Şiddet davranışlarının kökenindeki motivasyonu anlamak, bu davranışların hangi koşullar altında ortaya çıktığının belirlenmesini ve şiddet davranışlarının nasıl azaltılabileceğini öngörmemizi sağlayabilir. Bu nedenle toplumların refahını artırmak için ve şiddet davranışlarının görülme sıklığını azaltmak için bu davranışların neden ortaya çıktığını anlamak önemlidir.
Şiddet davranışlarının bir davranış olarak ele alınmasının sebebi, saldırganlıktan davranış yönüyle ayrılması ve gözlenebilir şekillerde ortaya çıkmasından kaynaklıdır. Saldırganlık, engelleme ve zarar vermeyi amaçlayan psikolojik durum, şiddet ise saldırgan duygu ve düşüncelerin davranışa dökülmesi şeklinde tanımlanmıştır (Güleç ve ark., 2012).
Saldırgan duygu durumunu ve şiddet davranışlarını açıklayan yaklaşımlar incelendiğinde, bunların çoğu şiddet davranışlarının ortaya çıkış sürecini açıklamaktadır. Her yaklaşım insan varoluşunun farklı bir özelliğini merkeze alarak bu davranışların motivasyonunu açıklamaya çalışmıştır. Bu yaklaşımlardan hiçbiri şiddet davranışlarını bütünüyle açıklamadığı ve birbirlerini tamamladıkları söylenebilir. Bununla birlikte her yaklaşımın kendi bakış açısından bir açıklama getirdiğini ve hiçbir yaklaşımın tamamen haklı veya haksız olmadığını söylemek mümkündür. Bu ayrım nedeniyle şiddet davranışlarını açıklayan kuramlar biyolojik yaklaşım, içgüdü temelli ve psikososyal yaklaşım olarak üçe ayrılmaktadır.
Biyolojik Yaklaşım
Kişilik, mizaç ve karakterden oluşur. Mizaç, kişiliğin biyolojik temelli yanı, karakter ise çevresel etkenlerle gelişen yanıdır. Yani bireyi birey yapan aslında doğuştan getirdiği biyolojik faktörler ve içinde bulunduğu çevresel etkenlerdir. Biyolojik yaklaşıma göre özetle mizaç davranışları belirler.
Biyolojik yaklaşım, şiddet davranışlarının temelini insanın fizyolojik değişimleri ile ilişkilendirmektedir. Beyindeki bazı hormon ve nörotransmitter seviyelerinin değişmesi insan davranışlarını etkileyebilmektedir. Araştırmacılar, şiddet davranışlarının beynin mantık ve akıl yürütmeden sorumlu temporal lob ile frontal lobdaki değişimlerden etkilendiğini, bu bölgelerin normalden daha az aktif olduğunu (Güleç ve ark., 2012), beynin ilkel bölümü olarak görebileceğimiz amigdalanın ise normalden çok daha aktif görüldüğünü (Körük, 2020) belirtmiştir. Bu bulgular şiddet davranışlarının daha çok hayatta kalmaya odaklanıp daha az mantıklı değerlendirme yapabilen beyin aktiviteleriyle bağlantılı olduğunu göstermektedir.
İçgüdü Temelli Yaklaşımlar
Şiddet davranışlarının kökeninde bir diğer ayrım, insanda şiddet davranışları gösterme eğiliminin doğuştan mı geldiği yoksa sonradan mı öğrenildiği şeklindedir. İçgüdü temelli yaklaşımlar bu davranışların bireyde doğuştan var olan eğilimler çerçevesinde ortaya çıktığını savunmaktadır.
Örneğin etyolojik kuram, insan davranışının altındaki nedenleri evrimsel bağlamda ele alır. Bu kurama göre insanlar da dahil olmak üzere doğadaki tüm canlılar ortak bir şiddet eğilimini paylaşır çünkü bu eğilim canlının başta hayatta kalmasını ve diğer temel işlevlerini yerine getirebilmesi için bir koruyucudur. Kurama göre insanın bu eğilimi modern dünyada şekil değiştirmiş halde hâlâ bulunmakta, daha kabul edilebilir formlarda, örneğin savunma sporlarıyla ortaya çıkmaya devam etmektedir.
İnsanın içgüdüleri ve bilinçdışı süreçlerinin davranışlarını belirlediği üzerine kurulan Psikoanalitik kuram ise şiddet davranışlarının egonun kendini koruma eğiliminden kaynaklandığını ve bir tepkiden çok sürekli devam eden bir kendini koruma motivasyonu olduğunu öne sürmektedir. Çağdaş psikodinamik yaklaşımın şiddet konusundaki ortak fikri; bireyin kendini tehlikelere karşı savunması ve bütünlüğünü koruması, diğerleri üzerinde üstünlük kurabilmesi ve kendini ifade etmesi ile haz veren ihtiyaçlarına ulaşması engellendiğinde ortaya çıkan enerjinin bir sonucu olan davranışlar olduğu yönündedir.
Psikososyal Yaklaşım
Modern dünyada biyolojik yaklaşımların şiddet konusunda yetersiz kalması ile bireylerin maruz kaldığı çevresel etkenler daha çok araştırılmaya başlanmıştır. Psikososyal yaklaşıma göre bireyin davranışları, çevresel etkenlerin bireyi yönlendirmesi ve çevrenin bireyi şekillendirmesi ile ortaya çıkmaktadır.
Davranışçı kuramda içsel süreçler katı bir şekilde reddedilir ve bireyin tüm davranışlarının yalnızca öğrenme yaşantılarının sonucu olduğu kabul edilir. Şiddet davranışları bu kuram bağlamında ele alındığında, olumsuz şiddet davranışlarının model alma yoluyla çevreden öğrenilebildiğini, model alma devrede olmasa da şiddet davranışları karşısında kişinin olumsuz bir tepki veya yaptırımla karşılaşmamış olmasının ve şiddet davranışları sonucu hoşuna giden uyarıcılar almasının şiddet davranışlarını pekiştirdiği ifade edilmiştir (Başeğmez ve Özerk, 2021). Bu pekiştirmeler sonucu şiddet davranışlarının, bireyin ortamdaki diğer kişilerden model alması veya olumsuz sonuçla karşılaşmaması sonucu tekrarlanma ihtimalinin arttığını ve zamanla alışkanlığa dönüştüğünü söylemek mümkündür. Diğer taraftan duygusal yükü yoğun deneyimler sonucu öğrenilen davranışlar olduğu, örneğin yoğun öfke duygusu sonucu verilen vurma tepkisinin rahatlamaya yol açtığının fark edilmesiyle de pekiştiği şeklinde yorumlanabilir.
Sosyal Öğrenme Kuramı, Bandura tarafından çocuklarda ve ergenlerde görülen problem davranışların kökenindeki motivasyonu açıklamak için oluşturulmuştur. Bu kurama göre dış dünyayı tanıyıp anlamaya çalışan çocuklar yakın çevrelerinde gördükleri kişileri gözlemler ve onları model alarak davranışlarını gördükleri gibi şekillendirir, davranışlar izleme öğrenme ve taklit etme aşamalarından geçerek ortaya çıkar. Buna göre şiddet davranışları da taklit etme yoluyla, saldırgan dürtülerin serbest kalacağı durumlarla karşılaşmayla ya da tahrik unsurlarının artmasıyla oluşmaktadır. Çevreden olumsuz tepki alınmadığında ya da teşvik edildiğinde davranışın sürekli hale geleceği öne sürülmektedir.
Davranışçılık ile psikososyal yaklaşımlar arasında köprü görevi gören Engellenme-Saldırganlık Kuramı, her iki yaklaşımdan da beslenir ve bu yaklaşımları birleştirerek şiddet davranışlarının ortaya çıkma zeminini hazırlar. Buna göre bireyin şiddet davranışları, karşılaştığı duruma içsel bir tepki olarak fakat içgüdüsel olarak değil bireyin engellenmesi sonucu ortaya çıkan dürtüsel bir tepki olarak ortaya çıkmaktadır. Bireyin engellenmiş hissetmesine içsel ve dışsal pek çok faktör sebep olabilir, ortadaki durumdan çok bireyin durumu nasıl algıladığı önemlidir. Örneğin bireyin ihtiyaçlarının karşılanmaması veya tolore edebileceğinden fazla uyaranla karşılaşması algılanan engellenmenin artmasına sebep olabilir. Araştırmacılara göre engellenmeye karşı tolerans düşükse ve bireyin baş etme mekanizmaları yeterince gelişmiş değilse şiddet davranışları ortaya çıkabilir.
Sonuç
Şiddet davranışlarını anlamak, bu davranışların altında yatan biyolojik, içgüdüsel ve psikososyal etkenleri dikkate almayı gerektirir. Her kuramsal yaklaşım, insan davranışının farklı bir yönünü açıklamakta ve şiddetin tek bir nedene indirgenemeyeceğini göstermektedir. Şiddetle etkili mücadele için bireyin biyolojik yapısı kadar içinde bulunduğu çevresel koşullar da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bütüncül bakış açısı, şiddet davranışlarının önlenmesi ve azaltılması açısından temel bir gerekliliktir.