Kadın olmak, çoğu zaman sessiz bir mücadeledir. Duygular, beklentiler, roller…
Hepsi birbirine dolanmış bir ip gibi kadının hayatında örülüdür. Bazen bu ipler o kadar sıkı sarılır ki, kadın kendi sesini duymakta zorlanır.
İşte tam bu noktada, Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” kitabındaki o keskin ama samimi bakış açısı devreye girer. Kadın, adını koymadıkça görünmezdir. Kendi adını bulmak, kendini bulmakla başlar.
Duygu Asena, “Kadının Adı Yok” kitabında, kadınların çoğunlukla toplumun dayattığı rollerle sınırlandırıldığını, adeta “görünmez kılındığını” anlatır. Kadın; annelik, eş olma, ev işi ve duygusal emek yükümlülükleri arasında sıkışırken kendi varlığını ve isteklerini geri plana itmek zorunda kalır.
Bu durum, kadın psikolojisi açısından birçok içsel çatışmaya ve bastırılmış duygulara yol açar. Kimi zaman suçluluk, kimi zaman kaygı ve öfke şeklinde dışa vurur bu bastırılmışlık duygusu. Kadın, kendini ve ihtiyaçlarını görmezden geldiğinde içsel bir boşluk hissi yaşar.
Feminist Terapi: Kadının Yol Arkadaşı
Feminist terapi, kadınların bu yolculuğuna rehberlik eder. Kadının yaşadığı sıkıntılar çoğu zaman bireysel olarak görülse de, aslında toplumsal bir bağlamın ürünüdür.
Feminist terapistler, kadınların kendi deneyimlerini anlamalarına, güçlerini fark etmelerine ve yaşamlarına dair seçimlerinde aktif rol almalarına odaklanır.
Terapi süreci, kadına sadece kendi içsel sesiyle temas etme imkânı sunmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal normların ve kalıpların farkına varmasını da sağlar. Böylece kadın, kendi benliğini yeniden inşa ederken baskılayıcı yapıların ötesinde bir özgürleşme deneyimi yaşayabilir.
Feminist Terapinin Aşamaları
1. Güçlendirme
-
Kadının kendi hayatı üzerinde söz sahibi olmasını destekler.
-
Kadına, “Senin duyguların, düşüncelerin ve ihtiyaçların değerli.” mesajını verir.
-
Kadın, bastırılmış öfke, kaygı ya da suçluluk duygularının arkasındaki toplumsal nedenleri fark ederek kendini daha güçlü hisseder.
2. Toplumsal Cinsiyet Rollerini Sorgulama
-
Kadına, “annelik”, “eş”, “itaatkâr” gibi dayatılan rolleri sorgulama alanı açar.
-
Kadın, kendi istekleri ile toplumun ondan bekledikleri arasındaki farkı görür.
Bu farkı fark etmek, psikolojik özgürleşmenin ilk adımıdır.
3. Travmaların Yeniden Anlamlandırılması
-
Kadının yaşadığı şiddet, taciz, mobbing veya değersizleştirme deneyimlerini patriyarkal sistemin bir yansıması olarak ele alır.
-
Böylece kadın, yaşadıklarından dolayı kendini suçlamaktan çok, içinde bulunduğu düzeni sorgulamayı öğrenir.
4. İlişkilerde Denge Kurma
-
Kadınların sıklıkla “fedakâr”, “uyumlu” olmaya zorlanmasından dolayı yaşadığı tükenmişliği fark etmesine yardımcı olur.
-
Terapi, kadının sınır koyma, hayır diyebilme ve eşit ilişkiler kurabilme becerilerini geliştirmesine destek olur.
5. Özgüven ve Özsaygıyı Artırma
-
Kadının içselleştirdiği “yetersizim, değersizim” gibi inançları sorgulatarak yerine daha sağlıklı bir benlik algısı koyar.
-
Özellikle erkek egemen iş, aile ve toplum yapısında sık sık görünmez kılınan kadınların kendilerini yeniden tanımlamasına katkı sağlar.
6. Kolektif Dayanışma Bilinci
-
Sadece bireysel terapi değil, grup terapileriyle de kadınların birbirlerinin hikâyelerinde kendilerini bulmasına alan açar.
-
“Ben yalnız değilim” hissi, kadının psikolojik iyileşme sürecini hızlandırır.
7. Duyguların Normalleştirilmesi
-
Öfke, kızgınlık, huzursuzluk gibi duyguların “kadına yakışmaz” diye bastırılmasını değil, anlamlandırılmasını sağlar.
-
Kadının bu duyguları sağlıklı biçimde ifade etmesine yol açar.
Kadın Psikolojisi ve Kendini Tanıma Süreci
Kadın psikolojisinin temelinde, “kendini tanıma ve kabul etme” süreci yatar. Kadın, toplumun beklentilerini sorgularken, aynı zamanda kendi arzularını ve duygularını kabul etmeyi öğrenir.
Duygu Asena’nın satırlarında sıkça rastladığımız gibi, kadın “kendi adını koymayı” öğrenmedikçe, varlığını tam anlamıyla hissedemez. Bu ad, sadece kimlikten ibaret değildir; aynı zamanda haklarını, sınırlarını ve duygularını sahiplenme cesaretini simgeler.
Feminist terapi ve kadın psikolojisi perspektifinden bakıldığında, kadının yaşadığı depresyon, kaygı, stres ve öfke gibi duygular çoğu zaman bireysel bir sorun gibi gösterilse de aslında toplumsal bir bağlamın ürünüdür.
Kadın, sürekli olarak başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışırken kendi içsel dünyasında bir uyumsuzluk yaşar. Bu uyumsuzluk, duygusal ve zihinsel sağlığı olumsuz etkileyebilir.
Terapi sürecinde kadına sunulan en güçlü araçlardan biri, kendi duygularını adlandırabilme ve ifade edebilme yetisidir. Kadın, “Ben buradayım, benim hislerim değerli.” diyebildiğinde, hem kendisiyle hem de çevresiyle daha sağlıklı bir ilişki kurabilir.
Duygu Asena ve Kadının Özgürlük Mücadelesi
Duygu Asena, kadınların yaşadığı yalnızlık, bastırılmışlık ve kimlik arayışını cesurca yansıtır. Onun sözlerinde kadın, bir varlık olarak kendi değerini keşfetmek, kendi hikâyesini yazmak için mücadele eder.
Bu mücadele, bazen sessiz ve içseldir; bazen ise toplumla çatışma halinde olur. Feminist terapi, bu süreci destekler, kadına kendi gücünü fark ettirir ve onu kendi hayatının aktif bir yaratıcısı haline getirir.
Sonuç: Kadının Adını Koymak
Sonuç olarak, kadın psikolojisi, feminist terapi ve Duygu Asena’nın Kadının Adı Yok kitabı bize bir gerçeği hatırlatır:
Kadın, kendi adını koymadıkça, kendi içsel sesini duymadıkça ve toplumsal kalıpların ötesinde kendini ifade etmedikçe tam anlamıyla özgür olamaz.
Bu özgürlük, hem bireysel hem de toplumsal bir dönüşümü gerektirir. Kadın, kendi psikolojik dünyasında yürüttüğü bu yolculukla bastırılmış duygularını serbest bırakır, kimliğini ve öz değerini yeniden keşfeder ve en önemlisi, kendine ait bir ad, bir varlık alanı yaratır.
Kadın, kendi adını bulduğunda sadece kendini değil; etrafındaki dünyayı, ilişkilerini ve toplumu da dönüştürme gücünü kazanır. Çünkü kadın özgürleştiğinde, hayatın ritmi de onunla birlikte değişir. Özgürleşen kadın, yaşamın bütün duygularını — acıyı, neşeyi ve tutkuyu — tam anlamıyla hissedebilir.