NÖROBİLİMSEL BİR BAKIŞ
İnsan ruhu, tarih boyunca farklı disiplinler tarafından çeşitli şekillerde tanımlanmış ve açıklanmaya çalışılmıştır. Felsefe ve teoloji gibi alanların uzun süre merkezinde yer alan bu kavram, modern çağda nöropsikoloji aracılığıyla daha bilimsel bir zemine oturmuştur. Beyin ile davranışlar arasındaki ilişkiyi inceleyen nöropsikoloji, ruhun daha anlaşılır hale gelmesine önemli katkılar sağlamaktadır. Geniş bir çerçevede değerlendirildiğinde, insan ruhunun merkezi sinir sistemiyle doğrudan bağlantılı olduğu görülmektedir. İlk etapta soyut ve ölçülmesi zor bir kavram gibi görünse de insan ruhunu anlamlandıran temel unsur; beyin aktiviteleri ve bu aktivitelerin sonucu olarak ortaya çıkan davranışlardır. Bu doğrultuda nörobilim, insan ruhunu daha gözlemlenebilir kılmak adına çalışmalarını sürdürmektedir.
Beyin, Duyular ve Davranışın Dansı
Araştırmalar, dürtüsel şiddet suçu ve intihar davranışlarının, merkezi sinir sistemindeki serotonin düzeylerindeki azalmayla ilişkili olabileceğini ortaya koymaktadır (Yılmaz, 2020’ye aktaran Young, 2013). İnsan beyninde bulunan yapılar büyük ölçüde benzerlik gösterirken, bu yapıları kişiye özgü kılan unsur, bireysel deneyimlerdir. Nöronlar, sinapslar, kimyasal ileticiler ve elektriksel aktiviteler tüm beyinlerde ortak olsa da; yaşantılar, beyinde duyusal girdilere bağlı olarak değişimlere yol açmaktadır. Bu değişimlerle birlikte farklı kortikal refleksler gelişmekte ve sinaptik ağlar oluşmaktadır (Yılmaz, 2020’ye aktaran Nicolic, 2010). Bu noktada, bireyin çevresiyle uyumlu şekilde etkileşim kurabilmesi için duyusal girdilerin sağlıklı biçimde organize edilmesi gerekmektedir. Beynin çevresel bilgileri işleyip uygun tepkiler üretmesiyle gerçekleşen bu sürece, duyu bütünleme süreci adı verilmektedir (Özyazıcı ve ark., 2021’e aktaran Dunn, 2007). Duyu bütünleme, bireyin bedenine ve çevresine dair duyusal bilgileri düzenleyerek vücudunu çevreyle etkili biçimde bütünleştirmesini sağlayan nörolojik bir süreçtir. Ayres’in geliştirdiği Duyusal Entegrasyon Teorisi, bireylerin duyusal girdilere verdikleri tepkilerin kişisel tercihlere göre değiştiğini ve bu girdilerin gündelik yaşam davranışlarıyla nasıl ilişkili olduğunu açıklamaktadır (Özyazıcı ve ark., 2021’e aktaran Bundy & Lane, 2020).
Bilimin Gözünden Ruhun Evrimi
Psikolojinin bilimsel bir alan haline gelmesinde, Descartes’in mekanistik yaklaşımı ve Darwin’in evrim kuramı da etkili olmuştur. Hayvan davranışları üzerinden yapılan gözlemlerle insan davranışları daha sistematik biçimde değerlendirilmeye başlanmıştır (Özakpınar, 2013’e aktaran Schultz & Schultz, 2007). Hall, istemli ve istemsiz davranışları farklı beyin bölgeleriyle ilişkilendirerek bu alana nörofizyolojik bir temel kazandırmıştır (Özakpınar, 2013’e aktaran Taylor, 1967). Müller ve Helmholtz’un sinir sistemi üzerine yürüttükleri çalışmalar ise psikolojik süreçlerin ölçülebilirliğini göstermesi açısından önemlidir (Özakpınar, 2013’e aktaran Cahan, 1993).
Beyinden Bağımsız Bir Ruh Mümkün mü?
Sonuç olarak, insan ruhunu açıklamaya yönelik yaklaşımların yalnızca felsefi temellere değil, nörobilimsel ve fizyolojik verilere de dayandırılması gerekmektedir. Davranışları biçimlendiren süreçler, beyindeki nöral ağların etkileşimiyle ortaya çıkmaktadır. Nöronlar arasındaki tekrar eden bağlantılar, zamanla düşünce, duygu ve davranış örüntülerini oluşturmaktadır. Bu durum, insan ruhunun ve davranışlarının beyinden bağımsız bir şekilde değerlendirilemeyeceğini göstermektedir. Dolayısıyla insan ruhu, merkezi sinir sisteminin bir fonksiyonu olarak ele alınmalıdır.