Türkiye, jeolojik olarak yalnızca sarsıntılara açık değil, aynı zamanda psikolojik anlamda da “sarsıcı” bir zemin üzerinde yükselir. Bu coğrafyada yaşayan bireyler için deprem, sadece fiziksel bir doğa olayı değil, içsel bir tehdit, sürekli bir teyakkuz hâlidir. Bu nedenle deprem anksiyetesi, salt korku temelli bir refleks değil; benliğin, bedenin, mekânın ve varoluşun anlamı ile doğrudan ilişkili olan derin bir psikodinamik durumdur.
Deprem’in Psikodinamik Etkileri
Deprem, ani bir fiziksel yıkımın ötesinde, bireyin zihinsel bütünlüğünü taşıyan “psişik zemin”in çöküşüdür. Bu noktada Winnicott’un “holding” (tutulma) kavramı önem kazanır. Bir çocuğun gelişiminde, bakımverenin tutarlılığı ve sürekliliği, dünyayı güvenilir bir yer olarak deneyimleyebilmesi için gereklidir. Ancak deprem gibi travmatik bir deneyim, bu güvenlik duygusunu altüst eder. Sadece evler değil, “tutulduğumuz” tüm yapılar — fiziksel olduğu kadar duygusal bağlamda da — bir anda yıkılır.
Bion’un Kapsama (Containment) Kavramı
Wilfred Bion, taşıması zor duyguların ve deneyimlerin, ancak bir başkası tarafından “kapsanabildiğinde” (containment) dönüştürülebileceğini öne sürer. Deprem sonrası ortaya çıkan anksiyete, tam da bu noktada kapsanamayan bir dehşetin yansımasıdır. Kişi, sarsıntı anını bilinçli olarak atlatmış gibi görünse de, zihinsel düzeyde bu deneyimi işleyecek sembolik kapasiteyi bulamadığında, anksiyete bir gölge gibi kalıcı hâle gelir.
Kristeva’nın Abject Kavramı ve Deprem
Julia Kristeva’nın “abject” (iğrenç/itilen) kavramı, burada beden-zihin-mekân ilişkisinde yaşanan dağılmayı anlamak için çok kıymetlidir. Kristeva’ya göre “benliğin sınırları”, dışarıda bırakılanla yani kontrol edilemeyen, tehditkâr olanla belirlenir. Deprem bu sınırları silikleştirir. Yerin kayması, yalnızca zeminin değil, benliğin, bedenin ve iç dünyanın da çözülmesi anlamına gelir. Kişi artık “düzenli” olanın içinde değildir; yer çekimi bile metaforik olarak kaybolmuş gibidir.
Lacan’ın Gerçek (le Réel) Kavramı
Bu deneyim, Lacan’ın “Gerçek” (le Réel) kavramıyla da örtüşür. Lacan’a göre Gerçek, simgesel sistemin kapsayamadığı, temsil edilemeyen travmatik alanı ifade eder. Deprem, bu yönüyle simgesel dille anlatılamayan, zihnin yeniden yapılandıramadığı bir yarık açar. Anksiyete, bu yarığın sürekli açık kalmasından kaynaklanır; çünkü birey, bu “temsil edilemeyen”i bastıramaz, anlamlandıramaz.
Türkiye’de Kolektif Deprem Travması
Türkiye özelinde deprem anksiyetesi, bireysel bir kaygıdan çok, kolektif bilinçdışına işlenmiş bir travma biçimidir. Marmara Depremi gibi büyük sarsıntılar, yalnızca hayatları değil, kuşaklar arası aktarımı da etkilemiştir. Anne babaların kendi deprem hikâyeleri, çocuklara sessizce geçer; böylece deprem, hiç yaşanmadan da hissedilen bir tehlike hâline gelir. Kültürel hafızada sabitlenen bu tehdit, bireyde süregelen bir varoluşsal güvensizlik yaratır.
Kurumsal Güvensizlik ve Travma
Bu güvensizlik, sadece doğaya değil, aynı zamanda kurumsal yapılara ve devlete dair de gelişir. Sarsıntının ardından gelen kurtarılamama korkusu, travmanın şiddetini katlar. Psikodinamik olarak bu durum, bakımverenin yokluğunda gelişen erken çocukluk travmalarına benzer. Kişi yalnız bırakılmış, tutulmamış, gözetilmemiştir. Bu da hem bireysel hem toplumsal düzeyde bir öfkeye, çaresizliğe ve umutsuzluğa yol açar.
Klinik Belirtiler ve Anksiyete
Klinik ortamlarda bu anksiyete, doğrudan “deprem korkusu” olarak ifade edilmeyebilir. Danışan; uykusuzluk, beden semptomları, kontrol takıntıları, ilişkilerde aşırı yapışkanlık ya da tam tersi uzaklaşma gibi belirtilerle başvurabilir. Çünkü travma çoğu zaman sembolik olarak değil, bedensel olarak konuşur. Bedenin kendisi bir “hafıza alanı” hâline gelir.
Terapötik Süreç ve Psikodinamik Yaklaşım
Terapötik süreçte, bu anksiyetenin altında yatan travmatik izlerin görünür kılınması çok önemlidir. Amaç, depremi “unutmak” değil, onu sembolize edebilecek, temsil edilebilecek bir anlatı hâline getirmektir. Kişinin zeminle kurduğu ilişki, yani nerede durduğuna dair hissi, ancak yeniden düzenlenmiş bir içsel tutarlılıkla mümkün olabilir. Terapist burada, sadece konuşmayı dinleyen biri değil, aynı zamanda psişik bir zemin sağlayan kişi hâline gelir.
Sonuç: Deprem Anksiyetesi ve Psikodinamik Çözümler
Sonuç olarak deprem anksiyetesi, Türkiye gibi sismik riskin yüksek olduğu bölgelerde yalnızca bir halk sağlığı meselesi değil, aynı zamanda derin bir psikodinamik sorundur. Bu anksiyete, bastırılmış olanın, adlandırılamayanın ve temsil edilemeyenin bir ifadesidir. Psikodinamik çalışma, bu görünmez yapıları görünür kılmak; bireyin yeniden içsel bir “zemin” inşa etmesine yardımcı olmak adına vazgeçilmez bir araçtır.
Kaynakça
- Bion, W. R. (1962). Learning from experience. Heinemann.
- Kristeva, J. (1982). Powers of horror: An essay on abjection (L. S. Roudiez, Trans.). Columbia University Press.
- Lacan, J. (1977). Écrits: A selection (A. Sheridan, Trans.). W. W. Norton & Company.
- Van der Kolk, B. A. (2014). The body keeps the score: Brain, mind, and body in the healing of trauma. Penguin Books.
- Winnicott, D. W. (1965). The maturational processes and the facilitating environment. International Universities Press.
- Yıldırım, H. & Özçelik, B. (2020). Deprem sonrası ruh sağlığı: Türkiye örneği. İstanbul Psikoloji Yayınları.