Bir şeyi neden istediğinizi hiç düşündünüz mü? Neden git gide hepimizin aynı şeyleri istediği bir dünyada yaşıyoruz? Aynı burunlar, aynı kıyafetler, aynı pozlar hatta aynı espriler… Çoğumuz bu isteklerin, kendi öz benliğimizden geldiğine inanıyoruz. Ancak Fransız filozof René Girard’a göre, bu durum böyle değil. Arzularımız aslında bize ait değiller.
Mimetik Arzu
İnsana dair en çarpıcı hakikat, özünde neyi arzulayacağını bilmeden yaşamasıdır. Arzularımız, temel ihtiyaçlarımız gibi doğuştan gelmez. Neyin arzulanmaya değer olduğunu insanları gözlemleyerek ve taklit ederek öğreniriz.
Bizi ilgilendiren nesnenin kendisi değil, nesnenin başkaları tarafından ne ölçüde arzulandığıdır. Çekici bir elbise ve topuklu ayakkabılarla güzel görünen bir kadın gördüğümüzde aslında ayakkabıyı ya da elbiseyi arzulamayız. Bize çekici gelen temsil ettiği imajdır. Bu ürünleri satın aldığımızda kendimizi daha çekici, daha güçlü ya da “daha iyi bir versiyon” haline geleceğimiz yanılgısına kapılırız.
Bu yalnızca nesneye sahip olma isteği değil; başkasının o nesneye yüklediği değere ve anlama duyulan özlemdir. Girard’a göre, arzularımızın bize ait olduğu varsayımı romantik bir yalandır.
Modellerin Rolü
Peki herkesi körü körüne taklit eder miyiz? Taklitçi arzular var olmak için bir modele ihtiyaç duyar. Farkında olmadan başarılı ve çekici bireylere yöneliriz.
Arzunun dışsal aracıları, Michael Jordan, Steve Jobs ve Oprah Winfrey gibi çocukluğumuzdan bu yana başarılarıyla bize ilham veren idolleştirdiğimiz kişilerdir. Bu insanlarla rekabet edemeyiz. Onlar bizim arzularımızı etkileyebilir ancak biz onlarınkini etkileyemeyiz.
Arzunun içsel aracıları ise; aile, arkadaşlar, partner ve iş arkadaşlarımız gibi etkileşim içerisinde olduğumuz yakınımızdaki insanlardır.
Hayranlıktan Düşmanlığa
Bir şeyleri kaçırma korkumuz, kaygı, hayal kırıklığı ve kıskançlığın ilk kıvılcımıdır. Birden fazla kişi aynı hedefi arzuladığında hayranlık rekabete dönüşür.
Bizden daha çok ilgi gördüğüne inandığımız kardeşimiz, hemcinslerimize rekabet etmek için peşi sıra geçirdiğimiz estetik operasyonlar, bizden daha iyi bir kariyere sahip meslektaşlarımız…
Onların başarısı, bizim başarıya ulaşma ihtimalimize gölge düşüren bir tehdit gibidir. Kimi zaman nesnenin peşinde koşarken, diğerlerinin nesneye sahip olmak için başvurduğu saldırgan stratejileri de taklit ederek yolumuzu kaybederiz. Artık önemli olan, nesneye sahip olmaktan çok sahip olmak isteyen ötekileri alt etmektir.
Başarısız olmasını en çok arzu ettiğimiz kişiler bizim mimetik arzularımızı yansıtan rakiplerimizden başkası değildir.
Sosyal Medya Etkisi
Instagram, TikTok ve Facebook gibi platformlarda maruz kaldığımız trendler, filtreli fotoğraflar ve “mükemmel” hayatlar… Sanıyorum ki hepimiz, git gide aynılaşmamızın etkisinde sosyal medyanın payını farkındayız.
Bu içerik bombardımanına maruz kalmak kıyaslamayı arttırarak kaygıyı tetikliyor. Kendimizi yetersiz hissederek rekabeti körüklüyoruz. Gerçekçi olmayan beklentilere kapılıyoruz.
Bir “aynılık krizi” olarak tanımlayabileceğimiz bu durum herkesi birbirine benzemeye zorluyor. Diğerlerinden bağımsız var olmaya çalışan farklı insanları ise “öteki” olarak nitelendiriyoruz.
Bu da Freud’un “küçük farklılıkların narsizmi” olarak adlandırdığı duruma yol açıyor. Bu noktada, her zamankinden daha fazla hayatımızın içinde olan sosyal medyanın etkilerini farkına varmak ve sürüye direnerek kendi yolumuza dönmek kendimiz için değerli bir adım niteliği taşıyor.
Mimetik Arzuların Dünyasında Gezinmek
Kendi içimize dönmek ve mimetik arzuların etkisine direnmek için kendimize sorabileceğimiz bazı sorular:
-
Bu arzu nereden geliyor? Gerçekten içsel bir gereksinimden mi yoksa dışsal etkenlerden (reklamlar, sosyal baskılar, taklit vb.) mi kaynaklanıyor?
-
Bu arzu sizi hangi davranışlara yönlendiriyor? Onu tatmin etmek için hangi adımları atmanız gerekecek? Bu adımların etik sonuçları neler olabilir? Başkalarını ya da çevrenizi nasıl etkileyebilir?
-
Bu arzunun olası sonuçları neler? Tatmin ettiğinizde kısa vadede ne hissedeceksiniz? Uzun vadede bu durum hayatınızı nasıl etkileyecek?
-
Bu arzunun altında yatan gerçek ihtiyacınız ne olabilir?
Bazen yüzeydeki bir arzu, daha derin ve karşılanmamış bir ihtiyacın (sevgi, kabul edilme, güvenlik, anlam vb.) bir yansıması olabilir. Bu durumda, asıl ihtiyacınızı anlamak ve onu daha sağlıklı yollarla karşılamak daha önemlidir.
Sonuç: Gerçek Özgürlüğün Başlangıcı
Mutsuzluğumuz çoğunlukla, bize ait olmayan arzuların peşinden gitmekten doğar. Arzularımızın bizi nereye sürüklediğini fark ettiğimizde, gerçek dönüşümün eşiğine varırız.
Tanıdık ve güvenli sulardan ayrılır, otantik benliğimizin derinliklerine doğru cesur bir adım atarız. Bu adım, içimizdeki potansiyeli keşfetmeye, yaşamımıza anlam katmaya ve kendi ışığımızla aydınlanmaya açılan bir kapıdır.
Her adım, ruhumuzla sessiz bir buluşmadır; kendi yolumuzu çizmenin, içsel ışığımızı bulmanın ve kendi varoluşumuzu anlamla doldurmanın davetidir. Belki de gerçek özgürlük, neyi istediğimizi fark etmekle başlar.