Bir ilişkiyi sürdürmek, bazen ne kadar sevdiğinizle değil, ne kadar alıştığınızla ilgilidir.
Birçok insan, uzun süreli ilişkilerde zaman zaman ayrılma düşüncesiyle yüzleşir. Ancak, ayrılmak hem korkutucu hem de karmaşık bir karardır. Bu noktada kendimize şu soruyu sorarız: Gerçekten aşk mı bizi bağlıyor, yoksa sadece alışkanlık mı?
İlişkilerde duygusal bağların sürekliliği, kimi zaman sevgiyle değil, alışkanlıklar ve güven arayışıyla sürdürülür.
Peki bu durum, gerçek aşkın yerini alabilir mi?
İlişkilerdeki duygusal yapıyı sorguladıkça, bazen kafamızda oluşan olumsuz otomatik düşünceler bu soruya net bir cevap bulmamıza engel olabilir.
İlişkilerin başlangıcında her şey son derece heyecan vericidir. Birlikte geçirilen zamanın her anı kıymetlidir, her bir anı, ilişkinin en güzel anı gibi hissedilir. Kalp daha hızlı atar, söylenen her söz daha anlamlı gelir. Ancak zaman geçtikçe, o ilk duygusal yoğunluk yerini daha sakin, rutine dayalı bir düzene bırakabilir.
Bu geçiş, aslında ilişkinin sağlıklı ve olgun bir evresine işaret eder. Fakat özellikle uzun bir süre birlikte olan çiftler, zamanla bazı sorunları daha net görmeye başlar. Artık bizi mutsuz eden ya da düzeltemeyeceğimizi düşündüğümüz problemlerle yüzleşmek durumunda kalabiliriz.
İlişkilerde elbette yalnızca iyi anılar biriktirmeyiz; tartışmaların, kırgınlıkların, hayal kırıklıklarının olması da ilişkinin doğal bir parçasıdır.
Zaten sağlıklı bir ilişki, hiç tartışmanın yaşanmadığı ya da her şeyin daima yolunda gittiği bir birliktelik değildir.
Asıl önemli olan, yaşanan problemleri nasıl ele aldığımız, onları çözme biçimimiz ve çözümün kalıcılığıdır.
Tartışmalar sırasında partnerimizin öfke anındaki tavırları, bizi nasıl dinlediği, eleştirirken hangi dili kullandığı ve stres altındayken gösterdiği tutum, ilişkinin dinamiği hakkında çok şey söyler.
Genellikle ayrılık kararı vermeye çalıştığımızda, zihnimizde ağırlıklı olarak olumsuz anılar belirir ve bu kararı destekler.
Fakat ayrılık gerçekleştikten sonra hafıza çoğu zaman bize oyun oynar; sadece güzel anılar su yüzüne çıkar ve bizi geçmişi idealize etmeye yönlendirir.
Ayrılık kararını değerlendirmek için kendimize bazı soruları sormak çok önemlidir:
‘Bu sorunların gerçek bir çözüm potansiyeli var mı?’,
‘Partnerimle ortak bir noktada buluşabilmek için elimden geleni yaptım mı?’,
‘İlişkiyi sürdürürken kendi sınırlarımdan, değerlerimden, kişiliğimden ne kadar uzaklaştım?’
Elbette uzun soluklu bir ilişkide taraflar zaman zaman fedakârlık yapar, ortak bir düzene uyum sağlamak ister.
Ancak bu fedakârlıklar ne zaman kimliğimizi örselemeye başlar ve ağırlıklı olarak tek bir taraftan gerçekleşir ise, işte o zaman sorgulamak gerekir:
Bugün bu ilişkiye başladığım halimden ne kadar farklıyım? Ve bu değişim beni daha mutlu, daha güçlü birine mi dönüştürdü, yoksa kendimi tanıyamaz hale mi geldim?
Bütün bu sorular, yalnızca bir ilişkinin geleceğine değil, aynı zamanda kendi içsel dönüşümümüze de ışık tutar.
Bu farkındalık anlarında, zihnimizde birtakım olumsuz otomatik düşünceler şekillenebilir:
“Eğer ayrılırsam, bir daha böyle birini bulamam,”
“Yalnız kalmaktan korkuyorum,”
“Yeni birine güvenmek çok zor,”
“Bir daha başkasına kendimi bu kadar açamam.”
Bu tür düşünceler, karar vermemizin önünde güçlü bir engel oluşturur.
Bizi ilişkide tutan şeyin gerçekten sevgi mi, yoksa alışkanlık ve korkular mı olduğunu ayırt etmek güçleşir.
Eğer kötüye giden şeyleri görmezden geliyorsak, sadece alışkanlık uğruna ilişkiyi sürdürmek hem kendimizi hem de partnerimizi daha da mutsuz edebilir.
İlişkiyi Bitirmeyi Partnerden Beklemek
İlginç ama oldukça yaygın bir durumdur: Kişi, ilişkide mutsuz olduğunu fark eder ama ayrılık kararını kendi başına almaz. Bunun yerine, partnerinin gitmesini, uzaklaşmasını, hatta belki onu terk etmesini ister.
Böylece hem kararı vermemiş olur hem de “ayrılığı başlatan taraf” olmanın vicdani yükünden kaçınır.
Bu pasif tutumun altında pek çok psikolojik dinamik yatabilir.
Suçlu olmak istememe, terk eden kişi olarak görülmekten kaçınma, yalnız kalma korkusu ya da karar verme sorumluluğunu taşıyamamak gibi…
Kimi zaman kişi, partneriyle gerçekten bağ kurmamış olsa bile tanıdık düzenin dışına çıkmaya cesaret edemez.
Bazıları da bilinçdışı bir şekilde ilişkide kalmakla kendi değerini ispat etmeye çalışır; “beni terk etmediğine göre değerliyim” gibi bir düşünceyle kendini avutabilir.
Ayrılığı başlatmak, cesaret gerektirir. Ama bu, her zaman “kötü” taraf olmak demek değildir.
Tam aksine, bir ilişki artık iki tarafı da beslemiyorsa ve duygusal olarak tükenme yaşanıyorsa, dürüstçe bu gerçeği kabul edip vedalaşmak en sağlıklı adım olabilir.
Zira partnerden ayrılma kararı beklemek, çoğu zaman sadece süreci uzatır, belirsizliği derinleştirir ve duygusal yıpranmayı artırır.
‘Zararın neresinden dönersen kardır.’
Ayrılmak, özellikle de uzun süreli bir ilişkide cesaret isteyen bir adımdır.
Yıllar boyunca paylaşılan anılar, ortak çevre, aile bağları ve birlikte kurulan hayaller nedeniyle bu bağlar kolayca kopmaz.
Ancak bazen bir ilişkinin bitmesi, aslında kişisel gelişim ve duygusal iyileşme için gerekli bir adımdır.
Zor kararlar, uzun vadede daha mutlu bir geleceğe kapı aralayabilir.
Hatalardan ders almak ve o ilk adımı atarak ilişkinin bitmesine izin vermek, aslında daha sağlıklı bir yaşamın başlangıcı olabilir.
Bir ilişkiye yıllarını vermiş bir kişi, ayrılma kararını verirken sadece geçmişi değil, geleceği de düşünmelidir.
10 yıllık bir ilişki, 80 yıllık bir ömrün yalnızca bir dönemidir.
Önünde hâlâ uzun bir yol vardır ve bu yolu kendini daha iyi hissederek yürümek, geçmişteki tecrübeleri cebine koyarak aynı zamanda kendi iyiliğini gözetmekle mümkündür.