Sabah gözlerinizi açtığınızda güne “of”la mı başlarsınız, “oh”la mı?
“Bugün yine aynı iş.” diye mi düşünürsünüz, “Bugün hayat bana sürprizler hazırlamış olabilir.” diye mi?
Belki fark etmediniz ama bu küçücük düşünce, bütün gününüzün senaryosunu yazmış olabilir.
Peki ya gerçekten “neyi düşünürsek o mu olur”?
Bu, sadece kulağa hoş gelen bir teselli sözü mü,
yoksa zihnimizin gücünü kanıtlayan bilimsel bir gerçek mi?
Pozitif düşünce akımlarının bize pompaladığı bir umut mu, yoksa yaşamımızı yönlendiren görünmez ama güçlü bir güç mü?
Düşüncelerimiz Gerçekliğimizi Nasıl Şekillendirir?
Zihnin sesi bazen duyamayacağımız kadar hafif bir melodi, bazense susturamayacağımız kadar güçlü bir fırtına olur içimizde.
Hiç durmaz. Gün içerisinde binlerce düşünce geçer aklımızdan.
Otomatik, alışılmış, hatta çoğu zaman olumsuz düşünceler…
“Yeterince iyi değilim.”
“Yine mahvedeceğim.”
“Kesin bir şey ters gidecek.” Tanıdık geldi mi?
Belki fark etmiyoruz ama bu düşünceler sadece gelip geçmiyor.
İçimize yerleşiyor. Bizleri yönlendiriyor.
En kötüsüyse, biz onlara inandıkça hayat da o yöne evriliyor.
Psikolojide buna bilişsel çarpıtma deniyor.
Yani zihnin gerçekle oynayışı.
Olmayanı olmuş gibi gösteren, ihtimali felakete çeviren bir zihin oyunu.
Sen bu oyuna ne kadar inanırsan, gerçekliğin de o kadar şekil değiştiriyor.
Çünkü zihin “yapamazsın” dediğinde, beden çoğu zaman bu komuta itaat eder.
Bu noktada, “neyi düşünürsek o olur” sözü kulağa sadece güzel bir cümle gibi değil, yaşadığımız gerçekliğin ta kendisi gibi gelmeye başlar.
Kendini Gerçekleştiren Kehanet: Düşüncelerimiz Kaderimizi Yazıyor mu?
Psikolojide derin anlamlar taşıyan bir kavram var: Kendini gerçekleştiren kehanet.
Bu, bir şeyin olacağına yeterince inanırsak, fark etmeden o inanca uygun yaşamaya başlamamız demek.
Yani korkularımızın senaryosunu da, umutlarımızın yolunu da biz yazıyoruz aslında.
Bir öğrenci, “Bu sınavdan kesin kalacağım.” diye düşündüğünde, o düşünceyle birlikte ne olur?
Kaygı artar, özgüven düşer, çalışma isteği azalır.
Sonundaysa tam da korktuğu şey gerçekleşir.
Halbuki gerçek potansiyeli çok daha fazlasını yapabilecek güçtedir. Bu durum bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Bunun tam tersi yönde beklentilerin olumlu yönde etkisiyle ortaya çıkan bilimsel örneklerden biri Rosenthal Etkisi’dir (ya da Beklenti Etkisi).
Araştırmacılar, ilkokul öğretmenlerine bazı öğrencilerin çok özel bir teste göre “zeka patlaması” yaşayacağını söylediler.
Ama kimse bilmiyordu ki bu öğrenciler aslında tamamen rastgele seçilmişti.
Yani ne test gerçekte vardı, ne de zeka patlaması!
Ama öğretmenlerin bu çocuklara bakışı değişti. Daha çok ilgilendiler, daha çok cesaret verdiler.
Ve sonuç? Yıl sonunda o çocuklar gerçekten daha başarılıydı.
Sadece birinin onlara inanması bile her şeyi değiştirmişti.
Burada kritik bir gerçek var:
Düşünceler sihirli değil. Ama biz onlara inandığımızda, sihir gibi çalışıyorlar.
Çünkü bir düşünce, sadece zihinde kalmaz.
Kalbe iner, davranışa dönüşür, alışkanlığa yansır.
Kısacası ne düşündüğümüz, kim olacağımızı fısıldar bize.
O fısıltıya kulak verip vermemekse tamamen bizim elimizdedir.
Pozitif Düşünmek Yeterli mi?
Hayır. Sadece “pozitif düşün, her şey güzel olacak.” demek kulağa hoş gelse de, gerçek değişimin kapısını açmaya yetmez.
Gerçek değişim; süslü cümlelerle değil, o cümlelerin altında yatan inançlarla yüzleşmekle başlar.
Bunun sebebi zihnin, söylenilen şeye değil, inanılan şeye itaat etmesidir.
İşte tam burada iç sesini, artık sana karşı değil, senin yanında konuşur hale getirmek için bilişsel davranışçı terapi devreye girer.
Yani mesele sadece ne düşündüğün değil;
O düşünceye gerçekten inanıp inanmadığın.
Küçük Bir Egzersiz: Zihninin İç Sesine Kulak Ver
Bu satırları okuduktan sonra kendine minik ama değerli bir söz ver:
Bugün, zihninden geçen düşünceleri sadece izle.
Onlarla savaşmadan, onları yargılamadan, bastırmadan, değiştirmeye çalışmadan…
Sadece izle.
Sanki zihninin penceresinden dışarı bakar gibi.
Kendine sor:
Hangi düşünce seni hafifletiyor? Hangisi içini sıkıştırıyor?
Hangisi seni ileri taşırken, hangisi olduğun yerde tutuyor?
Ve en önemlisi:
Hangileri otomatikleşmiş? Hangileri seni sessizce sabote ediyor?
Bir düşünce geldiğinde onu kovalamaya kalkma.
Gitsin diye zorlamaya da çalışma.
Sadece geldiğini fark et.
Ve sonra gideceğini bilerek ona izin ver.
Zihninde beliren her düşünce bir bulut gibi geçip gidebilir.
Sen o bulut değilsin. Sen o düşünce hiç değilsin.
Sen, onların gerisinde kalan o derin ve sessiz farkındalığın ta kendisisin.
Zihin Gölge de Yaratır, Işık da… Hangisini Seçeceksin?
Kabul edelim.
Zihnimiz, çoğu zaman gerçeği eğip bükerek karamsar senaryolar yazar. Bu konuda oldukça becerikli.
Bizler de bu senaryolara ne kadar çok inanırsak, o hikâyenin içinde yaşamaya başlarız.
Gerçekmiş gibi, kaçınılmazmış gibi, değişmezmiş gibi…
Ama güzel haber şu:
Her hikâye yeniden yazılabilir.
Zihin bir yazardır; elindeki kalemi fark ettiğinde, cümleleri de değiştirebilirsin.
İçindeki sesi küçümseme.
Belki çok sessiz, belki yıllarca bastırılmış, belki sadece fısıltı halinde…
Ama dikkatli bakarsan o ses hâlâ orada.
Ve sana diyor ki:
“Daha fazlası mümkün.”
Bu yüzden, kendin için iyi olanı düşün.
Sadece umut etmek için değil,
adım atabilmek, yön değiştirebilmek, kendi yolunu çizebilmek için.
Yalnızca düşündüğün şeye dönüşmezsin.
İnandığın şeye de dönüşürsün.
Yarın sabah, güne yeniden başlama şansın var.
Zihninin bıraktığı gölgelerle değil;
“Bugün hayat bana gülümseyecek.” diyerek başlayan bir ışıkla…
Çünkü evet, sen buna fazlasıyla değersin.
Yarınki sınavımdan önce şöyle bir yazı okumak çok iyi geldi emeğinize sağlık. İnşAllah yarın o sınavdan geçeceğim.
Gerçekten çok yerinde bir yazı olmuş. İnternette sürekli karşıma çıkıyordu. Ama açıkçası ne kadar doğru bilemiyordum. Mantıklı psikolojik bir temeli olduğunu öğrenmek çok iyi geldi. Elinize sağlık.