Yalnızlık: Çöküş mü başlangıç mı?
İnsan psiko-sosyo-kültürel bir varlık olarak her daim ilişkisellik ihtiyacı içinde olmuş ve bir ötekinin bakışına ihtiyaç duymuştur. Fakat her zaman o ilişkiselliğin devam etmediği, kesintiye uğradığı zamanlar olur. Bir bakışın yokluğu, bir sesin gelmeyişi, birinin “orada olmayışı” bazı kişilerin ruhsal dünyasında küçük bir felaket gibi hissedilebilir. Ötekinin yokluğunda açılan alanda kişi ne yapacağını bilemez, hatta kim olduğunu sorgular halde bulur kendini. Bu eksiklik bazıları için öylesine zorlayıcıdır ki, kişi duygularıyla temas etmek yerine o boşluğu hayatın “abur cuburlarıyla” doldurmaya çalışır ve bunu bir yıkım olarak yaşar.
Oysa psikanalitik düşünce bize şunu hatırlatır:
Eksiklik, her zaman yıkım olmak zorunda değildir; o alanın içinde durabilmek gelişim, dönüşüm ve ilerleme için gereklidir. O yüzden bu eksiklik ile ne yapıldığı, şifa ya da çöküş halinin belirleyicisi olur.
İlk Eksiklik/Yalnızlık Nasıl Başladı?
Winnicott, çocuğun sağlıklı gelişiminde annenin (ya da birincil bakımverenin) “her zaman orada olmamasının” hayati olduğunu söyler. “Yeterince iyi” kavramını tam da bu noktada, çocuğun benlik gelişiminde annenin konumu üzerinden tanımlar. Anne-çocuk ilişkisinde annenin mükemmel bir tam varlığının zaten olamayacağıyla birlikte, çocuk için de geliştirici olmadığını ifade eder.
Bebeklikten çocukluğa geçişin başladığı dönemlerde artık “her şeyi onun için düşünen anne” modelinden, “uygun eksiklikler/yalnızlıklar yaratan” yeterince iyi anne modeline geçiş yapılır. Çünkü çocuk için düşünce, düşlem, dil ve arzu; yani ruhsallığın temel öğeleri, ötekinin mükemmel varlığıyla değil, eksik bıraktığı yerlerden gelişir.
Anında Erişim Çağında Yalnızlığa Dayanılabilir mi?
Birbiri ile iletişim halinde olmanın bu kadar kolaylaştığı günümüzde; bir mesaja yanıt gelmemesi, biriyle konuşamamak, her arzu edildiğinde ötekiyle temas edememek, o bakıştan yoksun kalmak çoğu zaman bir varoluşsal tehdit gibi yaşanır.
Çünkü o eksiklik ile karşılaşıldığında, çoğu zaman kişi içsel olarak şu sorularla baş başa kalır:
“Öteki yoksa ben neyle doluyum?” “Ben güvenli ve anlamlı bağlar/ilişkiler inşa ettim mi?” “Bu boşlukta kendimle temas ettiğimde orada bir yaratım gücü, kendi kendini sakinleştirme, düş kurma yetilerim var mı?”
Bu sorular aslında farkındalık, kırılma ve dönüşmenin başlangıç noktasıdır.
Bu noktada, çocuklukta herkesin yaşadığı o ilk eksiklik deneyimlerinin geliştirici gücünden alınabilecek ilham; yetişkinlikteki eksiklik hisleri karşısında çökmek yerine, ruhu onarma kapasitesini artırabilir.
Çünkü çocukken annenin eksikliğinde gelişen ruhsallık gibi, yetişkinlikte de ötekinin yokluğu bir oyun ve yaratım alanına dönüştürülemez mi? Belki kendi kendine bakım vermeye, okuma/yazma/düşünsel ya da bedensel etkinliklerle gelişmeye, sanatla ruhsal canlılığa katkı sağlamaya alan açamaz mı?
Cevap çoğu zaman evet olur. Ancak dönüşüm; o sıkıntı hali içinde kalınıp, kendine destekleyici ve sakinleştirici yaklaşılabildiğinde başlar. İşte o zaman yalnızlık hâli bir yıkım olmaktan çıkar; kendine temas, yaratım-dönüşüm ve oyun alanına dönüşür.
Çünkü bir çocuğun eksiklik deneyimi yaşamasına izin verildiğinde – belki de eline bir tablet tutuşturulmayıp birazcık sıkılmasına izin verildiğinde – gerçek bir atı, kılıcı ya da oyuncağı olmasa bile bir sopadan at yapar ve “-mış gibi” sürer… Bir tahta parçasından kılıç yapar, hayali düşmanlarıyla savaşır ya da çamurdan çömlekler yaparak oyunlar kurar.
Peki ya yetişkinler? İçimizde bir zamanlar çeşitli eksiklikler karşısında merakla oyunlar kuran çocuklar olmayı ne zaman bıraktık?
Yalnızlık anlarında kendilikle baş başa kalıp olduğu hâline tahammül etmekte zorlanan, bu eksiklik zamanlarında dönüşüm için alan açamayan kişiler; kısa vadede kolay, fakat süreç içinde ağır bedelleri olan kısır döngülerde, ruhsal çöller yaratmaya devam ediyor. O eksiklik çoğu zaman hızlı çözümler ve haz alanlarıyla doluyor.
Anlık tatminler, sosyal medya kaydırmaları, madde kullanımları, günübirlik ve anlamsız ilişkiler… Ama hiçbiri o boşluğu taşıyacak derinlikte olmadığı gibi bedelleri ağır zaman kayıpları olarak kişisel tarihlere not düşülüyor.
Eksiklikle Oyun Kurmak
Eksiklik fark edilebildiğinde, onu bastırmadan taşıyabilmek ruhsal gelişimin en olgun adımlarından biridir. Çünkü eksiklik, dayanılabildiğinde yalnızca bir yokluk değil; aynı zamanda bir başlangıç alanıdır.
O boşlukta kalan, bazen kendi sesini ilk kez orada duyar.
Ve bu ses, kendi iç ötekimizle kuracağımız ilişkinin başlangıcıdır. Eksiklik korkutucu olabilir. Ama bazen, en derin yaratım o eksiklikte başlar.
Sonsöz
Belki de bugün, çocukluğun çamurdan yemeklerini, kâğıt toplarını, sopadan kılıçlarını ve “-mış gibi” oyunlarını hatırlamak; eksiklik ile baş etmenin en yaratıcı, en ilham verici yoludur. Ruhsal gelişim, bazen yokluğun içinde sessizce kurulan o küçük oyunlarda saklıdır.
Kaynaklar
Winnicott, D. W. (1965). The Maturational Processes and the Facilitating Environment: Studies in the Theory of Emotional Development. London: Hogarth Press.
Winnicott, D. W. (1995). Oyun ve Gerçeklik (Çev. S. Aksay). İstanbul: Metis Yayınları. (Orijinal eser: Playing and Reality, 1971)