“Ne giyeceğimize karar verirken, aslında kim olacağımıza da karar veririz.”
Giyinmek, insanlık tarihinin ilk çağlarından bu yana yalnızca bir örtünme pratiği değil, aynı zamanda sosyal bir dil, psikolojik bir duruş ve hatta bilişsel bir deneyimdir. Her sabah gardırobun karşısında geçirilen o birkaç dakikalık karar anı, yalnızca estetik tercihlerden ibaret değildir; kendimizi gün boyunca nasıl hissetmek istediğimizin de bir ifadesidir. İşte tam bu noktada devreye giren “enclothed cognition” (giyilmiş biliş) kavramı, kıyafetlerin yalnızca dış dünyaya değil, iç dünyamıza da seslenen bir gücü olduğunu öne sürer.
Kavramın Kökeni: Bir Önlüğün Düşündürdükleri
2012 yılında sosyal psikologlar Hajo Adam ve Adam Galinsky tarafından ortaya atılan enclothed cognition, kıyafetlerin yalnızca sembolik anlamlarıyla değil, fiziksel olarak giyilmesinin de bilişsel süreçlerimizi etkilediğini savunur. Bu görüş, ikilinin gerçekleştirdiği dikkat çekici bir deneyle desteklenir. Katılımcılara beyaz bir önlük giydirilir; bir gruba bu önlüğün “doktor önlüğü”, diğerine ise “ressam önlüğü” olduğu söylenir. İlginç olan, aynı fiziksel kıyafeti giyen katılımcılar arasında bilişsel performans açısından belirgin farklar gözlemlenmesidir. “Doktor önlüğü” giydiğini düşünen katılımcılar, dikkat ve odaklanma gerektiren görevlerde anlamlı biçimde daha başarılı olur.
Bu deney, kıyafetlerin psikolojik etkisi bakımından oldukça çarpıcıdır. Burada belirleyici olan sadece giysi değil; o giysiye yüklenen anlam ve kişinin onu nasıl giydiğidir.
Günlük Yaşama Yansıyan Biliş
Enclothed cognition, yalnızca laboratuvar ortamında geçerli bir kavram değildir. Aslında çoğumuzun günlük yaşantısında sık sık deneyimlediği bir psikolojik gerçektir. Evden çalışan bireylerin pijamalarla geçirilen bir günde daha düşük motivasyon hissetmesi, önemli bir toplantıya giderken daha “kendine güvenli” kıyafetler seçilmesi ya da spor salonuna giderken giyilen kıyafetlerin enerjiyi artırması, hep bu bilişsel sürecin dışavurumlarıdır.
Giyim tercihlerimiz sadece başkalarının bizi nasıl gördüğü, bizim hakkımızdaki düşüncelerini değil, bizim de kendimizi nasıl gördüğümüzü ve nasıl hissettiğimizi etkiler. Bu nedenle “dış görünüş” ifadesi, sadece dışsal bir anlam taşımaktan çok, içsel süreçlerin dışa yansıması olarak da değerlendirilebilir.
Giyim tercihlerimizin bireysel olduğu kadar kültürel kodlarla da şekillendiği bir gerçek. Bazı toplumlarda resmi kıyafetler saygı ve otoriteyi simgelerken, bazı topluluklarda rahat ve sade giyinmek “kendin olmanın” bir göstergesi sayılabilir. Ancak hangi kültürde olursa olsun, kıyafetlerin anlam taşıdığı ve bu anlamın bireyin psikolojisine etki ettiği açıktır.
Aynadaki Ben: Danışanların Giyinme Serüveni
Uzun yıllardır gözlemlediğim bir başka durum da şu: Danışanlar seansa gelirken tercih ettikleri kıyafetler, seansın ruh haline dair ipuçları taşıyabiliyor. Bazı danışanlar, zorlandıkları günlerde daha bol, gizleyen ve sade kıyafetleri tercih ederken, kendilerini daha güçlü hissettiklerinde renkli ve özenli kombinlerle gelirler.
Danışanım, 36 yaşında, iki çocuk annesi bir kadındı. Görünürde sıradan bir hayatı vardı; ancak kendisini uzun süredir “silinmiş” hissediyordu. Görünmez olduğunu, ne evde ne işte fark edildiğini söylüyordu. Seanslarımızın ilk aylarında genellikle bol kıyafetler, gri-siyah tonlarında eşofmanlar giyerek gelirdi. “Sabah ne giydiğimi hatırlamıyorum bile” demişti bir gün.
Danışanın anlattıkları, sadece ruh halini değil, bedenle olan bağını da yitirdiğini gösteriyordu. Seanslarda öz-değer üzerine çalıştık. Küçük adımlarla yeniden kendini fark etmeye, görmekten kaçtığı aynaya yeniden bakmaya başladı.
Yaklaşık üç ay sonra bir seansta odaya girdiğinde gözüm bir ayrıntıya takıldı: bordo bir ceket. Daha dik duruyor, daha net konuşuyordu. Seans içinde gülümseyerek şunu söyledi: “Bugün kendim için giyindim. İlk kez aynaya bakıp ‘buradasın’ dedim.”
Enclothed cognition tam da bu noktada anlam kazandı. Giydiği ceket, yalnızca bir kumaş parçası değil, içsel dönüşümünün dışa vurumuydu. Giydiği şeyle birlikte bir role değil, yeniden kendine bürünmüştü. Kıyafetin sembolik anlamı, beden algısını, özgüvenini ve sosyal etkileşimlerini şekillendirmişti.
Bir diğer danışanım ise üniversite sınavına hazırlanan 19 yaşındaki genç kızdı, seanslarımızda sınav kaygısıyla baş etmenin yollarını arıyorduk. Dikkatimi çeken bir detay şuydu: Deneme sınavlarının ardından, eve gelir gelmez üzerindekileri değiştiriyordu.
“Sanki üzerimde başarısızlık kokusu oluyor,” demişti bir seferinde.
Bu davranış, yalnızca fiziksel bir rahatlama değil, zihinsel bir geçişti. Giydiği kıyafetle sınav anına bürünüyor, onu çıkardığında ise kendini serbest bırakıyordu. Kıyafet, zihinsel durumunu yeniden yapılandırıyor; bir tür ‘zihinsel kostüm’ gibi işliyordu.
Sonuç: Bedenimizi Giydirirken Zihnimizi de Şekillendiriyoruz
Enclothed cognition, kıyafetleri yalnızca estetik ya da işlevsel birer nesne olmaktan çıkarır; onları psikolojik etki alanı olan birer araç haline getirir. Giydiğimiz şeyler, kim olduğumuzu yansıtmakla kalmaz, kim olmak istediğimizi de şekillendirebilir.
Bu nedenle dolabımızdaki seçimler, yalnızca kumaşlardan ibaret değildir. Onlar, aynı zamanda hislerin, beklentilerin ve zihinsel yönelimlerin sessiz tanıklarıdır.
Kaynakça
Adam, H., & Galinsky, A. D. (2012). Enclothed cognition. Journal of Experimental Social Psychology, 48(4), 918–925. https://doi.org/10.1016/j.jesp.2012.02.008
Kraus, M. W., & Mendes, W. B. (2014). How clothes influence perceptions and self-perceptions. In D. T. Kenrick, N. Goldstein & S. K. Luan (Eds.), Six Degrees of Social Influence: Science, Application, and the Psychology of Robert Cialdini (pp. 163–175). Oxford University Press.
Peat, J. (2020). Clothing, self-perception and mental health: A review of enclothed cognition and clinical applications. Psychology and Fashion Review, 2(1), 25–33.