Bireylerin bebeklik dönemleri, psikososyal gelişim düzeyi açısından en kritik dönem olarak kabul edilir. Bu dönemde gelişen bağlanma stilleri, çocukların duygusal düzenleme kapasitelerini, yaşam boyu kurduğu ilişkilerdeki tutum ve stresle başa çıkma becerilerini doğrudan etkilemektedir. Bağlanma, bir çocuğun bakım verenle kurduğu duygusal bağı temsil etmektedir. John Bowlby’ye göre bu bağ bebeklerin hayatta kalmaları ve dünyayı daha güvenli bir yer olarak algılamalarında kritik bir rol oynamaktadır (Bowlby, 1969). Bağlanma teorisine göre bağlanma stilleri dört ana grupta incelenmiştir. Mary Ainsworth bu kuramı güvenli bağlanma, kaçınan bağlanma, kaygılı bağlanma ve düzensiz bağlanma olarak dört ana grupta toplamıştır.
Güvenli bağlanma stilinde, çocuk bakım verene güven duymaktadır. Ayrılıklarda huzursuz olsa bile bakım veren geri döndüğünde kolayca sakinleşir. Bu tarz bağlanma stili tutarlı ve duyarlı bakım verenle birlikte gelişmektedir. Kaçınan bağlanma stilinde, bebek bakım verenden ayrıldığında çok az tepki verir, geri döndüğünde ise yakınlık kurmaktan kaçınır. Genellikle duygusal mesafeli ebeveynlik ile ilişkilidir. Kaygılı bağlanma stilinde, bakım veren ayrıldığında bebek aşırı kaygılı bir tutum sergiler, geri döndüğünde ise bu kaygı bakım verene öfke olarak yansıyabilir. Bu davranış genel olarak tutarsız ebeveyn davranışlarıyla açıklanabilir. Düzensiz bağlanma stilinde ise bebekler kararsız veya dona kalmış ifade sergileyebilirler. Bu davranış stili genel olarak ihmalkâr davranışlar ve travmatik deneyimlerle ilişkilidir (Ainsworth ve ark., 1978).
Bağlanma stillerinin gelişiminde çevresel faktörlerin yanı sıra genetik yatkınlıkın da önemli rol oynadığı son yıllarda yapılan çalışmalarda ortaya konmuştur. Bu alandaki araştırmalar özellikle üç temel genetik bileşen üzerinde yoğunlaşmaktadır. Serotonin taşıyıcı gen (5-HTTLPR), kısa aleli taşıyan bireylerde stres karşısında daha yoğun tepkiler ve güvensiz bağlanma eğilimleri göstermiştir (Uher, 2014). Dopamin reseptör genleri (DRD4), duygusal düzenleme ve dikkat süreçleri ile ilgilidir. Yapılan bir araştırmaya göre 7-repeat aleli taşıyan çocuklar, çevresel koşullara karşı daha duyarlı olduğu bulunmuştur (Bakermans-Kranenburg & Van IJzendoorn, 2006). Oksitosin reseptör genleri (OXTR) ise огою bağlanma ve empati ile ilişkilenmektedir. OXTR genindeki belirli polimorfizmler, sosyal duyarlılık ve bağlanma tarzını etkilemektedir (Saphire-Bernstein ve ark., 2011).
Epigenetik araştırmalar, erken dönemde yaşanan ebeveyn-bebek etkileşimlerinin gen faktörlerini değiştirebileceğini göstermektedir (Meaney, 2010). Örneğin bakım verenin çocuğa sevgiyle yaklaşması, genetik olarak strese yatkın bir bebekte güvenli bağlanmayı mümkün kılabilir. Öte yandan erken çocukluk dönemi, bireyin gelişim sürecince kalıcı etkiler bırakabilecek biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerin birleştiği kritik bir evredir. Bu dönemde çocukta yaşanan travmatik deneyimler genetik düzeyde izler bırakabilir. Erken çocukluk dönemi, beyin gelişiminin en hızlı olduğu dönemlerden birisidir. Özellikle beynin gelişen bölgeleri stres ve travmalara karşı oldukça hassastır. Bu hassaslık beyinde kalıcı değişikliklere yol açabilir. Erken dönem travmalar özellikle beynin limbik sisteminde kalıcı değişikliklere yol açabilir (Teicher ve ark., 2002).
Erken çocukluk travmaları, bağlanma ve güvenlik üzerindeki olumsuz etkisi hipokampus gelişimini etkileyebilir. Hipokampus, duygusal hafızanın düzenlenmesinde ve anıların işlemlerinde kritik bir rol oynamaktadır. Erken dönem travmatik deneyimler, hafıza ve stres yönetimi becerilerinin bozulmasına yol açabilir (Bremner, 2006). Ayrıca erken dönem travmatik deneyimler, prefrontal korteksin işlevini bozarak bireylerin duygusal ve bilişsel süreçlerini daha zor yönetmelerine neden olabilir. Prefrontal korteks, planlama ve karar verme süreçlerinde yer alır. Buradaki bozulma depresyon, anksiyete ve diğer psikolojik bozukluklarla ilişkilendirilir (Hart ve ark., 2012). Öte yandan erken dönem travmaları, amigdala aktivitesini artırabilir. Bu durum duygusal durumlarda aşırı tepki verme, aşırı korku ve anksiyete gibi patolojik rahatsızlıkların gelişmesine neden olabilir (Phelps, 2005). Uzun vadede, amigdala ve prefrontal korteks arasındaki etkileşim dengesizliği bireylerin stresle başa çıkma tutumları ve davranışlarını olumsuz şekilde etkileyebilir.
Erken çocukluk travmaları, yapılan araştırmalarda yalnızca beyin yapısını değil aynı zamanda genetik materyali de etkileyebileceği bulunmuştur. Çevresel stres faktörleri özellikle erken dönemde genetik materyalin epigenetik değişikliklere uğramasına yol açabilir. Oksitosin reseptör genleri (OXTR), sosyal bağlanma ve empati ile ilişkilendirilen bir hormondur. Bu genlerdeki değişiklikler, bireyin sosyal bağlar kurma becerilerini, empati ve stresle başa çıkma mekanizmalarını etkileyebilir. Erken dönem çocukluk travmaları bu genler üzerinde değişikliklere sebep olabilir. Travmaların etkisiyle bireylerin yetişkinlik dönemlerinde güven sorunları yaşamalarına sebep olabilir (Rodrigus ve ark., 2009). Ayrıca serotonin taşıyıcı gen (5-HTTLPR) geninin kısa aleli, genetik bir yatkınlıkla beraber stresli ortamlarda ve travmatik deneyimlerde aşırı hassasiyet gösterilmesine yol açabilir. Erken dönemde yaşanan travmalar, bu genetik yatkınlıkı güçlendirebilir. Bu genetik varyant bireylerde depresyon ve anksiyete gelişiminde rol oynayabilir (Caspi ve ark., 2003). Öte yandan dopamin, öğrenme ve ödüllendirme ile ilgilidir. DRD4 genindeki varyasyonlar, çevresel stresle birleştiğinde kişilerin stres karşısındaki tutumları ve tepkilerini etkileyebilir. Erken çocukluk travmaları bu stres faktörlerini genetik yatkınlıklarla birlikte şekillendirerek bireyin stresle başa çıkma biçimlerini, ayrıca sosyal ilişkilerini etkileyebilir (Bakermans-Kranenburg & Van IJzendoorn, 2006). Başka bir araştırmada da erken yaşlarda yaşanan travmalar, çevresel faktörlerin genetik materyali değiştirmesi yoluyla, bireyin stresle başa çıkma becerisini uzun vadede etkileyebildiği görülmüştür (Meaney, 2010).
Duygusal bağlanma, kişinin erken yaşlardan itibaren kurduğu çevresel etkileşim ve sosyal ilişkilerinin temelini oluşturur. Oksitosin ve kortizol bağlanma süreçlerine etki eden iki önemli biyolojik bileşiktir. Oksitosin, sosyal bağları güçlendiren ve empatiyi artıran bir hormon olarak bilinirken, kortizol stres yanıtı ile ilişkili olan bir hormondur.
Oksitosin, beyinde sosyal etkileşimleri düzenleyen ve bireyler arasında güven oluşturan bir hormon olarak tanımlanır (Bosch ve Young, 2017). Özellikle annenin bebekle’s kurduğu duygusal bağ, oksitosin düzeyleriyle ilişkilidir ve bu bağ, çocuğun duygusal gelişiminde kritik bir rol oynamaktadır (Feldman, 2012). Oksitosin reseptörlerinin genetik varyasyonları, bağlanma stillerini ve bireylerin sosyal bağ kurma kapasitesini etkilemektedir. Oksitosin reseptör genindeki belirli polimorfizmler, bireylerin stresle başa çıkma biçimlerini ve sosyal etkileşimlerini değiştirebilir (Rodrigues ve ark., 2009). Erken dönemde yaşanan travmalar ve duygusal ihmaller, oksitosin sisteminde epigenetik değişikliklere yol açarak, bireylerin gelecekteki ilişkilerindeki güven sorunlarını etkileyebilir.
Kortizol, vücudun stres yanıtını düzenleyen bir hormondur. Erken çocukluk dönemindeki stresli deneyimler, kortizol düzeylerini etkileyebilir ve bu durum, duygusal bağlanma süreçlerinde uzun vadeli değişikliklere yol açabilir (Gunnar & Quevedo, 2008). Normalde, kortizol seviyesi bir stres durumunun ardından yükselir, ancak sürekli yüksek kortizol düzeyleri, stresle başa çıkma becerilerini zayıflatabilir ve güvenli bağlanma süreçlerini olumsuz etkileyebilir. Erken yaşlarda sürekli olarak yüksek kortizol düzeylerine maruz kalan bireylerde, beyin yapısında ve işlevlerinde kalıcı değişiklikler görülebilir. Özellikle limbik sistem ve prefrontal korteks gibi bölgelerdeki değişiklikler, duygusal düzenleme ve sosyal bağlanma becerilerini bozabilir (Teicher ve ark., 2002). Ayrıca, kortizolün yüksek düzeyde olması, oksitosin düzeylerinin düşmesine neden olabilir ve bu durum, bireylerin sosyal ilişkilerdeki güvenlik duygularını olumsuz yönde etkileyebilir.
Oksitosin ve kortizol düzeyleri, yalnızca biyolojik süreçler değil, aynı zamanda epigenetik mekanizmalar aracılığıyla da duygusal bağlanma süreçlerini şekillendirebilir. Erken yaşlardaki stresli deneyimler, oksitosin ve kortizol sistemlerini epigenetik olarak etkileyebilir, bu da gelecekteki bağlanma stillerini ve duygusal düzenleme becerilerini değiştirebilir. Epigenetik değişiklikler, bireylerin duygusal bağlanmalarını ve ilişkilerindeki güveni yeniden şekillendirebilir. Bu bağlamda, oksitosin ve kortizol sistemlerinin epigenetik etkileri, duygusal bağlanma süreçlerinin biyolojik temellerini anlamamızda kritik bir rol oynar.
Oksitosin ve kortizol düzeyleri, duygusal bağlanma sürecinde karşılıklı etkileşim içindedir. Oksitosin, genellikle stres yanıtlarını düzenlemeye yardımcı olarak kortizol düzeylerinin kontrolüne katkı sağlar (Heinrichs ve ark., 2003). Oksitosin düzeyleri yüksek olan bireylerde, stresle başa çıkma kapasitesi daha yüksektir ve bu durum güvenli bağlanma süreçlerini destekler. Öte yandan, kortizol düzeylerinin yüksek olduğu bireylerde, oksitosin sisteminin etkisi azalabilir ve bu durum bağlanma ilişkilerinde güvensizlik yaratabilir. Erken dönemde yaşanan stres, bu iki hormonun etkileşimini bozarak bireylerin sosyal bağlanma kapasitesini olumsuz etkileyebilir. Ayrıca, oksitosin ve kortizol sistemlerinin arasındaki denge, bireylerin yaşam boyu ilişkilerindeki güven duygusunu ve duygusal sağlığını etkileyebilir.
Kaynakça
Ainsworth, M. D. S., Blehar, M. C., Waters, E., & Wall, S. (1978). Patterns of attachment: A psychological study of the strange situation. Lawrence Erlbaum Associates.
Bakermans-Kranenburg, M. J., & van IJzendoorn, M. H. (2006). Gene–environment interaction of the dopamine D4 receptor (DRD4) and observed maternal insensitivity predicting externalizing behavior in preschoolers. Developmental Psychobiology, 48(5), 406–409. https://doi.org/10.1002/dev.20141
Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Vol. 1. Attachment. Basic Books.
Bremner, J. D., Narayan, M., Staib, L. H., Southwick, S. M., McGlashan, T., & Charney, D. S. (2003). MRI and PET study of deficits in hippocampal structure and function in women with childhood sexual abuse and posttraumatic stress disorder. American Journal of Psychiatry, 160(5), 924–932. https://doi.org/10.1176/appi.ajp.160.5.924
Bosch, O. J., Young, L. J. (2017). Oxytocin and Social Relationships: From Attachment to Bond Disruption. In: Hurlemann, R., Grinevich, V. (eds) Behavioral Pharmacology of Neuropeptides: Oxytocin. Current Topics in Behavioral Neurosciences, vol 35. Springer, Cham. https://doi.org/10.1007/7854_2017_10
Caspi, A., Sugden, K., Moffitt, T. E., Taylor, A., Craig, I. W., Harrington, H., … & Poulton, R. (2003). Influence of life stress on depression: Moderation by a polymorphism in the 5-HTT gene. Science, 301(5631), 386–389. https://doi.org/10.1126/science.1083968
Feldman, R. (2012). Oxytocin and social affiliation in humans. Hormones and Behavior, 61(3), 380–391. https://doi.org/10.1016/j.yhbeh.2012.01.008
Gunnar, M. R., Quevedo, K. M. (2008). Early care experiences and HPA axis regulation in children: a mechanism for later trauma vulnerability. Prog Brain Res, 167, 137–149. doi: 10.1016/S0079-6123(07)67010-1. PMID: 18037012; PMCID: PMC5854878.
Hart, H., Boedhoe, P. S., & McGuire, P. (2012). Reduced Medial Prefrontal Cortex Volume in Adults Reporting Childhood Emotional Maltreatment. Biological Psychiatry, 72(11), 830–838. https://doi.org/10.1016/j.biopsych.2012.05.016
Heinrichs, M., Baumgartner, T., Kirschbaum, C., Ehlert, U. (2003). Social support and oxytocin interact to suppress cortisol and subjective responses to psychosocial stress. Biol Psychiatry, 54(12), 1389–1398. doi: 10.1016/s0006-3223(03)00465-7. PMID: 14675803.
Meaney, M. J. (2010). Epigenetics and the biological definition of gene × environment interactions. Child Development, 81(1), 41–79. https://doi.org/10.1111/j.1467-8624.2009.01381.x
Phelps, E. A. (2005). Emotion and cognition: Insights from studies of the human amygdala. Annual Review of Psychology, 57, 27–53. https://doi.org/10.1146/annurev.psych.56.091103.070234
Rodrigues, S. M., Saslow, L. R., Garcia, N., John, O. P., Keltner, D. (2009). Oxytocin receptor genetic variation relates to empathy and stress reactivity in humans. Proc Natl Acad Sci U S A, 106(50), 21437–21441. doi: 10.1073/pnas.0909579106. Epub 2009 Nov 23. PMID: 19934046; PMCID: PMC2795557.
Saphire-Bernstein, S., Way, B. M., & Inglehart, D. L. (2011). Oxytocin receptor gene (OXTR) polymorphisms are associated with social bonds and affiliation in humans. Science, 332(6029), 1347–1350. doi: 10.1073/pnas.1113137108. Epub 2011 Sep 6. PMID: 21896752; PMCID: PMC3174632.
Teicher, M. H., Andersen, S. L., Polcari, A., & Navalta, C. P. (2002). Developmental neurobiology of childhood stress and trauma. Psychiatric Clinics of North America, 26(2), 345–367. doi: 10.1016/s0193-953x(01)00003-x. PMID: 12136507.
Uher, R. (2014). Gene-environment interactions in common mental disorders: an update and strategy for a genome-wide search. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol, 49(1), 3–14. doi: 10.1007/s00127-013-0801-0. Epub 2013 Dec 10. PMID: 24323294.