Göç, insanın hayatında bazen zorunlu kılınan, bazen tercih edilen bir dönüşüm ve zorlu süreçtir. Göçmenler çoğu durumda mutlaka kendi kültüründen ayrılmak istemez fakat buna mecburdur. Ancak göç, sanıldığı gibi yalnızca fiziksel bir yer değişikliği değil, aynı zamanda köklerinden de psikolojik bir kopuştur. Bazen daha iyi bir yarın uğruna, bazen de yaşama tutunabilmek için göç eder insan. Bu süreçte birey, gerisinde yalnızca bir ülke değil, konuştuğu dili, geleneklerini, aile ve sosyal bağlarını ve kendi benliğini arkada bırakmak zorunda kalabilir. Yeni bir dile uyum sağlayıp eğitim alırken, anlaşılamama duygusunu sıklıkla hisseder ve kişinin özgüveni kolaylıkla zedelenebilir. Yeni ve farklı bir kültüre uyumu sağlamak, büyük bir psikolojik yük ve mücadeleyi gerektirir, aynı zamanda içsel çatışmalara yol açabilir. Bu durum bireyin aidiyet sorunlarını daha da güçlendirebilir. Göçmenler bu süreçte pek çok psikolojik sorunla mücadele etmek zorunda kalabilir; özellikle çocuklar ve ergenler için aidiyet sorunları büyük bir psikolojik sıkıntı nedeni olabilir. Ayrıca göçmenlerin karşılaştığı sosyal dışlanma da göçmenleri suç işlemeye daha yatkın kılabilir.
Göçmenlerde Depresyon ve Kaygı: Psikososyal Zorluklar ve Risk Faktörleri
Göçmenler genellikle uyum sağlayamadıkları yeni toplumda birçok zorluk yaşarlar. Bu süreçte yalnızlık, güvensizlik ve aidiyet sorunları hissedebilirler. ‘‘Bazı çalışmalar göçmenler arasındaki depresyon yaygınlığının yaklaşık %15 civarında olduğunu tahmin etmektedir, ancak oranlar bağlama ve örnekleme göre değişmektedir. (Fazel et al., 2012)’’
Göz önünde bulundurulması gereken bir diğer faktör, göç sürecinde yaşanan kayıp ve ayrılıktır. Bu tür deneyimler uzmanlar tarafından “göç acısı” veya “göç yası” olarak tanımlanmaktadır. Bu, depresyon gibi psikolojik hastalıklarla doğrudan ilişkilidir. Göç süreci genel olarak iki düzeyde değerlendirilir. Birincisi, göç edilmeye sebep olan savaş ve belirsizliktir; ikincisi ise yeni bir yere yerleşme, uyum ve dışlanmadır. Örneğin, okulda dışlanma, akran grubunun uyum sorunları ve kişinin kendini sorgulayarak yeni bir kimlik arayışına girmesi ortaya çıkabilir ve birey üzerinde ek psikolojik baskı oluşturabilir. Bu durum akademik ve sosyal gelişimi olumsuz etkileyebilir. Özellikle savaş, ölüm veya kayıp gibi psikolojik kaygılar yaygın olabilir. Savaş, ölüm veya kayıp deneyimi yaşayan bireylerin genellikle Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) geliştirme riski daha yüksektir. Bu durum ergenlerde ve çocuklarda daha da zordur.
Bu bağlamda, Suárez-Orozco ve arkadaşlarının (2009) araştırması ön plana çıkar. Göçmen çocukların “iki kültür arasında sıkışmışlık’’ hissi yaşayabileceğini öne sürer. Yazarlar, ‘‘Göçmen gençler, hem ailelerinin kültürüne bağlı kalmaya çalışırken hem de yeni toplumun kurallarına uyum sağlamak zorunda olmaları sebebiyle kimlik karmaşası yaşayabilirler’’ (Suárez-Orozco et al., 2009, s. 725) diyerek bu sürecin psikolojik yükünü vurgular. Bu karmaşıklık hissi, çocuk ve ergen göçmenlerde kaygı bozuklukları ve depresyon riskini artırır. Özellikle zorunlu göçmenler uzun süreli travmalar yaşayabilir.
Fazel ve arkadaşlarının (2012) göçmenlerin ruh sağlığı üzerine yaptığı araştırmada, “travmatik deneyimler ve sosyal dışlanma, göçmenlerde antisosyal davranış sergileme riskini artırmaktadır” (Fazel et al., 2012, s. 270) ifadesiyle, göçmenlerin karşılaştığı psikososyal stres faktörlerinin genel nüfusa göre fazlalığını vurgular. Bu durum ilerleyen süreçlerde kişinin kendini dış dünyaya kapatması riskini taşır. Bu bulgular, göçün psikolojik tarafının görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir sorun olduğunu ortaya koyar. Ek olarak Fazel ve yazarlar, bu problemlerin kız çocuklarında erkeklere oranla daha fazla olduğunu vurgular.
Göçmenlerin Ruhsal Sağlığını Destekleyici Faktörler
Göçmenler, karşılaştıkları engellere rağmen derin bir psikolojik iyileşme yaşayabilir. Farklı koşullar altında göçmenlerin ruh sağlığı desteklenebilir. Bunlar arasında, kültürlerarası dil eğitim programlarına ve kültürel destek hizmetlerine kolay erişim ön plâna çıkar. Ayrıca, aile ve toplum desteğine engel olmayan motivasyonu artırmak da önemlidir. Göçmenler, toplumlarının çeşitliliklerine önemli bir katkı sağlayabilecekleri konusunda güçlü bir şekilde motive hale getirilmeleri gerekmektedir.
Bu nedenle öğretmenler, psikologlar, işverenler gibi toplumun her alanından bireyler daha empatik ve kapsayıcı bir yaklaşım benimsemelidir. Eş zamanlı olarak bireyin ihtiyaçlarının değerlendirilmesi ve hislerini rahatça ve yargılanma korkusu olmaksızın aktarabilmesi için sosyal alanlar oluşturulmalıdır.
Sonuç
Sonuç olarak, her göç yeni bir başlangıçtır aslında. Toplum tarafından yalnızca fiziksel bir yer değiştirme olarak görülse de derin bir psikolojik savaştır. Göçmenler, yalnızca bavullarını değil ondan daha büyük bir yük olan zihinsel yüklerini de yanlarında taşır. Bu nedenle, göçmenlerin psikolojik olarak daha az etkilenmesini sağlamak amacıyla desteklenmesi gerekir. Unutmayalım ki her göçmen anlaşılmayı hak eder ve bavulunda sessiz bir hikâye taşır. Bu hikayeleri duyabilmek, bireysel çabanın yanı sıra toplumsal duyarlılık ve empati gerektirir.
Referanslar:
Fazel, M., Wheeler, J., & Danesh, J. (2005). Prevalence of serious mental disorder in 7000 refugees resettling in western countries: A systematic review. The Lancet, 365(9467), 1309–1314. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(05)61027-6
Fazel, M., Reed, R. V., Panter-Brick, C., & Stein, A. (2012). Mental health of displaced and refugee children resettled in high-income countries: Risk and protective factors. The Lancet, 379(9812), 266–282. https://doi.org/10.1016/S0140-6736(11)60051-2
Suárez-Orozco, C., Suárez-Orozco, M. M., & Todorova, I. (2009). Learning a new land: Immigrant students in American society. Harvard University Press.