Salı, Ağustos 5, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Yazlık Kıyafetler, Kışlık Kaygılar: Beden Algısı Üzerine

Yaz ayları geldiğinde yalnızca hava değil, duygular da ısınır. Giysiler incelir, tenler görünür hâle gelir ve bedenler daha çok dikkat çeker. Ancak bazı insanlar için yaz mevsimi, yalnızca serinleme ya da tatil zamanı değil; aynı zamanda bedenleriyle olan ilişkilerinin sınandığı bir dönem anlamına gelir. Kış boyunca kazakların, montların ardına gizlenen kaygılar; şortların, mayoların, kolsuz kıyafetlerin içinde görünür hâle gelir. Ve bir anda, sadece kıyafet değil, kişinin geçmişiyle, beden algısıyla ve içsel eleştirileriyle dolu bir kutu da açılmış olur. Giydiğimiz kıyafetlerin incelmesi, denize girme planları, sosyal medyada “ideal vücutlar”ın görünürlüğünün artması; beden algımızı etkileyen birçok unsuru beraberinde getirir. Peki bu dönemde bedenimizle daha sağlıklı bir ilişki kurmak mümkün mü?

Beden Algısı Nedir?

Beden algısı, bireyin kendi bedenine dair sahip olduğu düşünceler, duygular ve tutumların bütünüdür. Olumlu bir beden algısına sahip olmak, kişinin bedenini olduğu hâliyle kabul etmesi ve ona işlevsel bir yer vermesi anlamına gelir. Olumsuz beden algısı ise kişinin bedenini eleştirmesi, ondan utanması veya sürekli değiştirme ihtiyacı duymasıyla karakterizedir.
Amerikalı klinik psikolog Thomas Cash, beden algısını bir “içsel ayna” olarak tanımlar ve der ki “İnsan, aynaya kendi duygusal filtresiyle bakar.” O filtre; çocukken duyduğu eleştirilerden, akranlarının alaylarından, ebeveynlerinin beden yorumlarından, sosyal medya imgelerinden oluşur. Bu filtreyle bakan kişi, ne kadar değişirse değişsin, kendini hâlâ eksik, uygunsuz, göze batmaya müsait hissedebilir. Fiziksel görüntümüzü bir aynada görebiliriz, evet ancak o görüntüye ne hissettiğimiz, ne anlam yüklediğimiz, işte asıl mesele budur.

Yaz Aylarında Görünürlük ve Karşılaştırmalar

Temmuz ayı, sosyal medya mecralarında “ideal” olarak sunulan beden imgelerinin adeta patlama yaşadığı bir dönemdir. Filtrelenmiş, pozlanmış ve çoğu zaman dijital olarak düzenlenmiş görüntüler; farkında olmadan bizi karşılaştırma tuzağına iter. Özellikle ergenler ve genç kadınlar, bu dönemde bedenlerinden duydukları memnuniyetsizliği daha yoğun yaşayabilir.
Araştırmalar, sosyal medyada geçirilen sürenin artmasının, özellikle kadınlarda ve genç bireylerde beden memnuniyetsizliğiyle yakından ilişkili olduğunu gösteriyor (Fardouly et al., 2015). Gerçeklikten kopuk bu imgeler, kişiyi yalnızca karşılaştırmaya değil, kendine yabancılaşmaya da iter ve bu karşılaştırmalar yalnızca fiziksel değil, duygusal olarak da derin izler bırakır. Çünkü “Ben neden böyle görünmüyorum?” sorusu, çoğu zaman “Ben yeterli değilim” hissine evrilir.

Bedenle Kurulan İlişki: Sevmek Değil, Anlamak

Bedenimizi sevmek zorunda değiliz. Bu cümle bazılarına radikal gelebilir. Ancak gerçek şu ki, birçok insan bedenini sevmekte zorlanır, özellikle bedeninde değişim, hastalık, kilo artışı veya yaş alma varsa. Bu noktada önemli olan, bedenle “duygusal bir savaş” yürütmek yerine, ona şefkatli bir anlayışla yaklaşabilmek.
Kabul, burada kilit kelimedir. Kabul, her şeyi beğenmek ya da onaylamak değil; olanı olduğu hâliyle görebilmek ve reddetmeden varlığına izin vermektir. “Bedenim şu an böyle ve bu hâliyle de hayatımı sürdürüyor.” demek, değişim motivasyonunu sanıldığının aksine baltalamaz; tam tersine, içsel huzuru artırır.
Bir danışanım, yaz başında bana şöyle demişti: “Denize girmek istiyorum ama bedenimi insanlara göstermekten o kadar utanıyorum ki… Sanki herkes beni yargılayacak gibi geliyor.” Bu sözler yalnızca onun değil, birçok kişinin iç sesi aslında. Bu utanç, genellikle dışsal değil, içselleştirilmiş toplumsal mesajlardan beslenir.
Çalışmalar gösteriyor ki, bedeninden utanan bireyler sosyal ortamlardan kaçınma, daha az fiziksel aktivite yapma ve kendini ifade etmede zorluk yaşama eğilimindedir. Oysa bedenimiz bir vitrin değil; duygularımızın, hareketimizin ve hayat deneyimimizin taşıyıcısıdır.

Gerçekten Eleştirilen Bedenler: Görünmeyen Yaralar

Bazı insanlar için beden algısı yalnızca içsel değil; aynı zamanda dış dünyadan gelen tekrarlayıcı ve yıpratıcı eleştirilerle şekillenmiştir. “O elbise sana hiç yakışmamış.”, “Bu kiloyla o denize mi girilir?” gibi sözler, zamanla kişinin kendini ifade alanını daraltır. Hele ki bu eleştiriler çocuklukta ya da ergenlikte yaşanmışsa, bedenle kurulan ilişki kolay kolay iyileşmez.
Bu bireyler için bedenle barışmak, kendini hemen sevmekle değil, önce yaşadıkları hayal kırıklıklarını, utanmayı, yalnızlığı duymakla başlar. Çünkü iyileşme, inkârla değil; görülmekle başlar.

Beden Nötrlüğü

“Beden pozitifliği” kavramı son yıllarda çokça duyulsa da, bu yaklaşımın bile bazı bireylerde baskı yarattığı görülüyor. Çünkü herkes her zaman bedenini “pozitif” hissedemeyebilir. Bu noktada daha şefkatli ve gerçekçi bir duruş sunan beden nötrlüğü kavramı devreye giriyor.
Beden nötrlüğü, bedenin dış görünümüne değil, işlevine ve hissettirdiklerine odaklanmayı teşvik eder. Bedenin görünüşünden çok, işlevine odaklanmayı önerir: “Kendimi güzel bulmuyorum ama bedenim beni taşıyor, nefes almamı sağlıyor, yaşama katılmamı mümkün kılıyor.” demek, bedenle barış sürecini başlatmak için güçlü bir adımdır.

Bedenle Kurulan İlişkiye Dair Sessiz Bir Devrim

Yaz mevsimi, bedenin daha fazla görünür olduğu bir dönem olabilir. Ama unutmayalım ki beden, yalnızca görünmek için değil; yaşamak için vardır. Her beden yaşanmışlık taşır, değişir, dönüşür ve hikâyesini anlatır.
Bedenle barışmak, bir sabah uyanıp aynaya gülümsemekle başlamaz. Bu ilişki, hayatın içindeki küçük anlarda kurulur. Gardırobun karşısında “Nasıl görünürüm?” yerine “Bunun içinde kendimi nasıl hissederim?” diye sormakta. Sosyal medyada bir fotoğraf gördüğümüzde içimizde kıpırdayan kıyaslama duygusunu fark etmekte. Ve belki o an, kendimize şu hatırlatmayı yapabilmekte: “Ben yalnızca bir görüntü değilim. Ben bir bedenin içinden hayatı yaşayan bir insanım.”
Bazen bedenimizle ilgili içimizden geçen sert cümleler gelir: “Neden böyleyim?”, “Şu bölge daha ince olsaydı…” İşte o anda, içimizde başka bir sesin de konuşmasına izin verebiliriz: “Bu sözleri çok sevdiğim birine söyler miydim?” Cevabımız hayırsa, kendimize de söylemeyelim. Çünkü beden, eleştiriyle değil, şefkatle dönüşür.
Bu yaz, aynaya her baktığımızda sadece görüntüyü değil; o görüntüye verdiğimiz anlamı da fark edelim. Kıştan kalma kaygılar yaz sıcağında erimez belki, ama onları fark etmek, duymak, şefkatle karşılamak… İşte bu, sağlıklı bir beden ilişkisinin en sessiz ama en devrimsel adımıdır.

Hepsen Nur Gürbey
Hepsen Nur Gürbey
Hepsen Nur Gürbey, klinik psikolog ve yazar olarak bireysel psikoterapi, ebeveyn danışmanlığı ve çocuk-ergen psikolojisi alanlarında çalışmalar yürütmektedir. Psikoloji alanında lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamlamış, Bilişsel Davranışçı Terapi, Oyun Terapisi ve EMDR tekniklerinde uzmanlaşmıştır. Aynı zamanda televizyon ve sinema sektöründe çocuk oyunculara yönelik psikolojik danışmanlık sağlamaktadır. Psikolojik eğitimler, atölyeler ve rol-play temelli interaktif programlarla bireylerin farkındalığını artırmayı hedefleyen Gürbey, sosyal etkileşim ve kişisel gelişimi destekleyen projeler üretmektedir. Dijital platformlar ve haber sitelerinde düzenli olarak yazılar kaleme alarak, psikoloji bilgisini daha geniş kitlelere ulaştırmayı ve anlaşılır hale getirmeyi amaçlamaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar