Cumartesi, Aralık 6, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Hayatıma Biri Girince Ben Neden Çıkıyorum?

İlk psikoloji okumalarımda rastladığım ve hâlâ ilgimi çeken bir olgu var. Aşkın biyolojik ve psikolojik etkileri bazı açılardan şizofrenide gördüğümüz nörokimyasal ve bilişsel mekanizmalar ile benzer terimlerle konuşuluyor. Başka bir ifadeyle, aşkın ilk evresinde düşünce ve duyguların kontrolden çıkması açısından şizofreniyi andıran bir ruh hali yaratılıyor. Yani aşk hastalık değil ama ona benzeyen bir fırtına, öyle bir kendini kaybetme hâli…

Hepimizin zaman zaman aynı piste yolu düşer. Aşkın ilk evresinde nörobiyolojik bir yanılgı yaşarız, beyin tehdit algısını düşürerek risk değerlendirmesini bozar ve “öteki”yi merkez kabul etmemize neden olur. Birini hayatımıza aldığımızda, onunla birlikte ilginç bir refleks ortaya çıkar; ona yer açmak için kendimizi dışarı çıkarırız. Sanki aşka kabul edilmenin bedeli “ben”den vazgeçmekmiş gibi, sanki öz-kimlik algımıza ihanet ederek ötekinin varlığına garip bir sadakat ritüeli sunmamız gerekiyormuş gibi.

Sadakatin oluştuğu ilk günleri hatırlayın. İlişkinin başında telefon bildirimleri daha sık gelir, düşünceler dar koridorlarda sıkışır, dünya tek bir yüz, tek bir ses ve tek bir mesajdan ibaret olur. Kalpler ve çiçeklerden hoşlanan romantik tarafımız bunu “çok sevmek” diye tanımlasa da maalesef bilim romantizmle aynı fikirde değil. Beynin biyokimyası romantizmin üstüne ince bir sis indirir. Serotonin ve daha nicesi… hepsi aynı şeyi fısıldar: “Ona bağlanırsan güvende olursun.”

Ve biz bağlanırız.
Peki ne pahasına?

Ben’den Vazgeçme Sanatı

İlişki bilinenin aksine iki kişi arasında değil aslında üç varlık arasında yaşanır: Ben, sen ve biz.
“Biz” büyürken “ben” yok oluyorsa, bu aşk değil kimliğinizde meydana gelen bir erozyondur.

Hayatımızda meydana gelen bu doğal afet hayallerimizi erteler, arkadaşlarımızı ihmal eder ya da alışkanlıklarımızı sessize alır. Özetle seni kendine daha çok yaklaştırmıyorsa ilişki, seni kendinden uzaklaştırıyordur. Kendini tanımlayamadığın her boşlukta da başka biri gelip o boşluğu doldurur.

Peki biz bu enkazı biri hayatımıza girdiğinde mi yaratıyoruz?
Yoksa biz çocukluğumuzdan beri o enkazla birlikte mi büyüyoruz?

Kendini Kaybetmenin Psikolojik Kökeni

Birini hayatımıza aldığımızda sadece ona yer açma refleksi oluşturmuyoruz. Yeni gelenle birlikte onu içeride tutmak ya da kaybetmekten korkmak gibi bir sürü yeni gizli denklemler oluşuyor dünyamızda. Bu gizli denklemlerden biri; sevilmek ve vazgeçmek.

Biz bu enkazı çocuklukta öğreniyoruz. Değer görmemiz için uyumlanmamız gerekir, kabul edilmek itaatten geçer ve “ben” olmak ötekinin varlığını istiyorsan risklidir.

Partnerin ebeveynin değildir ama ona duyduğun his aynıdır:
“Beni severse varım. O halde ben olmayayım, yeter ki o kalsın.”

Romantik ilişkiler, bu eski ezberleri yeniden sahneye koyar ve biz de o sahneyi en önde izleyen seyirciler oluruz. Dedim ya hepimizin yolu aynı piste düşer. O halde meselemiz yolda nasıl yürüyeceğimizi belirlemek mi olmalı?

Aşk, seni içinden çıkarıp başkasına teslim eden bir göç hareketi değil; içinde yeniden senin bilmediğin bir hâlini yeşertmene izin veren bir ev dürtüsüdür. Sağlıklı bir ilişki; sana kendinden vazgeçmek yerine, kendini daha iyi tanıdığın bir versiyonu sunar. Sınırlarını genişletir, yok etmez. Rutinlerini besler, senin alanına saygı duyar, kendini ifade etmeni teşvik eder, seni kısıtlamaz.

Ama çocukluktan beri o enkazı içinde taşıyorsan, kalbinde büyüttüğün romantizmin etkisiyle evinden ayrıldığını fark etmeyebilirsin. Daha tehlikeli olan şey; kaybettiğin şeyin bir eşya yerine bir kimlik olduğunu bile anlamayabilirsin.

Hayatıma Biri Girince Ben Neden Çıkıyorum?

Hayatınıza biri girince evden ayrılıyorsunuz çünkü içeri giren biri için yer yoktu.
Çünkü kendinize hiç yer ayırmamışsınız.

Bir ilişkide kendinden vazgeçmek romantizm değil, öz-kimlik terkidir. Birliktelik, “ben”den vazgeçtiğin yer değil, “ben”i büyüttüğün alandır. Birinin kalbinde yer açmak kendimizden taşınmak zorunda olduğumuz anlamına gelmez.

Gerçek aşk, ev değiştirmek değil; içimizdeki eve nihayet ışık yakabilmektir.

Voltaire’in çok sevdiğim bir sözü var: “Dolanma bahçeni ek” diyor.

Hayatına biri girdiğinde, kendi bahçeni unutma. Sağlıklı bir ilişki, başkasının gölgesinde kaybolmak değil; kendi çiçeklerini sulayıp köklerini derinleştirmektir. Birinin kalbinde yer açmak için kendi bahçenden çıkmana gerek yok; gerçek olan ve sana iyi gelen şey bahçeni bırakmak değil, bahçene yeni fidanlar dikip çiçeklerini yeşertebilmektir.

Egemen İlmek
Egemen İlmek
Egemen İlmek, lise öğreniminin bir bölümünü Londra’da Goldsmiths University of London’da, psikoloji lisansını ise İstanbul Okan Üniversitesi’nde yüksek onur derecesiyle tamamlamıştır. Romantik yakınlıkları incelediği Klinik Psikoloji yüksek lisans tezi, uluslararası bir kongrede kabul alarak Uzman Klinik Psikolog unvanını almaya hak kazanmıştır. Akademik hayatı süresince pek çok klinik odaklı teorik eğitime katılmış; anaokulu, hastane ve kliniklerde aktif saha deneyimi edinmiştir. Mesleki yolculuğunda özellikle kaygı bozuklukları, fobiler, depresyon, panik bozukluk ve yakın ilişkiler alanlarında seanslar yürütmektedir. Aynı zamanda lisans programında kişilerarası ilişkiler ve davranış bilimleri alanlarında öğretim görevlisi olarak ders vermektedir. Çocukluğundan beri yazmaya duyduğu derin tutku sayesinde çeşitli platformlarda yazıları yayımlanmış; bu doğrultuda kariyerinde psikolojiyi klinik odalardan çıkararak sayfalarla buluşturmayı ve ulaşılabilir içerikler üretmeyi hedeflemektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar