İnsanlar aslında yaşamak istemediğinden değil, yaşadıkları sıkıntıların son bulması için intihar etmeyi düşünür. En çok zorlayan duyguların başında ise umutsuzluk gelir. Gelecekte hiçbir şeyin düzelmeyeceğini düşünmek, hayatın bir anlamı olmadığına inanmak ve bunun hiç değişmeyeceğini sanmak; umudu içten içe tüketir. Üstüne bir de ruhsal rahatsızlıklar eklendiğinde, kişi “hiçbir çıkış yolu yok” duygusuyla baş başa kalabilir. Böyle zamanlarda ölüm, bir kaçış değil; adeta acil bir çıkış kapısı gibi görünür. Emil Cioran’ın dediği gibi:
“İstediğimde çıkabileceğim bir kapı olduğunu bilmek, bana bu dayanılmaz varoluşa katlanacak gücü veriyor.”
Sadece geleceğe dair umutların sönmesi değil, geçmişin yaralarının bugüne taşınması da insanı fazlasıyla yorar. Bastırılan acı hatıralar, çocuklukta yaşanan ihmal, istismar, şiddet gibi deneyimler; yetişkinlikte anda kalamayan, sürekli geçmişe takılı kalan bireyler yaratabilir. İnsan bazen, yaralarının iyileştiğini sanır ama bir gün ansızın kabukları soyulur ve yeniden kanamaya başlar. Bu acılar görünmez olduğunda ise, kişi içsel yalnızlığın içinde kaybolur.
KONTROL ARAYIŞI
İnsan sosyal bir canlıdır; anlaşılmak, kabul edilmek ve sevilmek ister. Ama bir noktada, kendini dışlanmış, sevilmemiş, hatta hiç kimse tarafından tam olarak anlaşılamamış hissettiğinde, hayata bağlılığı sarsılabilir. Etrafında kalabalıklar olsa da “yapayalnızım” hissi peşini bırakmaz. Bu değersizlik duygusu, öyle bir boşluk yaratır ki kişi içinde bulunduğu karanlığa çöküp kalır. “Belki de anlaşılmadığım bir yerde var olmaya çalışmanın bir anlamı yoktur” diye düşünür ve bu düşünce, onu özkıyıma bir adım daha yaklaştırabilir.
Yaşamın akışı üstünde kontrol kaybetmek de kırıcı olabilir. Kişi, başına gelenleri engelleyemediğini ve bu sorunlarla başa çıkamadığını hissettiğinde kendine güvenini kaybedebilir. Bazen intihar, “hiç değilse hayatıma dair son kararı ben vereyim” duygusuyla, bir kontrol biçimi gibi hissedilebilir.
PATOLOJİLERLE İNTİHAR İLİŞKİSİ
Eğer kişinin depresyon, bipolar bozukluk, borderline ya da şizofreni gibi ruhsal rahatsızlıkları varsa, intihar düşüncesi çok daha yoğun yaşanabilir. Majör depresyon içindeki biri, kimsenin onu sevmediğini, yük olduğunu, umut kalmadığını ve tedaviye bile değmeyeceğini düşünebilir. Borderline kişilik yapısında, özellikle terk edilme anlarında ya da ilişki içi çatışmalarda, duygusal acıdan kurtulmak için intihar bir seçenek gibi görünebilir.
TSSB yaşayan biri, geçmiş travmaları tekrar tekrar yaşar, kabuslarla uyanır, suçluluk duygusu hisseder. Şizofreni yaşayan bir kişi ise “sesler bana ölmemi söylüyor” gibi halüsinasyonlarla intihara sürüklenebilir. Özellikle “öl” diyen sesler yani komut halüsinasyonları, ciddi bir risk oluşturur.
KARANLIK DÜŞÜNCELER İÇİNDE IŞIĞI BULMAK MÜMKÜN MÜ?
Aslında evet, mümkün. Ama bu mücadele, çoğu zaman yalnız başına yürütülmemeli. İlk adım, yaşanan duyguların geçici olduğunu fark edebilmek. Hiçbir duygu sonsuza kadar sürmez; tıpkı hava gibi değişir, dönüşür. Bu süreçte, kişinin kendini anlatabileceği güvenli bir alan bulması çok kıymetlidir. Bu bir terapist olabilir, iyi bir arkadaş, aileden biri ya da bir destek hattı… Yeter ki kişi, içindekileri bastırmak yerine bir yerde, birine anlatabilsin.
Günlük yaşamın içinde bile tutunacak şeyler bulunabilir. Küçük gibi görünen ama etkisi büyük olan şeyler… Güneş ışığını hissetmek, kısa bir yürüyüşe çıkmak, bir fincan çay içmek, müzik dinlemek, resim yapmak ya da sadece bir çiçeğe su vermek bile insanın ruhuna iyi gelebilir.
Bunlar basit gibi görünse de beyinde olumlu etkiler yaratan gerçek adımlardır. Unutmamalı ki, intihar düşüncesi genelde bir anda oluşmaz; birçok duygunun ve deneyimin birikmesiyle şekillenir. Bu yüzden çözüm de bir anda gelmez. Küçük ama düzenli adımlarla, terapiyle, ilaçla, destek gruplarıyla, zamanla iyileşme başlar. Depresyon ve borderline gibi rahatsızlıklarda profesyonel psikolojik destek olmadan iyileşmek çok daha zordur. Yardım istemek bir zayıflık değil; aksine yaşama karşı verilen en güçlü mücadeledir.
Ve umut…
Hayatın bütünü bazen anlamlı gelmeyebilir. Ama o bütünün içindeki küçük anlar insanı ayakta tutabilir. Bir çocuğun gülümsemesi, tanıdık bir ses, sevdiğin bir cümle, o gün gökyüzünün rengi… Bazen en küçük şey, en büyük yıkımı önleyebilir.
İntihar düşüncesi susturulması gereken bir ses değil; anlaşılması gereken bir çığlıktır. İnsan yalnızca hayatta kalmak için değil, anlaşılmak, sevilmek ve varlığını hissettirmek için mücadele eder.
Ve bu mücadeleye gerçekten değer.