Merhaba sevgili okuyucu, kısa bir aradan sonra tekrardan birlikteyiz. Koca bir yazı geride bıraktık ve artık sonbahardayız. Yapraklar yavaşça sararmaya başladı, bulutsuz ve pürüzsüz gökyüzü yerini kasvetli, gri bulutlara bıraktı. Sokaklar ağaçlardan düşen yapraklarla dolup taşıyor. Sonbahar ise rüzgârıyla, dökülen yaprakları toplayıp görünmez bir kütüphaneye göndermekle meşgul. Her yaprak, unutulmuş, affedilmemiş, çok sevilmiş bir anının sessiz mektubu gibi; kimisi kahkaha dolu, kimisi hüznün gözyaşlarıyla ağırlaşmış. Yürürken, rüzgârın taşıdığı bu yaprakları fark ettim; fark ettim ki, her biri bilinçaltımın bana gönderdiği bir mesajdı. Düşen yapraklar, yalnızca doğa ananın bahar temizliği değil, aynı zamanda bilinçaltımın sessiz mektuplarını yansıtıyordu; bazı düşünceler sessizce kaybolurken, bazıları rüzgârla birlikte tekrar yüzeye çıkıyor, farkına varmadığım, unuttuğum belki de tekrardan hatırlamam gereken ama korktuğum duyguları gün ışığına çıkarıyordu. Sonbaharın soğuk ve yumuşak ışığı, geçmişin ağırlığını hafifletiyor, kaybolan umutları ve unutulmuş hisleri nazikçe bana sunuyordu. İçimde uzun zamandır farkına varmadığım duygu ve hatıralar uyanıyor, geçmiş ile şimdi arasında ince, görünmez bir köprü kuruluyordu; her adımda, kendi içsel kütüphanemde dolaşıyor, yaprakların taşıdığı hikâyelerle yüzleşiyordum. Derken aklıma siz geldiniz. Sonbahar, eminim bu hüzünlü, kasvetli bir o kadar yağmurlu havasıyla kahvenizi elinize verip sizi de kabuğunuza çektirmiştir. Hislerinizi uyandırmıştır. Peki sonbahar, bir mevsim bunu nasıl yapabilir?
Sonbaharın Ruhumuzu Uyandırışı
Sonbahar, doğanın sararan yapraklarıyla birlikte ruhumuzda da bir dönüşüm başlatır. Güneş ışığının azalması, günlerin kısalması ve doğanın hüzünlü sessizliği, bizi bilinçaltımızın derinliklerine inmeye davet eder. Bu mevsim, sadece dış dünyamızda değil, iç dünyamızda da bir uyanış yaratır.
Günler artık kısalıyor sevgili okuyucu. Güneşi daha az görmeye başlıyoruz. Bulutlar ise hüzün dolu yükleriyle her an yeryüzüne inmeye hazır bekliyorlar. Tüm bunlar olurken güneşte ısınan bedenimiz ve ruhumuz ise ritminde bir bozukluk hissediyor. Serotoninlerimiz bizden adım adım uzaklaşıyor yani mutluluk hormonlarımız. Güneş ve mutluluk hormonları doğru orantılı çalışıyor. Güneş bizden uzaklaştıkça serotonin de bizden uzaklaşıyor ve depresif modumuz ortaya çıkıyor. Tahmin edersiniz ki bu da anılarımızdan en hüzünlendiklerimizi bilinçaltımızdan çekip çıkarır. Sonbahar, bilinçaltındaki bastırılmış duyguları yüzeye çıkarmaya yardımcı olur. Eğer unutmak istediğiniz ya da hatırlamak istemediğiniz anılarınız varsa sevgili okuyucularım, hazır olun; bilinçaltınız size tüm güzelliklerini sunmak için kollarını sıvadı.
Sonbahar ve yaprakları, bilinçaltımızın derinliklerinden fısıldayan sessiz mektuplar gibidir; Jung’un arketipleriyle eski duygular yeniden uyanır, gözden kaçan hisler yavaşça gün ışığı olur. Artık ruhu aydınlatan güneş değil hislerin yarattığı gün ışığıdır. Erikson’un yorumsuz kaldığını düşünürseniz kırılırız. Erikson: adımlarımız geçmişin gölgelerinde dolaşmaya başlar, içsel birtakım münakaşalar yapar; kaybolmuş anılar ve tamamlanmamış hikâyeler sessiz bir hesaplaşma çağrısında bulunur. Ve Seligman’ın öğrettiği gibi, bu anlarda farkındalık doğar; hüzün ile umut arasında ince bir köprü kurulur, her nefes ruhun yeniden doğuşuna açılan bir pencere olur. Sonbahar, zihnimizin karmaşık labirentlerinde yolumuzu gösteren bir ayna, çok katmanlı ve sessiz bir rehberdir; her yaprakta ya tebessüm ederiz ya da hüzünleniriz.
Yaprakların Sessiz Mektupları
Rüzgârın kütüphanesinde dalından düşen her yaprak, ayrı bir mektup gibidir. Kimisi ruhumuzu paramparça eden bir anının ağırlığını taşır; yarım kalmış cümlelerin, yitirilmiş sevgilerin ve sessiz vedaların yankısını getirir. Kimisi çocukluğun dolu, masum kahkahalarını hatırlatır; okul yolunda toplanan yaprak yığınlarının arasında kaybolan saf sevinci. Bazılarıysa umutla aydınlanır; toprağa düşerken yeni filizlere yer açar, bize her sonun aynı zamanda bir başlangıç olduğunu fısıldar.
İnsan ruhu da bu yapraklar kadar çeşitlidir. Hüzünle sevinç, kayıpla umut, suskunlukla coşku, aşkla ayrılık aynı dallarda yan yanadır. Jung’a göre, her yaprak ruhun derinliklerinden ya karanlığı çağırır ya da kahramanı. Erikson’a göre, “Neyi geride bırakıyorum, neyi geleceğe taşıyorum?” sorusu yapraklarla birlikte önümüze düşer. Ve Seligman der ki, bu yaprakların arasına dikkatle bakarsak yalnızca kayıpları değil; aynı zamanda şükranı, yeniden başlama ihtimallerini ve hayatın hâlâ akmakta olduğunu da görürüz. Ayağımızın altında hışırdayan her yaprak, aslında canlı olduğumuzu, döngünün kesintisiz bir parçası olduğumuzu hatırlatır.
Evet sevgili okuyucu, sonbahar bu yüzden yalnızca bir mevsim değildir. Sonbahar, rüzgârın kütüphanesinin koruyucusudur. Zırhları kuvvetlidir bu kütüphanenin. İçeri girmek sandığınızdan daha zordur. Adeta ruhunuzu hapseder düşen her yaprağa. Hüznü hatırlatır çünkü size, kayıplarınızı ve en çok da umudunuzu. Ruh bilir ki sonun olduğu her yerde yeni bir başlangıç vardır. Son, yeni bir umuttur. Unutulanları hatırlatır. Bazen sevinci, bazen hüznü, bazen korkuları, bazen aşkı… Ve rüzgâr her estiğinde, bu kütüphane yeniden canlanır, yapraklar teker teker düşmeye başlar dallardan, uçuşurlar etrafımızda; geçmişle bugün arasında köprüler kurar, bizi ruhumuzla buluştururlar.
Yani sevgili okuyucu, derdi yoktur sizinle sonbaharın, yaprakların, kasvetli havaların ya da yüklü bulutların; aslolan hatırlattığı anılar ve hislerdir yaprakların. Sizlere kütüphanenizde keyifli okumalar dilerim. Önünüze düşen her yaprağa dokunun, okuyun ve kucaklayın hepsini. Tıpkı kahkahalarla arasında kaybolmak için okul yolunda topladığınız yapraklar gibi. Saf sevginizi hep hatırlamanız dileğiyle, kucak dolusu yapraklar gönderiyorum size. Hoşça kalın.