Şiddet denince akla ilk olarak fiziksel olarak zarar vermek gelir. Ancak şiddet yalnızca yumruk, tokat veya da itme değildir; bir bakışla, söylenmeyen bir söz ile de şiddet uygulanabilir. Kişiyi ekonomik olarak yoksun bırakmak, duygularını manipüle etmek, sevdiklerinden ve sosyal çevresinden uzaklaştırmak da şiddetin farklı türleridir. Şiddet bazen bağrışmalar, arbede ile bazen de gizli gizli seyreden bir kontrol çabası ile fark edilir. Bazısı ise şiddet mağduru dışında başkaları tarafından fark edilmeden sürer gider.
Günümüzde şiddetle sadece ıssız sokaklarda değil; okul koridorlarında, sosyal medyada, iş yerlerinde, evin içinde karşılaşabiliyoruz. Her akşam haberleri takip ederken, sosyal medyada gezerken, hatta kendi çevremizde de bir şiddet mağdurunun yardım arayışına rastlıyoruz. Şiddet, herkesin hayatına bir noktada dokunmuş olan bir gerçektir. Belki mağdur, belki şahit, belki de fark etmeden fail olmuşuzdur. Sadece haberlerde şiddet olaylarına tanık olsanız bile, bir taksiye binerken, karanlık bir sokakta yürürken ya da karşımızdan gelen birini gördüğümüzde, içinize yerleşen o ürperti ya da küçük korkuyu fark etmişsinizdir. Çünkü şiddet bireysel bir problemden çok toplumsal yapının ve öğrenilmiş davranışların bir sonucudur.
Şiddetin Temelleri
“Bir insan neden şiddet uygular?” sorusunu cevaplarken tek bir nedene bağlamak doğru değildir. Şiddet çoğunlukla anlık öfkeden kaynaklanmaz. Geçmiş yaşantılar, öğrenilmiş davranışlar, kişilik özellikleri ve çevre koşullarının birleşiminde kaynaklanır. Kişiler içinse şiddet, bir baş etme stratejisi, iletişim biçimi ya da kontrol aracı şeklini alır.
Çocuklukta yaşanan travmalar, ihmal, şiddet mağduru ve ya tanığı olarak büyümek, sevgisizlik kişinin ileride ilişki kurma şeklinin temelini atar. Şiddete maruz kalmış biri bu döngüyü fark ederek değiştirmezse, ileride aynı döngünün faili haline gelebilir. Bastırılmış öfke, sürekli reddedilme, değersizlik gibi duygular bir süre sonra patlama noktasına ulaşabilir. Bu durumda şiddet, bir tür boşalım gibi algılanabilir.
Albert Bandura’nın sosyal öğrenme kuramı bu konuda önemli bir bakış açısı sağlar. Bandura’ya göre insanlar sadece yaşayarak değil gözlemleyerek de öğrenir. Evde babasının annesine bağırdığını gözlemleyen bir çocuk bu davranışı normal olarak tanımlayabilir. İletişim kurma biçimi, sorun çözme yöntemi olarak bu yolu taklit ederek şiddeti öğrenmiş olur. Sokakta, okulda, sosyal medyada, televizyon dizileri, çizgi filmler aracılığıyla da sorun çözme yöntemi olarak şiddetin kullanıldığını gözleyen bir çocuk, benzer durumlarda gördüğü bu yolu dener ve öğrenir. Sorun çözüldüyse, bu yol işe yaradıysa fark etmeden şiddetin boyutunu büyütmeye başlar.
Her şiddet faili geçmiş yaşantısında travma yaşamış ya da zor bir çocukluk geçirmiş değildir. Bazı bireyler dürtü kontrolü noktasında sorun yaşar, empati duygusu gelişmemiştir ya da narsistik, antisosyal gibi kişilik özellikleri baskındır. Bu bireyler karşısındaki insanın duygularını, sınırlarını, acısını fark edemez ya da umursamaz.
“İyi Adamdı Ama…”: Maskenin Altındaki Şiddet
Şiddet faillerini düşündüğümüzde çoğu zaman gözümüzün önünde belirli bir imaj canlanır: öfkeli, kaba saba, bağırıp çağıran, sokakta kavga çıkaran biri. Oysa gerçek hayatta şiddet failleri çoğu zaman bu kalıba uymaz. Kravatlı, güler yüzlü, toplumda sevilen, işinde başarılı bir adam da evde eşine ya da çocuğuna sistematik şiddet uygulayabilir.
Bu durum halk arasında bazen “iyi adam sendromu” olarak anılır. Kişi dışarıda son derece saygılı, yardımsever ve düzgün biri olarak tanınır. Herkes ondan “iyi biridir” diye bahseder. Bu imaj o kadar baskındır ki, mağdur kişinin yaşadıkları çoğu zaman ciddiye alınmaz ya da abartı sanılır. Toplum, failin dışarıdaki yüzüne o kadar inanır ki, içeride yaşananlara gözlerini kapar.
Bazı şiddet failleri “maskeli fail” olarak tanımlanabilir. Dışarıda taktıkları o “örnek insan” maskesi, onları görünmez kılar. Bu kişiler çoğu zaman şiddeti açıkça değil, daha incelikli yollarla uygular: psikolojik manipülasyon, ekonomik kısıtlama, sosyal izolasyon gibi yöntemlerle kurban üzerinde baskı kurar ama bunu öyle ustaca yapar ki, dışarıdan bakan biri fark etmez bile.
Bazen de bu kişiler “bulldog tipi” olarak tarif edilir. Dışarıdan bakıldığında güçlü, sert duruşlu, her şeyi kontrol etmeye çalışan bir yapıları vardır. Genelde öfkesine hâkim olamayan, eleştiriye tahammülsüz ve üstünlük kurmaya çalışan bu kişiler, şiddeti bir hak gibi görür. “Benim dediğim olacak” düşüncesiyle hareket ederler.
Toplumda bu tür erkek figürlerine bazen hayranlıkla, bazen de korkuyla yaklaşılır. Ne yazık ki bu da şiddetin sürmesini sağlar. “Adam sinirli ama kalbi temiz” gibi cümleler, şiddeti mazur gösteren yaygın söylemler arasındadır. Böylece şiddet, yalnızca evin içinde değil; toplumun dilinde, algısında ve sessizliğinde de varlığını sürdürür.
Sonuç: Şiddeti Görmek, Anlamak ve Durdurmak
Şiddet, yalnızca bir anlık öfke patlaması değil; çoğu zaman öğrenilmiş, içselleştirilmiş ve normalleştirilmiş bir davranıştır. Fiziksel ya da duygusal olsun, uygulayanın kişiliğinden çok, toplumun ona biçtiği rollerle ve suskunluğuyla da ilgilidir. “İyi adamdı”, “Hiç öyle biri gibi durmuyordu” gibi cümleler, bu maskenin ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Şiddeti yalnızca uç örneklerde değil, gündelik ilişkilerde, kelimelerde, bakışlarda da tanımaya başlamalıyız. Çünkü şiddetle mücadele, onu sadece kınamakla değil; anlamakla, adlandırmakla ve değiştirmeye niyet etmekle başlar.
Eğer şiddeti yalnızca “kötü insanların” yaptığı bir şey olarak görmeye devam edersek, onu kendi çevremizde, hatta kendimizde fark etmemiz zorlaşır. Oysa herkesin biraz daha empati kurmaya, sınırlarını tanımaya, ilişkilerinde şiddetten uzak kalmaya ihtiyacı var. Ve belki de en önemlisi: Şiddet varsa, mutlaka bir sessizlik de vardır. Bu sessizliği bozan her ses, değişimin başlangıcı olabilir.