Perşembe, Ağustos 7, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Ulaşamadığını Sevmek: Scarcity Effect ve Duygusal Yanılsama

Birinin senden uzaklaşması bazen beklediğinden daha fazla canını yakar. Onun hayatındaki yerinden çok, yokluğunun sende uyandırdığı duygularla boğuşursun. Kalbindeki boşluğu, onun varlığıyla mı doldurmak istiyorsun, yoksa onun sana verdiği değeri, ilgiyi ve onayı mı geri istiyorsun?

İnsan zihni, çoğu zaman bir şeyin gerçek değerine değil, ona ulaşmanın ne kadar zor olduğuna göre karar verir. Psikolojide bu duruma scarcity effect yani kıtlık etkisi denir. Scarcity effect, bir nesne ya da kişi erişilemez hâle geldiğinde, zihnin onu olduğundan daha değerli algılamasıdır (Cialdini, 2009). Pazarlama ve davranış bilimi alanlarında sıkça kullanılan bu kavram, sadece maddi şeyler için değil, ilişkilerde de kendini güçlü bir biçimde gösterir. Özellikle biten ilişkilerde, terk edilme ya da reddedilme gibi durumlar karşısında zihin, bu etkiyle yanılsama üretir: “Giden kişi çok değerliydi.” Oysa bu değer atfı, kişinin gerçek niteliklerinden çok, artık sana ait olmamasından kaynaklanır.

Zihin, sevgiyi eksiklikle karıştırır. Seni terk eden kişiyi özlediğini düşündüğün anlarda, aslında zihnin sana artık ulaşamadığın bir şeyin peşinden koşma tuzağı kurmuş olabilir.

Zihnin Kıtlık Tuzakları

Birinin seni reddetmesi ya da senden uzaklaşması, zihninde bir tür alarm sistemi gibi çalışır. Bu durum, bilinç dışında “onaylanmamak” olarak yorumlanır. Çünkü insan beyninin evrimsel geçmişinde dışlanmak, ölümle eş anlamlıydı. Bir kabileden atılmak, korunmasız kalmak, yok olmak demekti. Günümüzde fiziksel bir tehdit söz konusu olmasa da, psikolojik sistem hâlâ o ilkel kodlarla işliyor: “Sevilmiyorum, demek ki değerli değilim.” (Crocker & Park, 2004).

Scarcity effect işte tam bu anda devreye girer. Zihin, seni artık istemeyen kişiyi bir anda çok daha değerli hale getirir. Ama bu artan “değer”, onun sana kattıklarından değil, artık ona sahip olamayışından doğar. Bu kişi seni gerçekten sen olduğun için sevmiş olabilir ya da hiç sevmemiş olabilir. Ancak zihin, kaybettiği ilgiyi geri kazanma arzusu yüzünden bu kişiyi idealize eder. Ve bu noktada hissettiğin şeyin adı artık sevgi değil, obsession (takıntı) olur.

Aslında özlediğin kişi değil, o kişinin varlığıyla oluşan “onaylanmış” benlik halindir. “Neden beni seçmedi?” diye sorduğunda, zihnindeki gerçek soru şudur: “Ben neden yeterince iyi değilim?” Ama bu sorunun cevabı o kişide değildir. Hiç kimse bu sorunun cevabını veremez. Çünkü bu cevap, dış dünyada değil, yalnızca kendi iç dünyanda saklıdır.

Onay Arayışından Öz-değere

Bu noktada devreye giren kavram: self-validation — yani kendi kendini onaylama. Self-validation, bireyin kendi değerini dışsal kaynaklardan değil, içsel referanslardan almayı öğrenmesi demektir (Neff, 2011). Birinin seni sevmemesi ya da istememesi, senin değerini eksiltmez. Ama zihnin buna hemen inanmaz. Çünkü çocukluktan itibaren öğrendiğimiz şey, dış onaya bağlı bir öz-değer sistemidir: “Annem beni seviyorsa iyiyimdir, öğretmenim beni beğeniyorsa zekiyimdir, sevgilim beni istiyorsa yeterliyimdir.”

Scarcity effect’in ilişki boyutundaki en büyük tuzağı da budur: Gideni idealize ederek onun sana verdiği değeri, kendi değerinle karıştırmak. Oysa gerçek değer, bir başkasının gözünden değil, kendi iç bakışından şekillenir.

Gerçek Değerin ve İyileşmenin Anahtarı

Biri hayatından gittiğinde hissettiğin acı, her zaman o kişiye duyduğun sevgiden kaynaklanmaz. Bazen onun yokluğu, senin içindeki boşlukla yüzleşmeni tetikler. Onun ilgisine duyduğun özlem, kendi kendine veremediğin değerin yankısı olabilir.

Zihin, sevgiyi eksiklikle kolayca karıştırır. Bu karışıklığı fark etmek, iyileşmenin ilk adımıdır. Gerçek iyileşme, bir başkasının varlığıyla değil, kendini kendi gözünden görmeye başladığında başlar. Bu süreçte zihninin seni kandırmasına izin vermemek önemlidir. Çünkü seni sevdiğini düşündüğün şey, belki de sadece seni “değerli hissettiren” bir yanılsamadır.

Scarcity effect’in farkına vardığında, şu gerçekle yüzleşirsin: Aslında özlediğin, kendinle kuramadığın bağdır. Bir başkasının ilgisiyle bütünleşmeye çalışırken, kendi içinde eksik bıraktığın parçayı arıyorsundur. Oysa tamamlanmak, dışarıda değil, içeride başlar.

Bu yolculuk kolay değildir. Kayıplarla yüzleşmek, içsel boşlukları görmek, geçmiş kodları yeniden yazmak zaman alır. Ama sonunda vardığın yer, başkasının değil, kendi kalbinin onayladığı yerdir. Orası, dış onayın sustuğu ve kendi iç sesinin ilk kez yankılandığı yerdir. Gerçek iyileşmenin başladığı tek yerdir.

Kaynakça

  • Cialdini, R. B. (2009). Influence: Science and practice (5th ed.). Pearson.

  • Crocker, J., & Park, L. E. (2004). The costly pursuit of self-esteem. Psychological Bulletin, 130(3), 392–414. https://doi.org/10.1037/0033-2909.130.3.392

  • Neff, K. D. (2011). Self-compassion: The proven power of being kind to yourself. William Morrow.

  • Brown, B. (2010). The gifts of imperfection: Let go of who you think you’re supposed to be and embrace who you are. Hazelden.

  • Swann, W. B. (1983). Self-verification: Bringing social reality into harmony with the self. In J. Suls & A. G. Greenwald (Eds.), Psychological perspectives on the self (Vol. 2, pp. 33–66). Lawrence Erlbaum Associates.

Sanem Oktan
Sanem Oktan
Sanem Oktan, Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümü 4. sınıf öğrencisidir. Lisans eğitimi süresince katıldığı çeşitli eğitim programları ve seminerlerle teorik altyapısını güçlendirmiş; farklı danışmanlık merkezleri ve kurumlarda gönüllü stajlar yaparak uygulamalı deneyim kazanmıştır. İnsan davranışlarını anlamaya yönelik ilgisi, onu sadece öğrenmeye değil, aynı zamanda üretmeye de yönlendirmiştir. Edindiği bilgi ve gözlemleri doğrultusunda yazılar yazarak toplumun ruh sağlığına katkı sunmayı amaçlamakta ve psikolojiyi daha erişilebilir kılmak adına aktif bir şekilde kendini geliştirmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar