Bir bebek dünyaya geldiğinde işlenmeye hazır boş bir sayfa gibidir. Bir takım hammaddeleri içinde barındırır ve belirli bir sürece kadar çevresel faktörlerle şekillenmeyi bekler. Uygun bir iletişim ortamı sağlandığında konuşmaya başlar. Belirli bir döneme geldiğinde sistemi harekete geçer ve emekleyerek yürümeye hazırlanır. Ergenliğe geldiğinde ise otomatik olarak her şeye isyan eder. Bunlar insan ruhunun doğasında olan şeylerdir.
Bir insan bedeni dünyaya geldiğinde hiçbir şeyi bilmiyor. Renkleri, sesi, kokuyu, ben ve öteki kavramı ve kendisinin ve karşısındakinin sınır kavramını da bilmiyor. Annenin içinde doğan ve onun devamıymış gibi hisseden bebek altıncı aydan sonra ayrı bir varlık olduğunu hissetmeye başlar. Bu, anne göğsünde emzirirken ya da yatarken kafasını geriye doğru atmasıyla başlar. Ben senden farklı bir şeyim hissiyatının gelişmeye başladığı noktadır. Bu süreç bir yaşına kadar süren ve üç yaşına kadar tamamlanan anneden bağımsız bir birey olma sürecidir.
Çocuk anneden ayrışırken kendi sınırlarını keşfedecektir. Bir gün elini keşfeder, eliyle öteki eliyle oynar. Kendisi için dokunan da, dokunulan da kendisidir. Eliyle ayağını tutar, yeni bir oyuncak bulmuştur. Bir takım başka eşyalara dokununca, dokunulanın kendisi olmadığını fark eder. Vücudunu kaplayan deri sayesinde sınırlarının nerede başladığını ve bittiğini görür. İşte ben olma kavramı, diğerlerinden, ötekinden ayrılma kavramı…
Ben olma kavramını yakalayınca “Ben oldum; ama benlik çok zor, yani bir birey olmak zor.” diye düşünür içten içe. Evet, sınırlarımı keşfediyorum; dünyada birçok şey var fakat benim bunları anlamlandırmam gerek der kendi içinde çocuk. Masa nedir? Sandalye nedir? Canlı ve cansız nedir? Bunları ayırt edebilmem için benim etrafımdakileri gözlemlemem gerek diye düşünür. İnsan dünyadaki şeyleri algılamak, anlamlandırmak, hafıza kayıtlarına almak durumundadır. Bu süreç tamamlanınca nesne ilişkileri zihinde haritalanır.
İşte tam olarak burada bir kaos başlıyor insan zihninde. Birçok eşya ile çok çeşitli iletişim kurulabilir olması çocuk için anlaması güç bir durum. Herkesin bir nesne ile iletişim şekli farklıdır, bunun altında ise zihinsel haritalarımız vardır. Bu konuda bu karışıklıktan kurtulmanın tek yolu, anne ve babayı gözlemleyip onların iletişimini kopyalamak diye geçirir zihninden çocuk. Ve başlar gözlemlediklerini kopyalamaya.
Mükemmeliyetçi kişilik yapısı da çocuk yaşlarda gelişir. Az önce bahsettiğimiz bu gözlem ve kopyalama durumu ile ilgili bir durumdur. Ebeveynlerin çoğu farkında olmadan çocuğun üzerinde kontrolcü ve “benim sözüm geçer” modunda bir hüküm sürerler. Bu da çocuğa kontrolün her zaman büyüdüğü yaşlarda başkalarına karşı hep kendinde olması gerektiği izlenimini verir. Her şeyin en iyisini yapıp kontrolü, başarıyı ve onaylanma ihtiyacını alabilmeyi elinde tutmak ister.
Bu çocukların hayatında iki çıkış kapısı vardır. Birincisi özgür olmanın yolu, annenin dediğinin tersini yapmak ve bir birey hissetmektir. Bunun bedeli ceza ödemek, kızılmak ve azarlanmaktır. En ağırı da annenin sevgisinden mahrum bırakılmaktır. İkincisi ise annenin dediğine uymak ve bunun bedeli ise birey olmaktan vazgeçmektir. Kuralların mahkûmu olmak ve özgürlüğünden ödün vermektir. Çocuğun son kalesi anne, çocuğa her istediğini yaptırır. Çocuk anneye göre güçsüzdür ve zayıftır. Çocuğun fiziki kapasitesi anne ile baş edebilecek güçte değildir. Çocuk anneye mahkûm olur ve kurallara uyar. Çünkü uymadığında cezalandırılır.
Bu insanların sekiz tane maddesi vardır:
Birincisi mükemmeliyetçi,
ikincisi ayrıntıcı,
üçüncüsü açık sözlü ve doğrucu olmaktır.
Dördüncü madde kuralcıdır,
işkoliktir, çalışmaya bağımlıdırlar.
O kadar çok çalışırlar ki çevresindeki her şeyi ikinci plana alırlar.
Eski eşyalarından vazgeçemezler, biriktirirler.
Altıncı madde hep ekip başında lider konumunda olmak isterler.
Yedinci madde çok inatçıdırlar.
Çocukluk döneminde annenin inatla ve baskı ile yaptırdığı her şeyin yansımasıdır.
Gelir düzeyine uygun gider yapmazlar çünkü onlar için para bugünden kötü günler için ayrılması gereken bir araçtır.
Bu sekiz maddeden dört tanesi sizde var ise, bu kişilik örüntüsü içerisinde olabilirsiniz.
Bu insanların hayatındaki her şey mükemmel gitmektedir ve sistem içerisindedir. En iyi bildikleri duygu kontrol duygusudur. Kontrol etmek, her şeyin kontrolü onların elinde olmalıdır. İşte mükemmeliyetçideki ayrıntıcılık buradan gelir. Çünkü eğer bir şey kontrol dışına çıkar ise, içerideki özgürleşmeyi bekleyen duygular her şeyi istila edip sistemi tamamen değiştirebilir. Her şey kontrol edildiği müddetçe problem yoktur.
Mükemmeliyetçi bir insanın hayata bakış tarzı, kurallara uymak üzerinedir. Sağlıklı insan, normal insanın hayata bakış tarzında kurallar fonksiyonel midir? Bu kural benim yaşantımı kolaylaştırıyor mu? Bu kural benim için nasıl işe yarıyor? Bunu inceler. Eğer bir insan yaşamının her diliminde kıyafet, yeme, içme, uyku gibi şeyleri sorgulayamıyorsa, yani “Yaptığım iş bana uygun mu? Benim yaşam standartımı kolaylaştırıyor mu? Benim estetik zevklerimi tatmin ediyor mu?” diye sormuyorsa, o insan kurallara mahkûm zavallı bir köle olmuş durumdadır.
Yani kendi yaşamımızın kontrolünü kendi elimizde tutamıyorsak, çevremizdeki hiçbir şeyin kontrolünün bizde olmasının bir kıymeti yoktur aslında. Çocukluk yaşlarda edindiğimiz paternleri ileriki yaşlarda sürdürüyor olmak hem kendi benliğimize zarar veren hem de gelecek nesillere aktardığımız bir döngü hâline gelmektedir.