Perşembe, Temmuz 31, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Nörofarklı Bireyleri Tanımadan Dışlamak ya da Yargısız İnfaz

Hiç kimsenin yüz yüze bile bir kez konuşmuşluğu olmadan, bir kişi hakkında çok kesin yargılara ulaşmış olduğuna şahit oldunuz mu? Öncelikle hak vereceğiniz gibi birinin kişiliğiyle ilgili yorumlar yapabilmemiz için – bu tarihi bir figür değilse şayet – onunla tanışıyor olmamız ön koşuldur.

Başkalarının dedikleriyle ilerlerken, bilgi kirlenmesine uğradığımız kaçınılmazdır. Her ne kadar kişilik bazı majör vurgular gösterse de, ilişkiler subjektif yorumlara dayanır. Bu yüzden özellikle çift terapisinde, terapist her iki tarafa karşı da destekleyici bir duruş göstererek iki tarafı da yargısız dinlemeyi öğrenir ve uygulamalıdır. Hiçbir zaman tek bir taraf tamamen hatalı olamaz. Uç örneklerde – sadakatsizlik vs. gibi – gene de aldatan tarafı dinleyip onu da anlamakla mükellefiz.

Ama peki neden terapi odasından çıktığımızda, insanlara karşı, özellikle de biraz da “bizden” farklı insanlara karşı çok net kanılara varabiliyoruz? Bu yazımın amacı, “bizden” ve “sizden” farklı insanları da yargısız infazdan korumaktır ve bu insanlarla birebir girmediğimiz sohbetler, onları tanımaya imkânımız olmadan ikinci, üçüncü hatta dördüncü ağızdan duyulan kirli bilgilerle bu insanlara verilen psikolojik şiddet ve dışlama hakkında bilinçlendirmek istiyorum.

Nörofarklılık Nedir?

Bizden/sizden farklı bireyler tanımıyla modern psikolojiye giren yeni bir terimden bahsetmek istiyorum. Hâlâ DSM-5-TR veya ICD-11 gibi tanı kitaplarında bağımsız bir üst başlık olarak yer almıyor olsa da (APA, 2022; WHO, 2022), zamanla bu kavramın tanı sistemleri içine kavramsal olarak entegre edilmesi bekleniyor.

Nörofarklı bireyler (neurodivergent individuals), beynin bilgi işleme, sosyal iletişim, dikkat, dil veya duyusal düzenleme gibi işlevlerinde nörotipik normlardan sapmalar gösteren bireylerdir (Singer, 1999; Armstrong, 2010). Bu bireyler, nörotipik insanlarda görülen örüntüleri göstermek yerine, beklenmedik ritimler atıyorlar bir müziğin akışına. Postmodern caz gibiler aynen.

Nörotipik bireyler, tipik zihin yapısı gösteren, bilişsel ve sosyal gelişimleri toplumun ortalamasına yakın olan bireylerdir. Beyin gelişimleri ortalama bir norm üzerine ilerlemiş, ortalama zeka seviyesi, sosyokültürel çevre ve hatta eğitim seviyesine sahip insanlarda görülür. Nörotipik bireyler toplumun büyük bir kısmını oluşturur. Nöroatipik bireyler ise atipik nörolojik gelişim gösterenler… Yani beyin yapıları mikro düzeyde farklı (örneğin intrauterin testosteron seviyesi gibi biyolojik etkenlere bağlı olarak) gelişebilir (Baron-Cohen et al., 2002).

Bu bireyler, maalesef çok büyük toplumsal ayrımcılığa hem okulda hem iş yerinde hem de grup dinamiklerinde uğramaya devam ederler. Bunu yaşamaya karakterlerinin daha ilk oluşumuyla alışmışlardır ve insanların onlara böyle davranmasını normalleştirirler. Bunun sebebi, nörotipik bireylerde gelişen filtreleme – yani psikolojik terimlerle dürtü kontrolü – onlarda çok daha az bulunmasıdır. Duygularını direkt olarak sözler ve hareketlerle gösterirler. Buna İngilizler “wearing your emotions on your sleeve” (duyguları yakalarında giymek) derler. İngiliz kültürü, duyguları fazlasıyla kontrol eden ve baskılayan bir kültür olduğu için, “senden hoşlanıyorum” diyebilmek bile bir “wearing emotions on sleeve” örneğidir.

Tanılar (ya da modern psikolojide kullanılan şekliyle “farklılıklar”) kültüre göre de farklılık gösterir. Örneğin Asya ve Kuzey Avrupa toplumlarında duyguların gösterilmesi abartılı bulunurken, Akdeniz veya Amerikan kültürlerinde sosyal yakınlık daha normal kabul edilir. İsveç’te “histrionik kişilik bozukluğu” tanısı alacak bir birey, İtalya’da sadece “tutkulu” ya da “duygusal” olarak değerlendirilebilir (Henrich et al., 2010).

Nörofarklılık Neleri Kapsar?

  • Asperger sendromu / Yüksek işlevli otizm: Sosyal iletişimde zorluk, yoğun ilgi alanları, rutinlere bağlılık. DSM-5’te artık Otizm Spektrum Bozukluğu çatısı altındadır (APA, 2022).

  • DEHB (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu): Dürtü kontrolü, dikkat sürdürme ve organizasyon becerilerinde zorluklar.

  • Disleksi: Okuma ve dil işlemleme güçlüğü.

  • Diskalkuli: Sayısal işlemlerde zorlanma, matematikle ilgili kavramları anlamakta güçlük.

  • Tourette Sendromu: Motor ve vokal tiklerle seyreden nörogelişimsel bir bozukluktur (Robertson, 2015).

Bu bireylerin en büyük zorlukları, kelimeleri “literal” yani birebir anlamlarıyla kullanmalarıdır. “İçeriden espri” anlamına gelen inside joke’ları anlamakta zorlanabilir, imaları kaçırabilir, söylediklerini doğrudan söylerler. Bu doğrudanlık, toplumsal dolaylılık normlarına uymadığında, saygısızlık olarak algılanır. Gelişmiş kelime dağarcıkları ve alışılmadık sözcük kullanımları, çevrelerince “resmiyet”, “soğukluk”, hatta “entellik” olarak damgalanabilir.

Akademide, iş yerinde ve sosyal çevrelerde, nörofarklı bireyler bu yanlış anlamalar nedeniyle haksız şekilde dışlanırlar. Bu sosyal dışlanma görünmezdir ama derin izler bırakır. Kimi zaman tek bir kelime, tek bir bakış ya da sessizlik bile sosyal dışlamanın bir biçimi olabilir (Williams, 2007).

Yüksek işlevli otizmli bireyler – eski tanımıyla Asperger sendromlular – eğitim olanaklarına ulaşabilmişlerse, bu dışlanmalara rağmen bilgi ve zekâlarıyla sistem dışına taşmayı başarabilirler. Ancak bu bireyler bile, zamanla bulundukları kültürden kopar, ülkesinden beyin göçü yapmayı zorunlu hisseder. Ülkesini seven ama toplumsal dışlama nedeniyle aidiyet kuramayan bu bireyler için başarı bir tatmin değil, bir kaçış biçimi olur.

Peki ya disleksi, diskalkuli ya da DEHB gibi diğer nörofarklı bireyler? Onlar bu sistem içinde nasıl var olacaklar? Onlar için bu dünyada hâlâ az alan var.

Bu değerli bireyleri yargısız infazlarla toplumdan dışlamak yerine, onlara da alan açmayı öğrenmeliyiz. Kapitalist ve rekabetçi bir dünyada onların yaşam hakkını savunmak, yalnızca etik değil, aynı zamanda kolektif gelişimimiz için zorunludur. Bilimde, sanatta ve insan ilişkilerinde daha renkli ve çok sesli bir dünya için nörofarklılıkları tehdit değil, zenginlik olarak görmek zorundayız.

Kaynakça

• Armstrong, T. (2010). Neurodiversity: Discovering the Extraordinary Gifts of Autism, ADHD, Dyslexia, and Other Brain Differences. Da Capo Press.
• Baron-Cohen, S., Knickmeyer, R. C., & Belmonte, M. K. (2002). Sex differences in the brain: implications for explaining autism. Science, 310(5749), 819–823.
• Henrich, J., Heine, S. J., & Norenzayan, A. (2010). The weirdest people in the world? Behavioral and Brain Sciences, 33(2–3), 61–83.
• Robertson, M. M. (2015). A personal 35 year perspective on Gilles de la Tourette syndrome: assessment, investigations, and management. The Lancet Psychiatry, 2(1), 88–104.
• Singer, J. (1999). Why can’t you be normal for once in your life? From a “problem with no name” to the emergence of a new category of difference. In M. Corker & S. French (Eds.), Disability Discourse. Open University Press.
• Williams, K. D. (2007). Ostracism. Annual Review of Psychology, 58, 425–452.

Pınar Şengül
Pınar Şengül
Uzman Nöropsikolog Pınar Şengül, insan ilişkilerinin ve zihinsel süreçlerin nörobilimsel temellerine yönelik disiplinlerarası bir bakış açısına sahiptir. Londra Üniversitesi’nde tamamladığı nöropsikoloji yüksek lisans eğitimiyle birlikte, bağlanma biçimleri, eşleşme stratejileri ve ilişkilerin evrimsel gelişimi üzerine uzmanlaşmıştır. Nörobiyoloji ile psikolojinin kesiştiği bu alanda, bireylerin romantik ve sosyal ilişkilerini şekillendiren temel mekanizmaları araştırmaktadır. Akademik ilgisi, yalnızca ilişki dinamikleriyle sınırlı kalmayıp, nörodejeneratif hastalıklara da uzanır. Alzheimer ve Multipl Skleroz gibi hastalıklarda erken tanıya yönelik biyobelirteçlerin izini süren araştırmaları, tanı ve müdahale süreçlerine ışık tutmayı amaçlamaktadır. Bilimsel üretimlerini toplumla paylaşmayı da sorumluluğunun bir parçası olarak gören Şengül, nörolojik hastalıklarla ilgili güncel gelişmeleri farklı platformlarda açık ve güvenilir bir dille aktarmaktadır. Yurt içi ve yurt dışında çeşitli bilimsel dergi ve yayın organlarında yer bulan çalışmaları arasında, özellikle vegan beslenmenin bilişsel işlevler üzerindeki etkilerine dair bulguları dikkat çekmektedir. Toplumda sıkça dile getirilen “bitkisel beslenmenin hafızaya zarar verebileceği” yönündeki yaygın kanının aksine, bu beslenme biçiminin bellek üzerinde koruyucu etkiler yaratabileceğini bilimsel verilerle ortaya koymuştur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar