İnsan davranışlarını açıklayabilmek ve psikolojik süreçleri anlamak için bazı temel yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bu yaklaşımlar, bireyin gelişim süreçlerini ve içsel duygu durumlarını çözebilmek ve açıklamak için psikoloji dünyasında önemli bir yer tutar. Bu bağlamda, Sigmund Freud tarafından geliştirilen Dürtü Kuramı ve kuramın temellerini atan Melanie Klein’in Nesne İlişkileri Kuramı yol gösterir.
Dürtü Kuramı ve Freud’un Katkıları
Nesne İlişkileri Kuramı, Melanie Klein ile özdeşleşmiş olmasına rağmen, nesne kavramı psikanalitik kuram içindeki kavramı ilk kez Sigmund Freud tarafından Dürtü Kuramı açıklanırken kullanılmıştır. Freud, dürtülerden ilk kez Cinsellik Üzerine Üç Deneme makalesinde yer verir ve dürtüsel yaşantının çocuğun dünyaya gelmesiyle başladığını belirtir.
Bu Dürtü Kuramına göre, kişinin nevrozu, bastırılmış bir gerçek anının sonucu olarak oluşur. Sonrasında Freud, bu fikrini değiştirir ve bu nevroza neden olan anının yalnızca gerçek anı ile meydana gelmeyeceğini; bilinçdışında olan düşlemsel travmaların da bu nevrozu oluşturabileceğini söyler.
Çocukluk döneminde öğrenilmiş olan bu haz, bedenin tümünü kapsamaz ve bedenin çeşitli bölgelerinde kısmen yaşanır. Bu dönemin ilk adımı, bebeğin ağız yoluyla erotik haz aldığı oral dönemdir. Ağızdan hem doyum hem de cinsel haz yaşanır. Sonrasında, bu oral dönemden alınan haz, anal bölgeye geçer. Genital dönemde ise çocuk, cinsel organının farkına varmış olur. Kısmi hazlar, ergenlik dönemi ile birlikte cinsel hazlarla bedende bütün olarak yaşamaya başlar; insan, bu haz veren kısmi bölgeleri bırakır. Bu hazlar bastırılır ve nevrozu oluşturur.
Ayrıca, süperego kavramını fallik dönemdeki çocuk tarafından içselleştirilmiş bir ebeveyn sesi olarak tanımlamış ve süperegonun dürtüleri erteleyip düzenlemesindeki değişiminde nesne ilişkileri etkisini vurgulamıştır.
Nesne İlişkileri Kuramı ve Melanie Klein
Bu kuramlara bazı diğer psikanalistler de ortak olup derinleştirmişlerdir. Freud’un nesne olarak adlandırdığı libido/libidinal nesneler, kuramcıların da katkılarıyla agresif nesneler ile genişletilmiştir. Bu kuramı ilk ele alan Freud olsa da, terimi kavramsal olarak kullanan kişi Melanie Klein’dır. Dürtü Kuramından İlişkisel Kurama geçiren temel teorisyen odur.
Klein, fikirlerinde Freud gibi yalnızca dürtüler ile ele almak yerine, bebeğin ruhsal dünyasıyla iç içe olmayı ve bunun anne karnında başladığını söyler. Klein’a göre, bebekler dış dünyadaki nesnelerden bağımsız olarak içselleştirilmiş çeşitli imgeler ile doğar ve bu imgeleri dış dünya ile etkileşime girerek geliştirir. Doğum sonrası dönemde, bu dürtünün tatmini sevgi veya yıkım ile gerçek nesneler üzerinden gerçekleşir. Bu gerçekleşme ile sevgi veya nefret dürtülerini gerçek nesnelere yönlendirir ve gelecek olası deneyimleri için temel oluşturur; ilk hedef annedir.
Paranoid Şizoid ve Depresif Konumlar
Klein’a göre, bebekler kaygı ve endişeyi duyar ve bunlarla başa çıkabilmek için bir benlik ve ego mekanizmasıyla dünyaya gelir. Bebek, içsel olarak yaşadığı ölüm dürtüsüyle ve dışsal gerçeklikle başa çıkma çabası bulundurur ve kaygı yaşar. Bu şekilde bebek, memeye yönelik ikili tutumunu gerçekleştirir. Bu ikili tutum ile benlik ikiye bölünür ve savunma mekanizması olan splitting (bir kişinin ya da olayın tamamen iyi ya da tamamen kötü olarak algılanması) ile ölüm dürtüsü olan benlik parçasını anneyle en yakın bağ olan memeye yansıtır.
Kaygı dışsallaştırma çabası ile ele alınmış olur; fakat meme doyum sağlaması açısından devam eder ve meme ile bebek arasında yaşanan libidinal ilişki ve kaygı yönetimi eş zamanlı ilerler. Memeden yoksun kalan bebeklerde olumsuz meme imgesi oluşurken, memeye doyum sağlayan bebeklerde olumlu meme imgesi ortaya çıkar.
Bu teori paranoid şizoid dönem olarak adlandırılır ve bebek, bölme mekanizmasının da etkisiyle bütün olarak algılayamadığından, anneye dair nesne imgeleri dağınık bir biçimde bulunur. Bu bölme mekanizması, iyi ve kötü nesne temsillerini birbirinden ayırır ve olumlu-olumsuz temsillerin karışmasını engeller. Memeden kopan bebek, iyi meme-kötü ayrımı yerine bir bütün olarak bakmaya başlar, kendisi ve nesnenin farkını ayırt eder.
Depresif konum olarak adlandırılan bu aşama, çifte değerliliği (ambivalans) fark eder ve içselleştirir; kendi benliğinde olumlu bir iç nesne yerleştirmiş olur. Bebek, kötü meme olarak algıladığı ve kaygısını yansıttığı yönü ve iyi meme ile yaşadığı yönü ikileminde yaşar. Bu durum, meme ve anneyi bütün olarak ele alamamasına neden olur.
Günlük Yaşamdaki Psikanalitik İzler
Melanie Klein, memeyi sadece araç değil, derinlemesine incelemiştir. Meme, kendilik ve ilişki temsilini içerir. Ve anne-bebek arasındaki ilişkinin önemini vurgulamış olur.
Freud’un Dürtü Kuramı ve Klein’ın Nesne İlişkileri Kuramı, ilk bakışta soyut ve kuramsal görünse de günlük yaşamda sıkça karşımıza çıkan durumları anlamamıza yardımcı olur. Freud’un haz ve bastırma kavramı, bireyin çocuklukta yaşadığı doyum ya da engellenmelerin yetişkinlikteki davranışlarını şekillendirdiğini gösterir. Örneğin, sürekli istekleri engellenen bir çocuk yetişkin olduğunda çekingen, kaygılı ya da aşırı uyumlu davranışlar sergileyebilirken; her istediğini alan bir çocuk ise sabırsız, doyumsuz veya benmerkezci bir kişilik geliştirebilir.
Yetişkinlikte de bastırılan öfke, arzular ya da hayal kırıklıkları farklı şekillerde dışavurum bulur; işyerinde öfkesini tutan birinin evde küçük bir olayda patlaması buna örnek olarak verilebilir.
Klein’ın kuramı ise, özellikle ilişkilerdeki tutumlarımızı açıklamada yol göstericidir. Bebeklikte annenin “iyi meme” (doyuran, tatmin eden) ve “kötü meme” (yoksun bırakan) olarak algılanması, yetişkinlikte başkalarını ya tamamen iyi ya da tamamen kötü olarak görme eğilimine benzer.
Örneğin, bir arkadaşımız bizi aramadığında hemen “beni umursamıyor” diye düşünmek, ertesi gün ilgi gösterdiğinde ise “aslında çok iyi biri” demek bu bölme mekanizmasına örnektir. İlerleyen süreçte, aynı kişide hem olumlu hem de olumsuz özelliklerin bir arada bulunabileceğini kabul etmek, sağlıklı ilişkilerin temelini oluşturur. Bu da Klein’ın tanımladığı “depresif konum”un günlük hayattaki karşılığıdır.
Sonuç olarak, bu kuramlar yalnızca bebeklik ya da erken dönem gelişimi açıklamakla kalmaz; yetişkinlikteki dostluk, aile ve romantik ilişkilerdeki tutumlarımızı da anlamamıza yardımcı olur. İnsanların sevgi ve öfke arasında yaşadığı gelgitler, bastırılmış arzuların beklenmedik biçimlerde ortaya çıkması ya da birini “ya tamamen iyi ya tamamen kötü” görme eğilimi, bu psikanalitik yaklaşımların günlük yaşamla ne kadar iç içe olduğunu gösterir.