerin de üstesinden gelinebileceğine inanırlar.
Sonuç: Adalet için Umudu Yitirmemek
Adil Dünya Hipotezi, insanın belirsizlik ve kaos karşısında oluşturduğu bilişsel bir inanç sistemi olarak, çocukluktan itibaren gelişmektedir. İnsan, böyle bir dünyaya inanmaya yatkındır. Zamanla bu inanç, birçok neden dolayısıyla sarsılsa da insan, psikolojik dayanıklılığını korumak için birçok farklı yola başvurur. Her ne kadar adaletsizliklerin yaşandığı bir dünyada yaşıyor olsak da, belki de en doğrusu umudumuzu hiçbir zaman yitirmemek ve adalet için çabalamaktan vazgeçmemektir.