Kahve fincanlarımızdan Instagram akışımıza kadar her yerde aynı talimat çınlıyor: “Good vibes only!” Pembe neon yazıların, mandala arka planlı “mutluluk reçetesi” paylaşımlarının ortasında yaşarken insan ister istemez soruyor: Gerçekten hep neşeli olmak zorunda mıyız? Bu köşe yazısı, zehirli pozitiflik (toxic positivity) diye de anılan sahte mutluluk kültürünün psikolojik bedelini ve buna direnmenin yollarını tartışıyor.
“Pozitif”in Norm Haline Gelişi
Sosyolog-yazar Barbara Ehrenreich, zoraki iyimserliğin toplumsal baskıya dönüştüğünü yıllar önce şu şekilde özetlemişti: “Pozitif olmak bize artık sadece ‘normal’ değil, aynı zamanda ‘olması gereken’ gibi geliyor yani öyle olmalısın.”
Günümüzde “norm” hâline gelmiş bu beklenti, duygusal yelpazenin “olumsuz” yarısını (öfke, üzüntü, yas, kaygı) görünmez kılmaya çalışıyor. Oysa bu duygular, psikolojide adaptif sinyaller olarak tanımlanır; bastırıldığında değil, dinlendiğinde sağaltıcıdır.
2024 tarihli bir sosyal medya içerik analizi, “pozitif psikoloji” temalı sayfaların kullanıcıyı “toplumsal olandan yalıtarak bireyselleştirdiğini” gösteriyor; paylaşımlar, daima neşeli, başarı odaklı ve kendi kaderinden tek başına sorumlu bir özneyi idealize ediyor (Pusat ve Özalp, 2023). Bu kurguda düşmek, yas tutmak ya da yardım istemek zayıflık kabul ediliyor. Kısacası platform, içeriği filtreleyerek “ne hissetmen gerektiğine” dair görünmez bir senaryo yazıyor.
Baskının Psikopolitik Arka Planı
Felsefeci Byung-Chul Han çağımız insanını şöyle tarif eder:
“Today, everyone is an auto-exploiting labourer in his or her own enterprise.”
— The Burnout Society, 2010
Türkçesiyle: “Bugün herkes, kendi işletmesinde kendini sömüren bir işçidir.” Bu “kendini sömürme”, zehirli pozitiflik buyruğuyla el ele gider; çünkü negatif duygular “verimsiz” sayılır. Wegner’in ironi kuramı da gösteriyor ki “Negatif düşünme!” baskısı, zihni tam da o düşüncelerle meşgul eder ve kaygıyı büyütür.
Bastırmanın Psikolojik Bedeli
Zehirli pozitiflik bireyi öyle bir yere iter ki, sonunda “üzgünüm”, “kırıldım”, “yorgunum” gibi duygular bile dile getirilemez hâle gelir. Duygular bastırıldıkça zihinsel enerji, onları bastırmaya harcanır. Oysa duygular, bastırıldıkça değil, kabul gördükçe iyileşir. Psikanalizde bu mekanizmaya “bastırma (repression)” denir ve en çok da öfke, yas, kaygı, korku gibi sosyal olarak “rahatsız edici” görülen duygular bastırılır.
Ancak bu bastırma süreci, zamanla kendini fiziksel semptomlar (baş ağrısı, mide problemleri), duygusal dalgalanmalar (ani öfke patlamaları, sebepsiz ağlama krizleri) ya da ilişkisel kopukluklar olarak dışa vurur. Carl Jung’un dediği gibi:
“Bastırılan her şey, bir gün başka bir biçimde geri döner.”
Sahte mutluluk kültüründe üzülmek bile ayıplanırken, birey kendi duygularını önce küçümsemeye, sonra reddetmeye başlar. Bu da uzun vadede duygusal yabancılaşma ve benlikten kopuş yaşanmasına neden olur. Bastırılmış duyguların taşıdığı bu sessiz yük, insanın hem iç huzurunu hem de psikolojik dayanıklılığını kemirir.
- Zoraki Neşenin Yan Etkileri: Sürekli gülümsemek, gerçek duyguları inkâr etmek demektir. Araştırmalar, bastırılmış üzüntünün depresif belirtileri artırdığını gösteriyor.
- Öz-suçlama: Zehirli pozitiflik kültürü bireylere şunu fısıldar: “Yeterince istersen her şey mümkün!” Bu cümle ilk bakışta umut verici gibi görünse de, ardında oldukça tehlikeli bir zihinsel tuzak barındırır: sorumluluğun tüm yükünü bireye yüklemek. Bu gibi algılar zamanla bireyin kendi içinde kendinden şüphe etmesine neden olur, birey yapamadığı her şey için kendisini suçlamaya başlar.
- Duygusal Uyuşma (Emotional Numbing): “Sorununu büyütme, pozitif ol!” cümlesi, kişi daha cümlesini bitirmeden empati kapısını kapatır.
Gerçekçi Olumlama ve Kırılganlık
Pozitiflik yerine gerçekçi olumlama (realistic optimism) kavramını öneren terapistler, duyguların “artı-eksi” olarak etiketlenmeden kabul edilmesini savunur.
“Kırılganlık cesarettir. Kırılganlık, yenilik, yaratıcılık ve değişimin doğduğu yerdir.”
— The Gifts of Imperfection
Yani cesaret, “asla üzülmemek” değil; üzüntüyü inkâr etmeden, onunla birlikte yürüyebilmektir.
Ne Yapmalı?
- Duygu Günlüğü Tut: Kendine “Bugün gerçekten nasılım?” sorusunu sor ve cevabını saklamadan yaz.
- Duygu Dilini Genişlet: “İyiyim-kötüyüm” ikiliğini bırak; şaşkın, yorgun, huzursuz gibi sözcüklerle duygu dilini genişlet.
- Empatik Paylaşım: Yakın çevrende “hep güçlü görün” kültürünü değil, duyguların açıkça konuşulduğu alanlar kur.
- Sosyal Medya Detoksu: İlham vermeyen, aşağılık duygusu yaratan sahte mutluluk pozlarından bilinçli uzak kal.
- Profesyonel Destek: Kalıcı sıkışma hissinde bir psikologla çalış; negatif duygular patoloji değil, işarettir.
Son Söz
Sahte mutluluk kültürü, bir yandan içsel fırtınaları susturur gibi görünürken diğer yandan psikolojik anemi yaratır: duyguların rengini soldurur, empatiyi zayıflatır, toplumsal dayanışmayı çürütür. Gerçek mutluluk ise gülümsemeyi yas haline getirmekte değil; yas tutmayı, öfkelenmeyi, korkmayı da insanca kucaklamaktadır. Zehirli pozitiflik zorunluluğunun üzerine bir parantez açıp, duyguların tüm tonlarını kabul ettiğimizde yalnız kendimize değil, çevremize de sahici bir nefes alanı açmış oluruz.
“Belki de en ‘pozitif’ eylem, zaman zaman üzülmeye izin verecek kadar gerçekçi olmaktır.”
👏
Oldukça başarılı ve güzel yazılmış bir makale. Günümüz toplumundaki önemli sorunlardan birine değiniyor. Kesinlikle dikkatle okunup anlaşılması gereken bir yazı. Tebrik ediyorum. 👏👏👏