Hep Daha Fazla, Daha Hızlı, Daha Başarılı…
Sabah uyanır uyanmaz başarı hikâyeleriyle dolu LinkedIn’e göz atıyoruz. Bir bakmışız, biri Harvard’a kabul edilmiş, diğeri 20 yaşında şirket kurmuş. Bizse hâlâ kahvemizi bile demleyememişiz. İçimizden bir ses başlıyor:
“Sen neden daha fazlasını yapamıyorsun?”
Bu çağda sadece çalışmak yetmiyor. Üretmek zorundayız. Sürekli. Durmak bile suç gibi görülüyor. Dinlenmek, başarısızlıkla eşdeğer algılanıyor.
Peki bu başarı bağımlılığı neden bu kadar yaygınlaştı ve bizi neden bu kadar yoruyor?
Başarı Beynimizi Nasıl Etkiliyor? Dopaminin Rolü
Başarıya ulaştığımızda beynimiz “ödül merkezini” aktive ediyor ve dopamin salgılatıyor. Bu da kısa süreli bir haz yaratıyor (Berridge & Kringelbach, 2008). Ancak bu haz kalıcı değil. Beyin aynı ödülü tekrar istiyor. Bu da bizi sürekli daha fazlası için koşmaya zorluyor.
Bu mekanizma, madde bağımlılığıyla benzer çalışıyor. Dolayısıyla başarı bağımlılığı biyolojik olarak da anlamlı.
Sosyal Medya ve “LinkedIn Sendromu”
Modern başarı anlayışımız sadece bireysel hedeflerden değil, aynı zamanda sosyal karşılaştırmalardan besleniyor.
Özellikle LinkedIn gibi platformlar, başkalarının başarılarını parlatıp önümüze seriyor. Herkesin terfi aldığı, ödül kazandığı, yurtdışı eğitimi aldığı bir dijital dünya içinde, “Ben neden böyle değilim?” sorusu içten içe zihnimizi kemiriyor. Sosyal karşılaştırma kuramına göre (Festinger, 1954), insanlar kendilerini başkalarıyla kıyasladıkça daha fazla kaygı ve değersizlik hissediyor.
Tükenmişlik Sendromu: Sessiz Çığlık
Maslach ve Jackson (1981) tarafından tanımlanan Tükenmişlik (Burnout), üç ana belirtiyle ortaya çıkar:
- Duygusal tükenme
- Başarı hissinin azalması
- Duyarsızlaşma (insanlardan uzaklaşma, ilgisizlik)
Üstelik sadece çalışanlarda değil, öğrencilerde, gönüllülerde, girişimcilerde de görülüyor. Özellikle Z kuşağında “üretmeden var olamama” hissi çok yaygın.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 2019’da tükenmişliği iş yaşamına bağlı bir “kronik stres durumu” olarak tanımladı.
Neden Bu Kadar Yorulduk?
Başarı artık bir seçenek değil, adeta bir kimlik kartı gibi sunuluyor. Başarırsan varsın. Başaramazsan yoksun. “Yeterince başarılı değilsen, görünmezsin” mesajı, bazen bilinçli bazen de fark ettirmeden daha çocuk yaşlarda işlenmeye başlıyor. Kimi zaman notlarla, kimi zaman sosyal karşılaştırmalarla, kimi zaman da ebeveynlerin beklentileriyle şekilleniyor bu algı.
“Aferin” almak, değer görmek için hep bir şey başarmak gerekiyor. Sevgi bile çoğu zaman koşula bağlanıyor: “Derslerin iyi mi? Projelerde öne çıkıyor musun? Sınıf birincisi misin?”
Yetişkinliğe geldiğimizde ise bu şartlı sevgi, içsel bir sese dönüşüyor: “Daha fazlasını yapmalısın. Yetmez. Daha iyi olmalısın.”
Toplumsal beklentiler, ekonomik zorluklar, kariyer baskısı ve sosyal medya filtreleri bu iç sesi daha da yüksek sesle konuşur hale getiriyor. Herkes başarılarını sergilerken, kendi mücadelemiz yetersiz görünmeye başlıyor. “Başkası yapabiliyorsa, senin bahanen ne?” cümlesi, içten içe suçluluk duygusunu besliyor. Dinlenmek bile bir lüks, hatta suç gibi hissediliyor. Çünkü bu dünyada görünür olmak için sadece var olmak yetmiyor, kanıtlamak gerekiyor.
Zamanla insanlar, kendi değerlerini “ne kadar ürettikleriyle”, “kaç proje yaptıklarıyla”, “nerelere kabul edildikleriyle” ölçmeye başlıyor.
“Ben kimim?” sorusu yerini “Ben ne başardım?” sorusuna bırakıyor. Ve biz, kendi iç sesimizi kaybettiğimizi fark etmeden, başkalarının alkışladığı hedeflere koşmaya devam ediyoruz. Yoruluyoruz, tükenmişlik yaşıyoruz. Ama duramıyoruz. Çünkü bu çağda durmak; geri kalmak, unutulmak, silinmek gibi algılanıyor. Oysa insan sadece çıktılarıyla değil, hissettikleriyle, hayalleriyle ve varoluşuyla da değerlidir.
Çıkış Yolu Mümkün mü?
Bu görünmeyen yarışta hepimiz birer koşucuyuz; nefesimiz kesilene kadar koşuyor, neden başladığımızı bile unutuyoruz. Peki, gerçekten durmak mümkün mü? Evet, mümkün. Ama önce fark etmemiz gerekiyor: Sürekli üretmek zorunda değiliz, her an bir şey başarmak zorunda değiliz. Hayat sadece zirvelerden ibaret değil. Yorulduğun yerde durmak, yönünü değiştirmek ya da sadece bir süre yürümek… Bunlar da birer seçenek. Bu zinciri kırabilmek için uygulayabileceğiniz birkaç adım:
• Başarı tanımını kişiselleştirin: Başarı herkes için aynı değil. Kiminin hedefi huzur, kiminin katkı sunmak.
• Sosyal medya molaları verin: Gerçek başarı sessiz olabilir. En çok konuşulan değil, en çok huzur veren başarı sizi tatmin eder.
• Yavaşlamaktan korkmayın: Hızlı olmak verimli olmak değildir. Dinlenmek üretkenliğin düşmanı değil, kaynağıdır.
• Destek alın: Uzun süreli yetersizlik hissi depresyon, anksiyete ve tükenmişlik riski taşır.
Sonuç: Başarı Uğruna Kendini Kaybetme
Kendimizi “bir şey olmak” uğruna parçalarken, en önemli şeyi unutuyoruz: “Olmak” zaten başlı başına bir değerdir.
En büyük zafer, her zaman en yüksek hedefi tutturmakla gelmez. Bazen, bir şey başarmadığımızda bile kendimizi sevip kabul edebilmek en değerli başarıdır.
Çünkü bazen durmak, derin bir nefes almak ve sadece “ben buradayım” diyebilmek, gerçek anlamda bir zaferdir.
Kaynakça
Berridge, K. C., & Kringelbach, M. L. (2008). Affective neuroscience of pleasure: Reward in humans and animals. Psychopharmacology, 199(3), 457-480.
Festinger, L. (1954). A theory of social comparison processes. Human Relations, 7(2), 117-140.
Maslach, C., & Jackson, S. E. (1981). The measurement of experienced burnout. Journal of Organizational Behavior, 2(2), 99-113.
World Health Organization. (2019). Burn-out an “occupational phenomenon”: International Classification of Diseases.