Pazar, Mayıs 18, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Neden Sürekli Koşuyoruz: Dopamine Kısa Bir Bakış

Her yere yetişmek, her şeyi bilmek, her yerde olmak ve her şeyi elde etmek istiyoruz. Her şeyle bir olmaya çalışırken hiçliğimize daha da batıyoruz. Gün sonunda birçok şeyi yapmış olsak da hiçbir şey yapamamışız gibi bir hisle baş başa kalıyor ve dahasını yapmak için durmak bilmeden tüketiyoruz kendimizi. Birçok soru geliyor aklımıza: “Neden mutsuzum?”, “Neden yeterli değil?”, “Neden yoruluyorum?”. Aslında bütün bu sorular bir bakıma yanlış olduğundan ne sorduklarımızın cevabı bizi tatmin ediyor ne de “kurulu düzenimizden” vazgeçiyoruz. Şu soruyu sorsak aslında daha doğru olacak:

Neden bir kez olsun durmak yerine koşmaya devam ediyorum?

Sahi, Neden?

Birçok nedeni var, asla hepsini ayırmak gibi bir hataya düşmemek gerekiyor. Biz belli başlı dört tanesine bakalım:

  • Tüketim Toplumu ve Bitirme İsteği
    Mesela nedenlerinden birisi ne yazık ki tüketim toplumu haline getirilmemizdir. Bir şeyle vakit geçirmek değil, onu bitirmek isteriz ve bu istek de bitirilmesi gereken yeni nesneler bulmaya iter bizleri. Onu elde ettiğimizde içimiz kısa süreliğine yüksek enerjiyle dolsa da bu enerji maalesef zamanla kaygıya dönüşmeye başlar. Bu kaygının sebebi “acaba bu bitince ne olacak, yenisini bulabilecek miyim?” düşüncesidir. Bu yüzden sürekli bir arayış içerisinde döner dururuz.
  • Medya ve Toplumsal Kalıplar
    Durduk yere tüketim toplumu olmadık, yukarıda da belirttiğim gibi bu hale getirildik. Filmler, diziler, haberler, programlar, sosyal medya ve içindeki ünlüler vb. birçok güç bizi belli bir kalıba sokmak için uğraşıyor. Kontrolümüzü yitirmemize sebep olacak o kadar çok etmen var ki sınırımızı koruyamıyoruz ve bundan ötürü sınırsızmışız gibi hareket ediyoruz. Sert bir şekilde bir yere çarpmadığımız sürece oradan oraya savruluyoruz.
  • Alışkanlıklar ve Konfor Alanı
    Alışkanlıklarımızdan da vazgeçebilmek pek kolay değildir. Boş durmak bize kendimizi iyi hissettirmiyor, toplumumuz çalışmak üzerine yazılmış atasözleriyle kurulu olduğundan boş durduğumuz her an bize büyük bir vicdan azabı ve işe yaramazlık hissiyle dönüyor. Uykuda, lavaboda, eğleneceğimiz yerlerde ve daha birçok alanda bile en azından bir şeyler düşünerek kendimizi meşgul etme eğilimindeyiz. Bir şeyleri çözmek, bir şeyler üretmek ya da kurgulamak için her dakikayı değerlendiriyoruz.
  • Yanlış Anlaşılan “Dolu Dolu Yaşama” Fikri
    Hayatı dolu dolu yaşama fikrini de yanlış yorumluyoruz. Bütün mutluluk kaynaklarını aynı anda elde etmek ve kullanmak gibi kötü bir davranış kazanmış olduk bu yüzden. İçinde bulunduğumuz zamanı bir kaynakla geçirmek yerine üstüne fazlasını ekliyoruz. Hem bu ekleme çabaları hem de hepsini birden yaşama durumu bizi içinden çıkılmaz bir yorgunluğa ve bitkinliğe itiyor.

Hep Böyle mi Olacak?

Hayır. Bu gidişe bir “dur” diyebiliriz. Bunun için Serkan Karaismailoğlu’nun dediklerine kulak vermemiz gerekiyor. Karaismailoğlu’na göre kaynaklarımızın özellikle de dopamin kaynaklarımızın demlenmesine fırsat tanımalıyız. Demlenmeye geçmeden önce biraz dopamine baksak iyi olur.

Dopamin Nedir?

Peki, nedir dopamin? Sıklıkla bir şey başardığımızda hissettiğimiz hoşnutluk ve iyilik hali ile gelen motivasyonda adı geçer ve bizler dopamini bu haliyle tanımış olsak da tek işlevi bu değil. Dopamin hafıza, hareket, öğrenme, uyku, dikkat ve uyarılma, süt salgılama ve elbette ödül ve motivasyon gibi birçok alana da etki eder. Keşfetme isteğinizin altında yatan, kulağınıza en etkili konuşmacıdan daha iyi şekilde motivasyonel konuşmalar fısıldayan da kendisidir. Hedefinize ulaşana kadar sizi ayakta tutan, ulaştıktan sonra zirveye çıkaran, ulaşamadığınızda dibe çökmenize ve onu (hazzı) elde etmeniz için büyük gayretle koşturan da yine kendisidir. Kısacası “İçinizdeki gücün kaynağı aslında dopamindir” desek yanlış bir ifade olmaz. Ama unutulmaması gereken en önemli gerçek bu kaynağın sınırsız olmaması ve yenilenmesi için belli bir süre istemesidir. Şimdi dopamini temel olarak öğrendiğimize göre “demlenme”yi açıklayabiliriz.

Dopamin Nasıl Demlenir?

Eğer çayı kaynadığı gibi alıp doldurmaya çalışırsanız renkli sıcak bir su içmiş olursunuz, çok fazla bekletirseniz acılaşmaya başlar. Çayın kaynadığı zaman biraz durması yani demlenmesi ona kendine has olan tadı verecektir. İşte dopaminde de aynı durum söz konusudur. Karaismailoğlu’nun Kalk Bi Dopamin Demle kitabında dopaminin taban noktasında olduğu yani başlangıç için ılımlı bir seviyede olduğu, ardından bir zirve (tavan) noktasına ulaştığı, noktadan sonra ise düşüp bir süre sonra eski haline (taban noktasına) geri geldiği belirtilmiştir. Dopaminde zirvenin yüksekliği ya da düşüklüğü fark etmeksizin bir düşüş kesindir, değişmez. Zirvenin yüksekliği ya da çokluğu düşüşün boyutunu ve başlangıca dönüş süresini belirler. Yani ne kadar yükseğe tırmanırsanız o kadar derine düşersiniz ve düşmemek için araya sıkıştırdığınız her minik zirve ise başlangıca dönebilmeniz için gereken süreyi artırır.

Günlük hayatımıza uyarlayarak açıklarsak bir işi başardınız ya da sevdiğiniz bir yiyeceği tükettiniz diyelim. Bu mutluluğu sindirmeden peşine başka bir mutluluk verici kaynak sıkıştırırsanız eskisi kadar olmasa da mutlu olursunuz ancak sonraki günü “hiçbir şey yapasım yok” hissiyle kapatma ihtimaliniz yüksek olur. Bu hissi kapatmak için daha fazla şey yapmaya çalışırsanız dopamin kaynaklarınızı hızla tüketmeye ve dolayısıyla hızla tükenmeye başlarsınız. Sizi hazla dolduran ilk olay da bir süreliğine aynı hisse sebep verir ama ilk hazzın peşine başka bir haz sıkıştırmadığınız için bu histen çıkmanız daha kısa sürer. Demlemek dediğimiz durum aslında tam olarak böyledir. Hiçbir şey yapasınız yoksa bırakın ve o his ile baş başa kalın bir süre. Haz kadar acı da gereklidir insana. O hazzı arayacak zamanlarınızın olması onu daha güzel kılar ve ona ulaşabilecek motivasyonu size sağlamaya başlar. Sistemimiz bir denge (homeostaz) üzerine kurulu olduğundan bu acı da tıpkı haz gibi kalıcı olmayacaktır, korkmayın.

Sonuç: Dopamini Demleyerek Yaşamak

Bu yazımızda felsefenin temel gayesi olan “yolda olma” kavramını yanlış içselleştirdiğimizi, bir hız makinesinin içerisindeymişiz gibi yaşadığımızı ve aslında bunların hiçbirinin bizi tanımlamadığını görmüş olduk. Bütün bunların sebepleri arasında çevre, gelenekler, alışkanlıklar ve medya yer alsa da en önemlisinin dopamini hiç tanımamış ya da tanısak bile yanlış bir şekilde kullanmış olmanın bulunduğunu öğrendik. Dopaminin bir denge sistemi üzerinde çalıştığını, yükselişleri ve düşüşleri olduğu gibi başlangıç noktasına dönmesi gerektiğinden bahsettik. Başlangıç noktasına olması gereken sürede dönebilmesi için dopamini sürekli değil, demleyerek tüketmemiz gerektiğini de anlamış olduk diye umuyorum.

Furkan Sadık Öz
Furkan Sadık Öz
Furkan Sadık Öz, lisanslı psikolojik danışman olarak 2022 yılından beri bir özel eğitim kurumunda rehber öğretmen olarak çalışmaktadır. Aldığı eğitimlerin büyük bir kısmı çocuk psikolojisiyle ilgili olmakla birlikte pozitif psikoloji, travma ve yas ve öz terapi üzerine de eğitim almıştır. Çeşitli dergilerde yazıları bulunan yazar, sıklıkla şu konular hakkında yazmaktadır: çocuk psikolojisi, kişisel gelişim, farkındalık, travmatik yaşantılar, ilişkiler ve psikolojik rahatsızlıklar. Yazarak insanlarda farkındalıklar oluşturabileceğini düşünen yazarın “Kızıl Gelincik” ve “Manil” isminde iki kitabı vardır. Ayrıca kendisini çocuklara adayan yazar, yine onlar için eğitici ve öğretici materyaller de tasarlamaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar