Sevgi insanın hayatındaki en temel ihtiyaçlardan biri, belki de en karmaşık olanıdır. Bazen farkında oluruz bu ihtiyacın, bazen de hayatın telaşı içinde farkına bile varmadan hep onu ararız. Sevmenin de sevilmenin de tarifini yapmak zordur. Bu iki kavram çoğu zaman birbirine karışır; ayırt etmeye çalıştıkça daha da bulanıklaşır. Birinde vermek, diğerinde almak vardır. Sevmek, bir başkasına yönelmek, içimizdeki sıcaklığı paylaşmak demektir. Sevilmek ise, bir başkası tarafından önemli olduğunu, kabul edildiğini hissetmektir. Ama ikisinin de kökü aynı yerdedir: “Anlamlı ve değerli hissetme ihtiyacımızda…”
Bağlanma ve Sevgi İhtiyacının Kökeni
İnsanın bu ihtiyacı, doğduğu andan itibaren başlamaktadır. Henüz konuşamazken bile ağlayışlarımızla, bakışlarımızla etrafımıza “Beni gör” deriz. Bağlanma kuramına göre; bu dönemde bakım verenimizle kurduğumuz ilişki, sevgiye dair temel inancımızı şekillendirir. O ilişki güvenliyse, dünya bize sıcak gelir. Ancak güvenli değilse, eksikse; sevgiyi hep temkinli tutarız… Ya da o eksikliği tamamlamak amacıyla ömür boyu bu ihtiyacın peşinden koşarız.
Bazen de koşullu sevgiyi öğreniriz ebeveynlerimizden: uslu durduğunda veya başarılı olduğunda sevilen çocuklar olarak… Her koşulda, olduğumuz halimizle değer görebileceğimizi değil de sevgiyi belirli şartları yerine getirdiğimizde hak edebileceğimiz ya da kazanmak için çabalamamız gereken bir ödül olarak nitelendiririz. İşte bu yüzden bazı insanlar sürekli kendini kanıtlamak ve onaylanmak için çabalar.
Sevgiyi Arayış ve Günlük Hayattaki İşaretleri
Çocukken ebeveynlerimizin kucağında bulduğumuz ya da bulmayı umduğumuz bu sevgiyi, büyüdüğümüzde de dostluklarda, aşklarda, hatta iş arkadaşlarımızla olan ilişkilerde ararız. Aslında bu sevgiyi bazen bir yabancıyla kurulan kısa bir göz temasında ya da bir kediyi okşadığımızda bile hissedebiliriz. Çünkü sevgi, görünmez bir dil gibi çalışır; söylenmese bile anlaşılır.
Bir arkadaşımızın sarılması, annemizin sessizce üstümüzü örtmesi, sevdiğin insanın günün ortasında attığı küçük bir mesaj… Bunların hepsi “Seni görüyorum, sen varsın” diyen işaretlerdir. Sevginin özü tam da buradadır: Görmek ve görülmek.
Modern Dünyada Sevgi ve Sevilme İhtiyacı
Fakat modern dünyada, bazen “zamanımız yok” bahanesinin ya da hayatın koşturmacasının gölgesinde kalır. Herkesin meşgul olduğu, kimsenin kimseye uzun uzun bakmadığı bir çağda, sevilme ihtiyacı sessizce büyümeye devam eder. Belki de bu yüzden sosyal medyada alınan bir beğeni, insanların ruhunda küçük bir mutluluk yaratır. O an, biri bizi fark etmiştir.
Biri, varlığımıza küçük de olsa bir onay vermiştir ve o küçücük onay, içimizde derinlerde bir yerde “yalnız değilim” duygusunu fısıldar. Belki de sevilme ihtiyacı, en çok bu fısıltının peşinde koşmaktır.
Sevginin Güvenli Alan Oluşturma Biçimi
Her birimiz kendi güvenli alanını bulmak, sevmek ve sevilmek için çeşitli davranışlarda bulunuruz. Peki, her sevgi bizim için gerçekten güvenli bir alan oluşturur mu?
Herkes sevebilir ama herkes sevgiyi büyütebilir mi? Sevmek birini anlamak, sabretmek, bazen kendi konfor alanını terk etmek… Bazen de onun yaralarına dokunmadan yanında durabilmektir.
Bazı insanlar çok sever ama o sevgiyi kontrol ya da bağımlılık üzerinden yaşarlar ve hem kendilerine hem de sevdiklerine zarar verirler. İşte bu tür bir sevgi güvenli bir liman olmaktan çıkar, dalgalı bir denize dönüşür. Bu yüzden, sevgi kadar onu yaşama biçimimiz de önemlidir.
Aidiyet Arayışı ve Sevginin Derinliği
İnsanın güven arayışının yanı sıra sevgi ihtiyacının bu kadar güçlü olmasının bir nedeni de aidiyet arayışıdır. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde, güvenlikten hemen sonra gelir “ait olma” ihtiyacı. Çünkü bir topluluğun parçası olmak, yalnızca fiziksel olarak değil, duygusal olarak da hayatta kalmamızı sağlar.
İnsan, varlığını anlamlı kılmak için bir “biz” duygusuna ihtiyaç duyar. Yalnızlık ise çoğu zaman sadece bir başına olma hali değil, görülmeme ve hissedilmeme duygusudur.
Bu yüzden insanlar, bazen yanlış yerlerde bile olsa bir yere ait hissedebilmek için çabalar; çünkü dışarıda kalmak, hem psikolojik hem de biyolojik olarak tehdit gibi algılanır. Aidiyet, sevgiyi besler; sevgi de aidiyeti güçlendirir.
Sağlıklı Sevgi ve Kendini Sevmek
“Severken aynı zamanda sevilmeyi de arzularız. Burada ince bir çizgi vardır: Sevilmenin, varlığımızın tek ölçütü haline gelmesi!”
Bu bakış açısına kapıldığımızda, sevgi arayışı yıkıcı bir yolculuğa dönüşebilir. Birinin sevgisini kazanmakla hayatımıza anlam katacağımıza inanırken, o sevgiyi kaybettiğimizde kimliğimizin bir parçasını da yitirdiğimizi hissederiz. “Onsuz ben kimim?” sorusu işte tam da burada sessizce belirir.
Ancak; sağlıklı sevgi, yalnızca karşımızdakine bağlanmak değil, aynı zamanda kendi varlığımıza da kök salmakla mümkün olur. Asıl mesele, sevginin dışarıdan gelmesini beklemek değil, onu içimizde çoğaltabilmektir.
Kendini sevmek, kibir ya da bencillik değil; varlığını kabul etmek, eksiklerini anlayışla karşılamak demektir. Kendi varlığını sevmeyen, başkasının sevgisini de tam anlamıyla hissedemez.
Sonuç: Sevdikçe ve Sevdalandıkça
Belki de ilk adım, başkalarının gözünde değerli olmak değil, kendi içimizde değerli hissetmektir. Kendimize “Ben değerliyim” diyebildiğimizde, başkalarının sevgisi bizi tamamlamaz; sadece hayatımıza değer katar.
Aksi halde sevgiyi bir can simidi gibi tutar, bırakmaya korkarız. Oysa sağlıklı olan, sevginin bizi tamamlaması değil, zenginleştirmesidir.
Kendi kendine yeten kalp, başkalarının sevgisini bağımlılık değil, armağan olarak görür. “Kendimizi sevmeyi öğrendiğimizde, sevgi karşılık bekleyen bir yük olmaktan çıkar; özgürce verilip alınan bir paylaşıma dönüşür.”
Tıpkı bir ağacın gölgesini herkese sunması gibi… Böyle bir sevgide kıskançlık, hesap ya da eksiklik yoktur. Hem bize hem de karşımızdakine iyi gelir.
Kimse borçlu hissetmez; çünkü sevgiyi, vermekle almak tek bir nefes gibi birleşir. İşte o zaman yaşam, sevdikçe ve sevdalandıkça güzelleşir.