Her birimiz bir kitapta kendimizi bulduğumuz, karakterin gözünden dünyayı görüp kalp ritmimize kadar onunla birlikte değiştiğimiz bir an yaşamışızdır. Hatta bazı kitaplar öyle izler bırakır ki, kapağını kapattığımızda dünyaya artık aynı gözle bakamayız. Bir savaşın tam ortasında kalır, bir çocuğun kaygısına ortak olur, bir yas sürecini kendi içimizde tekrar yaşarız. Peki ama nasıl olur da, yalnızca siyah harflerden oluşan satırlar, bizim zihnimizde böylesine canlı sahneler yaratabilir?
Bu makalede, kitap okurken neden olayları yaşayanın bizmişiz gibi hissettiğimizi, karakterlerle nasıl özdeşleştiğimizi ve bunun psikolojik, nörobilimsel ve edebi temellerini inceleyeceğiz. Ayrıca okuyucunun yaşam deneyimlerinin ve kişisel geçmişinin bu süreci nasıl etkilediğini ele alacağız.
1. Zihinsel Simülasyon: Kitaplar Beynimizde Nasıl Canlanır?
Bir kitap okuduğumuzda, yalnızca bilgi edinmeyiz; aynı zamanda karakterlerin yaşadıklarını bir tür simülasyon halinde zihnimizde yeniden inşa ederiz. Bu sürece “zihinsel simülasyon” adı verilir. Oatley (1999), kurgusal anlatıların beynimizde gerçek hayattaki sosyal deneyimlerin provasını yaptığımız alanlar olduğunu belirtir.
Örneğin bir karakter bir seçim yapmak zorunda kaldığında, biz de onunla birlikte olası sonuçları düşünür, tercihlerini tartar, duygularına ortak oluruz.
Zihnimiz, anlatılan sahneleri yalnızca gözümüzün önünde canlandırmakla kalmaz; aynı zamanda bu sahnelerin duygusal yükünü de işler. Bu nedenle, bir karakter bir kayıp yaşadığında gerçekten üzülürüz, çünkü beynimiz, o duygunun gerçek olduğunu “zanneder”.
Bunu yalnızca hayal etmekle kalmaz; aynı zamanda o duygunun kimyasal karşılıklarını da üretiriz (Mar & Oatley, 2008).
2. Karakterlerle Özdeşleşme: Kendimizi Onların Yerine Koymak
Bir roman kahramanıyla özdeşleşmek, onun yerine kendimizi koymak, onunla duygudaşlık kurmak, hatta bir süreliğine onun kimliğini benimsemek anlamına gelir.
Bu durum, özellikle iç dünyası zengin, detaylı işlenmiş karakterlerde daha sık yaşanır. Çünkü insan zihni, “benzerlik” ve “ilişki kurma” üzerine çalışır.
Karakterin yaşadığı ikilemler, sorgulamaları, korkuları bize tanıdık geliyorsa, o zaman kendimizi onun yerine koymak çok daha kolay olur.
Kaufman ve Libby (2012), bu süreci “experience-taking” (deneyim devralma) olarak adlandırır. Bu fenomen sırasında, okuyucu karakterin kimliğine bürünür, onun değerlerini ve arzularını benimser.
Öyle ki, bir kitap bitiminde bazı insanlar kendi kararlarını bile sorgularken bulabilirler kendilerini.
3. Empati ve Anlatı Empatisi: Başkasının Derisinden Bakmak
Okuyucu ile karakter arasındaki bağın temelinde empati gelişimi yatar. Empati, başkasının duygularını anlamak ve hissetmektir. Kurmaca metinler, bu beceriyi güçlendiren ve tetikleyen özel alanlardır.
Suzanne Keen (2007), “narrative empathy” (anlatı empatisi) kavramıyla okuyucuların bir karakterin yerine geçerek onun yaşadıklarını duyumsamasını tanımlar.
Empatik bağlar kurmak, özellikle travmatik ya da çarpıcı hikâyelerde daha yoğundur.
Örneğin, bir çocuğun istismara uğradığı bir hikâyede, kendi geçmişinde benzer duygular yaşamış bir okuyucu daha derinden etkilenir. Bu bağlamda kitap, hem duygularımızı tetikler hem de onları dönüştürme potansiyeli taşır.
4. Nörobilimsel Açıklama: Beyin Bu Deneyimi Gerçek Gibi Algılar
Beyin, kitap okurken pasif kalmaz; aksine oldukça aktif bir süreç yürütür. Özellikle “ayna nöron sistemi”, başka birinin deneyimini izlerken ya da okurken sanki biz yaşıyormuşuz gibi aynı beyin bölgelerini aktive eder (Gallese & Goldman, 1998).
Bir karakter bir yumruk yediğinde ya da bir kaza geçirdiğinde, beynimizdeki acı merkezleri harekete geçer.
Mar (2011), kurmaca okumanın beynin “zihin kuramı” (Theory of Mind) alanlarını, yani başkalarının duygu ve düşüncelerini anlama becerilerimizi geliştirdiğini gösterir.
Bu da demektir ki kitap okumak, yalnızca eğlence değil; aynı zamanda sosyal zeka gelişimi için bir egzersiz alanıdır.
5. Dil, Anlatı Tarzı ve Bireysel Bağlantıların Rolü
Kitabın anlatı tarzı, okuyucunun karakterle kurduğu bağı doğrudan etkiler. Birinci tekil şahısla yazılmış romanlar (“Ben”) daha kolay özdeşleşme yaratır çünkü okuyucu doğrudan karakterin zihninden dünyaya bakar.
Bu anlatı biçimi, karakterin iç sesini, duygusal dalgalanmalarını daha yoğun hissetmemizi sağlar (Brunyé et al., 2011).
Ancak anlatım biçimi kadar önemli olan bir diğer etken de okuyucunun kendi yaşam öyküsüdür.
Örneğin, yalnız bir çocukluk geçirmiş bir birey, terk edilmiş bir karakterle çok daha derin bir bağ kurabilir. Bu nedenle her okuma deneyimi, okuyucunun geçmişiyle rezonansa girer; bu da deneyimi kişiselleştirir ve güçlendirir (Johnson, 2012).
6. Okuyucu Perspektifinden: Kendimizi Bulduğumuz Satırlar
Birçok insan için kitaplar yalnızca bilgi değil, sığınak, ayna, terapi alanıdır. Hayatının belirli bir döneminde bir karakterin yaşadığı çıkmazı yaşamış bir okuyucu, o karakterle yalnızca empati kurmaz; aynı zamanda iyileşir.
Bazı kitaplar, okuyucusunun içindeki çocukla yeniden temas kurmasını sağlar.
Bazılarıysa bir kaybın ardından susan yanımıza yeniden konuşma cesareti verir.
“Bu kitabı sanki benim için yazmışlar” ya da “Bu karakter tam olarak ben!” gibi ifadeler, edebi metnin ruhsal düzeyde nasıl bir etki bıraktığını gösterir.
Bu hissin temelinde yukarıda bahsedilen bilişsel ve duygusal mekanizmalar yer alır.
Sonuç
Kitap okuma psikolojisi, olayları yaşayan bizmişiz gibi hissetmemizi sağlayan bir dizi bilişsel, nörobilimsel ve duygusal sürecin birleşimidir.
Karakterlerle özdeşleşmek, yalnızca edebi bir teknik değil; aynı zamanda psikolojik bir deneyimdir. Bu süreç, geçmişimizi, duygularımızı, inançlarımızı ve hatta kimliğimizi yeniden düzenlememize yardımcı olabilir.
Kitaplar, yalnızca dünyayı anlamamızı değil, kendimizi de daha derin bir şekilde tanımamızı sağlar. Satırlar arasında dolaşırken aslında kendi iç dünyamıza yolculuk ederiz.
Ve belki de bu yüzden, en iyi kitaplar, kapattıktan sonra bile bizimle konuşmaya devam edenlerdir.
Kaynakça
● Brunyé, T. T., Ditman, T., Mahoney, C. R., Augustyn, J. S., & Taylor, H. A. (2011).
When you and I share perspectives: Pronouns modulate perspective taking during narrative comprehension. Psychological Science, 22(11), 1423-1428.
● Gallese, V., & Goldman, A. (1998).
Mirror neurons and the simulation theory of mind-reading. Trends in Cognitive Sciences, 2(12), 493–501.
● Green, M. C., & Brock, T. C. (2000).
The role of transportation in the persuasiveness of public narratives. Journal of Personality and Social Psychology, 79(5), 701–721.
● Johnson, D. R. (2012).
Transportation into a story increases empathy, prosocial behavior, and perceptual bias toward fearful expressions. Personality and Individual Differences, 52(2), 150–155.
● Kaufman, G. F., & Libby, L. K. (2012).
Changing beliefs and behavior through experience-taking. Journal of Personality and Social Psychology, 103(1), 1–19.
● Keen, S. (2007). Empathy and the Novel. Oxford University Press.
● Mar, R. A. (2011).
The neural bases of social cognition and story comprehension. Annual Review of Psychology, 62, 103–134.
● Mar, R. A., & Oatley, K. (2008).
The function of fiction is the abstraction and simulation of social experience. Perspectives on Psychological Science, 3(3), 173–192.
● Oatley, K. (1999).
Why fiction may be twice as true as fact: Fiction as cognitive and emotional simulation. Review of General Psychology, 3(2), 101–117.