Hepimiz, farkında olalım ya da olmayalım, hayatımızın bir noktasında insanları yargılar, kendimizi başkalarıyla kıyaslarız. Trafikte sinirle “ne kadar dikkatsiz sürüyor” dememiz, işyerinde bir arkadaşımızın başarısını küçümsememiz, sosyal medyada gördüğümüz bir hayatla kendi hayatımızı karşılaştırmamız… Bunların hepsi aslında içsel bir eğilimin dışa vurumudur. Peki, neden bu hataları yapıyoruz ve psikolojik olarak bize neye mal oluyor?
İnsan Neden Yargılar?
Yargılama davranışı, beynimizin hızlı karar alma mekanizmalarının bir sonucudur. Evrimsel açıdan bakıldığında atalarımız için “iyi” ve “tehlikeli” ayrımını yapmak hayatta kalmanın şartıydı. Bugün ise aynı mekanizma farklı biçimlerde çalışıyor:
-
Bir kişinin kıyafetine bakarak onun “ciddiyetsiz” olduğunu varsayabiliyoruz.
-
Birinin sessiz durmasını, “soğuk” ya da “ukala” olmakla eşleştirebiliyoruz.
Aslında beyin, eksik bilgileri hızlıca dolduruyor. Ama bu kısa yollar, çoğu zaman önyargılara, haksız değerlendirmelere ve ilişkilerde mesafeye yol açıyor.
Örnek: Yeni işe başlayan bir çalışan düşünelim. İlk günlerinde sessiz kalıyor çünkü ortama alışmaya çalışıyor. Ama ekip arkadaşları onu hemen “soğuk, uyumsuz biri” diye yargılıyor. Oysa zamanla açıldığında, oldukça sıcakkanlı biri olduğu ortaya çıkıyor.
Kıyaslama: Modern Dünyanın Sessiz Zehri
Kıyaslama ise doğrudan benlik algımızla ilgilidir. İnsan, kendini anlamak için karşılaştırmaya ihtiyaç duyar. Ancak sosyal medya ve rekabetçi yaşam koşulları, bu eğilimi abartılı hale getiriyor.
-
Arkadaşımızın aldığı arabayı görünce kendi hayatımızı küçümsüyoruz.
-
Sosyal medyada mutlu görünen çiftleri izleyip kendi ilişkimize haksızlık ediyoruz.
-
Bir iş arkadaşımız terfi ettiğinde, kendi başarımızı görmezden geliyoruz.
Bu kıyasların sonucu çoğunlukla yetersizlik duygusu oluyor. Kendi değerimizi başkalarının başarılarına göre ölçmek, özsaygımızı zedeliyor ve motivasyonumuzu düşürüyor.
Örnek: Bir öğrenci, sınavdan 80 aldığında mutlu olabilir. Ama sınıftaki başka bir öğrencinin 90 aldığını gördüğünde, kendi başarısını küçümsemeye başlar. Oysa kendi gelişimini önceki notlarıyla kıyaslasa, olumlu bir ilerleme görecektir.
Psikolojik Etkileri
Yargılama ve kıyaslama davranışlarının psikolojik sonuçları oldukça belirgindir:
-
Empati eksikliği: Yargıladığımızda, karşımızdakinin hikâyesini görmezden geliriz. Bu da ilişkilerde kopukluk yaratır.
-
Özsaygı kaybı: Sürekli kıyaslamak, “yetersizim” algısını güçlendirir.
-
Özgüven eksikliği: Kendimizi başkalarının ölçülerine göre değerlendirdiğimizde, kendi potansiyelimize güvenmek zorlaşır.
-
Olumsuz düşünce döngüsü: Yargılamak, beynimizi sürekli negatifte tutar. Bu da stres ve mutsuzluğu artırır.
Bu Tuzaktan Nasıl Çıkabiliriz?
-
Farkındalık Geliştir: Birini yargılarken kendine sor: “Gerçekten tüm hikâyeyi biliyor muyum?”
-
Örneğin, iş arkadaşın geç kaldığında hemen “sorumsuz” demek yerine, belki de yolda ciddi bir trafik kazası olduğunu düşünebilirsin.
-
-
Kendi Hikâyene Odaklan: Kıyaslama yaptığında, ölçüyü dışarıdan değil içeriden al.
-
“Ben geçen yıl neredeydim, şimdi neredeyim?” sorusu, en adil kıyastır.
-
-
Özşefkat Geliştir: Başkalarının güçlü yanlarını görüp kendini ezmek yerine, kendi hatalarını insanca karşıla.
-
Unutma: Bir başkasının başarısı senin başarısızlığın anlamına gelmez.
-
-
Empati Pratiği Yap: Karşındaki kişiyi yargılamak yerine, “Onun yerinde olsam ne hissederdim?” sorusunu sor. Bu, yargının yerini anlayışa bırakır.
-
Sosyal Medya Bilincini Artır: Kıyaslamaların büyük bölümü sosyal medyada başlar. Paylaşılan hayatların çoğunun “seçilmiş” olduğunu bilmek, kendini daha az hırpalamanı sağlar.
Kendi Deneyimlerimizden Dersler
Hepimiz yargılama ve kıyaslama hatasına düşeriz. Bunu inkâr etmek yerine kabul etmek, değişimin ilk adımıdır. Belki sen de bir gün sokakta gördüğün birini kıyafetiyle yargıladın, belki bir arkadaşının başarısını kıskanıp kendi yolunu unuttun. Burada önemli olan, bu farkındalığı yakalayabilmek ve kendini yeniden hizalamaktır.
Örnek: Bir danışanım, sürekli sosyal medyada gördüğü iş insanlarıyla kendini kıyasladığını ve bu yüzden kendi girişimine güvenini kaybettiğini söylüyordu. Ona, kendi küçük başarılarını yazmasını ve her gün bir ilerlemesini not etmesini önerdim. Zamanla, başkalarıyla kıyas yapmadan kendi yolunu görmeye başladı.
Özgürlüğün Temeli: Dış Onaydan Bağımsızlaşmak
İnsanın ruhsal yolculuğunda en ağır zincirlerden biri başkalarının onayına bağımlı kalmaktır. Bu bağımlılık, görünmez ama güçlü bir esarettir.
Sokrates insanın kendi iç sesini duymadan yaşamasını bir tür kayboluş olarak görür. Ona göre asıl erdem, kalabalıkların övgüsüne değil, kişinin kendi vicdanına sadık kalmasındadır. Çünkü kalabalığın alkışı bugün var, yarın yoktur; ama içsel doğruluk bir ömür boyu taşınır.
Nietzsche ise “Kendi ol” çağrısıyla, dışarıdan dayatılan değerlerin ötesine geçmeyi öğütler. Ona göre birey, toplumun beklentilerini aştığında özgünlüğünü bulur ve “üstinsan” olma yoluna girer.
Dış onaydan özgürleşmek, başkalarını küçümsemek değil; kendi özünü tanıyıp o özü yaşamaktır. Kendi değerini başkalarının bakışlarında aramak, kendi ellerinle ruhunu teslim etmektir. Gerçek özgüven, kendi içsel ölçülerimizi keşfettiğimizde doğar ve o noktada hiçbir onay, hiçbir alkış, hiçbir yargı bizi ne yüceltir ne de yıkar.
Sonuç
İnsanları yargılamak ve kıyaslamak, aslında beynimizin hızlı yolları ama kalbimizin yavaş yıkıcılarıdır. Yargı empatiyi öldürür, kıyas özsaygıyı zedeler. Ancak farkındalıkla, özşefkatle ve kendi yolumuza odaklanarak bu tuzaktan kurtulabiliriz.
Her insanın hikâyesi farklıdır. Senin kıymetin başkasının başarısıyla azalmaz, başkasının hatasıyla artmaz. Önemli olan, kendi yolunda yürürken insanlara anlayış, kendine ise şefkat gösterebilmektir. Dolu dolu bir hayat, iç huzurla beslenen soluklar bizler için mümkün olmalı. Yorgun ruhları diriltmek varoluşumuzun parçası olması dileğiyle…
Kazancakis’in Zorba adlı kitabında dediği gibi hayattaki anlamını bulmak isteyenlere seslenmek istiyorum:
“Ölüme benden alacağı hiçbir şey bırakmayacağım, sadece bir avuç kemik.”