“Gerçekten yaşamı kaçırdık mı yoksa kendi ritmimizde mi ilerliyoruz?”
Zamanında Yaşamak Zorunluluğu ve Toplumun Normları
Hayat, çoğumuz için görünmez bir takvimle başlar: belli yaşlarda üniversiteyi bitir, ilk işine gir, ekonomik bağımsızlığını kazan, evlen ve yerleş. Bu çizelge, çoğu zaman fark etmediğimiz derin bir baskı yaratır; sanki hayat adeta bir uçağa yetişilmesi gereken zorunlu bir seyahatmiş gibidir.
Genç yetişkinlik dönemi, bireylerin kendi tanımladıkları veya toplum tarafından belirlenmiş normatif hedeflere ulaşıp ulaşmadıklarını sorguladıkları kritik bir evredir. Kariyerde ilerleme, romantik ilişkiler kurma, ekonomik koşulları iyileştirme ve kişisel yetenekleri geliştirme gibi yaşam alanları, bu dönemde sürekli değerlendirme altındadır.
Toplumsal beklentilere uymak için hazırlık dönemleri gibi işleyen çocukluk ve gençlikten sonra, bu görünmez çizelgeye uymayanlar, genellikle kendilerini “yetersiz” veya “geç kalmış” hissederler. Oysa herkesin yaşam yolu farklıdır; kimimiz yavaş başlar, kimimiz farklı rotalardan ilerler — ancak her yolculuğun değeri eşittir.
Kendi ritmimizi bulmadan başkalarının çizelgesine uymaya çalışmak, çoğu zaman yorgunluk ve kaygı yaratır.
Sosyal Karşılaştırmanın Psikolojisi
Arkadaşlarımız mezun olmuş, terfi almış, evlenmiş; hayatlarının yalnızca “mükemmel” kesitlerini paylaştıkları fotoğraflar, başarıları ve kutlamaları önümüze serilir. Bu görünmez yarış, derin bir eksiklik hissini de beraberinde getirir.
Akademik çalışmalar, bu Yaşamı Kaçırma Kaygısı (FOML)’nın bireyler tarafından “sürekli kendilerini kovaladıkları, adeta içlerini kemiren bir duygu” olarak ifade edildiğini göstermektedir.
İnsan zihni, başkalarının ulaştığı hedefleri kendi potansiyel başarılarıyla kıyaslama eğilimindedir. Bu psikolojik tuzak, çoğunlukla gerçek bir gecikme değil, başkalarının ritmine göre yaşama zorunluluğunun yan ürünüdür.
Bu durum hem kişisel tatmini azaltır hem de bireyin kendi yolculuğunu fark etmesini engeller.
Zaman Perspektifi: Geçmişin Pişmanlığı ve Geleceğin Baskısı
Yaşamı kaçırma kaygısının temelindeki en önemli faktörlerden biri, bireylerin zaman perspektifi algılarıdır. Araştırmalar, bu kaygıyı yoğun yaşayan bireylerin çoğunlukla şimdiki ana odaklanmak yerine ya geçmişe ya da geleceğe odaklı bir zaman perspektifine sahip olduklarını ortaya koymaktadır.
Geçmişe odaklı bireyler, sürekli olarak geçmişte yaptıkları hataları, aldıkları “yanlış kararları” düşünür. “Keşke” kelimesi hayatlarının büyük bir bölümünü kapsar ve kaçırılan fırsatlar kişiyi daha da büyük bir buhrana sürükleyerek stres seviyesini oldukça artırır.
Geleceğe odaklı bireyler ise ulaşılması gereken hedeflerin sürekli peşinde koşar ve gelecekteki potansiyel başarısızlıklar veya hedeflere ulaşamama kaygısıyla yaşar. Bu durum, sürekli bir kovalamaca hissi yaratır.
Toplumun “Başarı” Takvimi
Başarı artık yalnızca kişisel tatmin değil; zamana sıkıştırılmış, zorunlu görevler gibi algılanıyor:
25 yaşında mezuniyet, 30’da evlilik, 35’te ebeveynlik.
Bu katı takvim, bireyleri kendi iç ritimlerini ve kişisel değerlerini göz ardı etmeye zorluyor.
Oysa yaşam, çizelgelere sığacak kadar basit ve tek boyutlu değildir.
Kadınlar ve Erkekler Açısından Farklı Toplumsal Saatler
Toplumsal cinsiyet rolleri, geç kalma hissini farklı şekillerde şekillendirir.
Kadınlar için evlilik ve annelik gibi ilişki/aile odaklı hedefler, belirli bir yaşta gerçekleştirilmesi beklenen görevler hâline gelir. Bir kadın 30 yaşında evlenmemişse veya anne olmamışsa “geç kaldım” baskısıyla karşı karşıya kalabilir.
Erkekler için ise kariyer ve ekonomik başarı ön plandadır. Bir erkek 25 yaşında iyi bir kariyere sahip değilse veya 30’unda ekonomik olarak bağımsız değilse, benzer bir kaygıyı yaşar.
Bu farklı toplumsal beklentiler, bireyin sürekli kendini ölçme ve kıyaslama tuzağına düşmesine yol açar.
Zamana Yetişmek Değil, Yaşamak ve Kendi Rotamızı Belirlemek
Bireyler, kendi zamanlarını ve değerlerini fark ettiklerinde özgürleşirler.
Yaşamı kaçırma kaygısını (FOML) yenmenin yolu, başkalarının hızına yetişmeye çalışmak yerine, kendi hedeflerini ve önceliklerini belirlemekten geçer.
“Geç kalmak” diye bir şey yoktur; kendi yolculuğumuzda ilerleriz ve dışsal normlara teslim olmayız.
Anı yaşamak, kendi ritmimizi bulmak ve toplumsal beklentilere değil, kişisel değerlerimize göre hareket etmek, kaygıyı azaltır ve yaşam kalitesini artırır.
Zaman bir yarış değil, bir deneyimdir — ve her deneyim kendine özgü bir değere sahiptir.
Kendi yolumuzu seçmek, başkalarının takviminden bağımsız hareket etmek, özgürlüğün ve içsel tatminin kapılarını aralar.
Belki de hiç kimse geç kalmadı; sadece farklı yollardan, kendi ritmimizde ilerliyoruz.
Kaynakça
Korkın Varanok, Ö. (2025). Yaşamı kaçırma kaygısı: Genç yetişkinler üzerine bir inceleme [Yüksek lisans tezi, Aksaray Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü].


