Bazen derin acıları tarif etmekte kelimeler yetersiz kalır. Kişinin yaşadığı olayı, hissettiği acıyı ifade etmesi neredeyse imkânsız bir hal alır. Hatta durum o kadar ciddi bir hal almıştır ki, birey ana diline dahi yabancılaşmıştır. Tıpkı yurdundan uzak kalmış bir göçmenin yeni bir dil aracılığıyla geçmişinden sıyrılma çabası göstermesi, bir savaş mağdurunun aniden ana dilinde birçok kelimeyi hatırlamakta zorluk çekmesi, bir istismar kurbanının uzun yıllar derin bir sessizliğe gömülmesi gibi. Tüm bu saydıklarımız travmanın dil ile olan yoğun ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Bu yazımızda dil ve travma arasındaki karmaşık yapıyı birlikte inceleyelim.
1. Travmanın Beyinde İzlediği Yol Ve Dil İle İlişkisi
İnsanoğlu yüzyıllar boyunca hayatta kalabilmek ve bulunduğu çevreye olabilecek en üst düzeyde adaptasyon geliştirebilmek için “Savaş ya da Kaç Tepkisi” dediğimiz bir mekanizmayı kullanmıştır. Travmatik bir fenomen ile karşı karşıya kalan beyin, hayatta kalmaya odaklanmıştır ve hızlı bir şekilde tüm vücut fonksiyonlarını özelleşmiş bir yapılanma ile kontrol altına alır. Bizim değineceğimiz konu ile ilgili olarak bu süreçte beyinde üç noktada önemli değişimler meydana gelir:
• Amigdala Aşırı Aktivasyonu: Araştırmalar, korku ve stresin amigdala aktivitesini arttırarak öğrenme ve hafızayla ilgili bölgeler olan prefrontal korteks ve hipokampus‘un işleyişini bozabileceğini gösteriyor. Bu, bireylerin savaş sonrası dil işleme becerilerinde sorunlar yaşamalarına neden olabilir. Ayrıca, korku koşullandırması ile amigdala ve öğrenme süreçleri arasında doğrudan bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Bu durum, savaş travması geçiren bireylerin dil yetilerini kaybetmelerinin veya bozulmasının nedenlerinden biri olabilir (Ledoux ve arkadaşları, 1988) [55].
• Hafızanın Parçalanması: Hipokampus, bağlamsal hafıza ve öğrenme süreçlerinde kritik bir rol oynar. Travma sonrası hipokampal işlev bozukluğu, bireyin anıları bütünleştirmesini ve anlatıya dönüştürmesini zorlaştırabilir. Hafıza parçalanması, savaş travması sonrası bireylerin dilsel anlatım güçlükleri yaşamasına yol açabilir [55].
• Disosiyasyon ve Dilin Kopuşu: Travmatik deneyimler sırasında bireylerin kendilerini olaydan zihinsel olarak ayırdığı (disosiyasyon) görülür. Bu süreçte, ana dille ilişkili beyin devreleri de etkilenebilir ve bireyin ana dilini kullanma yetisi azalabilir (Hsu ve arkadaşları, 2015) [56].
Tüm bunlar sebebiyle, kişi travmayı deneyimlediği sırada aktif olarak konuştuğu dili kullanmakta zorlanabilir, kısıtlanabilir veya hiç kullanmamayı yani sessizliği tercih edebilir.
2. Travmatik Bir Beyin Yapısının Dil Üzerine Etkileri
Travmatik deneyimler hafıza kaydı sırasında sözel olmayan bir şekilde kaydedilir. Sözel ifadelerin yerini, imgeler ve fiziksel duyumlar alır. Bu nedenle:
• Birey, bu deneyimi sözcüklerle ifade etmekte zorlanabilir.
• Travmatik deneyim hatırlandığında ağlama, titreme, donakalma gibi bedensel tepkiler gösterebilir.
Bu durumda kişi olayın yaşandığı süreçte aktif kullandığı dili tehdit unsuru olarak algılayabilir veya dil bir tetikleyici görevi görebilir. Bu da travma adına bir yeniden canlandırmaya yol açabilir.
3. Dilin Bir Koruma Mekanizması Olarak Kullanımı
Bazı bireyler travmadan kaçabilmek için bilinçli veya bilinçdışı bir motivasyonla travmayı çağrıştıran dilde konuşmayı reddedebilir veya yeni bir dil kullanmayı tercih edebilir. Yeni dil, yeni bir kimlik hissi sağlarken, geçmişten kopuş hissini de beraberinde getirir. Örneğin, savaş nedeniyle zorlu şartlar altındaki ülkesinden ayrılıp başka bir ülkeye sığınmak zorunda kalmış bir mültecinin gittiği ülkenin dilini öğrenmek zorunda kalması durumu söz konusudur. Bir süre sonra birey yeni öğrendiği dili sıkça kullanırken eskiden kullandığı dili neredeyse hiç kullanmamaya başlamıştır. Göç sürecinde yaşadığı travmatik deneyimi ifade etmek durumunda kaldığında eskiden kullandığı dili seçen kişinin duygu durumunda belirgin bir yoğunlaşma, ağlama, donakalma gibi bedensel tepkiler gösterme eğiliminde olduğu gözlenebilir. Yeni öğrendiği dili kullandığındaysa daha stabil bir duygudurumda olduğuna şahit olabiliriz. Anlatımda daha az duygu yükü olan bir dil kullanmak, ifade etme becerisi için de destekleyici olabilir. Özellikle bilingual bireyler bu yolu tercih ederken terapi gibi destekleyici durumlarda bu durum bilingual terapist için de kolaylık sağlayabilir. Bu nedenle travma terapisinde dil seçimi önemli bir rol oynar. Terapist, bireyin kendini en rahat ifade ettiği dili kullanmasına izin vermelidir. Buna ek olarak terapist, yardımcı tekniklere yönelebilir. Bu yöntemler arasında; bedensel terapiler, EMDR, travma odaklı terapiler yer alır.
Sonuç
Hayatta kalma sanatının en önemli temsilcisi olan insan için bazı deneyimler zorlayıcı olabilir. Travma fenomenine karşılık geliştirdiğimiz olağanüstü hayatta kalma mekanizmamız sayesinde beynimiz yeni yollar bularak kendini korumaya alır. Dil’in temel yapılarında travma kaynaklı meydana gelen kayıp, ifade güçlüğü ve dil değişimi gibi tepkiler bireyin savunma mekanizmalarıdır. Terapide alternatif yöntemler tercih edilerek travmatik bireyin kendini en rahat hissettiği dilde ifade etmesine izin verilerek travma odaklı multidisipliner bir yaklaşım benimsenmesi iyileşmeyi hızlandırabilir.