Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Genç Kuşaklarda Çevre Temelli Kaygı Bozuklukları

Çevresel değişikliklerin hız kazandığı ve etkilerinin artık doğrudan gündelik yaşamı şekillendirdiği bir çağda yaşıyoruz. İklim krizi, artan doğal afetler, biyolojik çeşitliliğin azalması ve kaynakların tükenmesi gibi sorunlar, yalnızca gezegenin fiziksel sağlığını değil, bireylerin ruh sağlığını da derinden etkilemektedir.
Özellikle genç kuşaklarda giderek yaygınlaşan çevre temelli kaygı bozuklukları, yani eko-anksiyete, son yıllarda psikoloji literatüründe daha fazla yer bulmaya başlamıştır.
Bu kavram, bireyin çevresel yıkım karşısında hissettiği yoğun endişe, çaresizlik, suçluluk ve gelecek korkusu ile karakterize edilen bir duygulanım durumudur.

Günümüz gençleri, iklim krizinin etkilerini doğrudan deneyimleyen hem de bu krizle başa çıkma sorumluluğunu sıklıkla omuzlarında hisseden bir kuşaktır. Çevresel farkındalık düzeyleri yüksek olan bu bireyler, aynı zamanda küresel ölçekteki krize karşı kendilerini etkisiz hissetmektedir.
Sürekli olarak maruz kalınan “iklim felaketi” haberleri, bilimsel veriler, politik yetersizlikler ve toplumsal duyarsızlık; özellikle ergenlik ve genç erişkinlik dönemlerinde, yoğun bir psikolojik baskı yaratmaktadır.

Eko-anksiyete, klasik anksiyete bozukluklarından ayrılır çünkü temeli gerçek tehditlere dayanır. Yani bireyin kaygısı irrasyonel değildir; çevresel krizlerin güncel ve belgelenmiş etkileri vardır.
Ancak bu gerçeklik, bireydeki kaygı düzeyini azaltmak yerine çoğu zaman daha da derinleştirir. Çünkü çözüm üretme kapasitesinde bireyin etkisiz kaldığını hissetmesi, çaresizlik duygusunu artırır.
Bu durum ise depresif belirtilerin, tükenmişlik hissinin, dikkat ve motivasyon eksikliğinin ve gelecek planlarından kaçınma eğiliminin ortaya çıkmasına neden olabilir.
Nitekim birçok genç birey, gelecekte çocuk sahibi olmama ya da uzun vadeli kariyer hedeflerinden vazgeçme gibi kararlar aldığını ifade etmektedir.

Bazı bireylerde bu durum, çevresel aktivizme yönelme ve çözüm üretme motivasyonunu artırsa da, bir kısmında tam tersi etkiyle geri çekilme, izolasyon ve karamsarlık gelişebilir.
Bu noktada, çevre temelli kaygılar, yalnızca bireysel psikopatoloji olarak değil; aynı zamanda toplumsal yapıların gençler üzerindeki etkilerinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.
Bu bağlamda, eko-anksiyete yalnızca bireysel bir ruh sağlığı sorunu değil; aynı zamanda kolektif bir toplumsal ve kültürel sorumluluktur.

Bu kaygıyla başa çıkabilmenin ilk adımı, bireylerin bu duygularının geçerli, anlaşılabilir ve insani olduğunun kabul edilmesidir.
Genç bireylerin çevreye karşı duyarlılığı, bir ruhsal bozukluk göstergesi değil, aksine ahlaki bir sorumluluğun ve etik bilincin işaretidir.
Ancak bu farkındalık, doğru şekilde yönlendirilmediğinde sağlıklı başa çıkma mekanizmaları yerine tükenmişliğe evrilebilir.
Dolayısıyla psikolojik destek sistemleri, bu alanda kapsayıcı ve bütüncül bir şekilde yapılandırılmalıdır.

Bilişsel-davranışçı terapi yaklaşımları, felaketleştirme eğilimindeki düşünce kalıplarının yeniden yapılandırılmasına yardımcı olabilir.
Ayrıca duygusal farkındalık, öz-şefkat ve değer odaklı yönelim gibi kavramlar da psikolojik dayanıklılığı artırmakta önemli rol oynar.
Grup temelli psikoterapiler, bireyde yalnız olmadığını hissettirme, dayanışma ve umut duygularını pekiştirme açısından faydalıdır.
Özellikle ekolojik temalı grup çalışmaları veya eko-terapi uygulamaları, bireyin çevresel kaygıyı yapıcı bir enerjiye dönüştürebilmesine olanak tanıyabilir.

Eğitim kurumlarının da bu alanda sorumluluk alması elzemdir.
Gençlerin çevreyle ilgili bilgi edinme süreçleri, yalnızca bilimsel verilerle değil, aynı zamanda psikolojik sağlamlıklarını geliştiren içeriklerle de desteklenmelidir.
Okullarda bilinçli farkındalık (mindfulness), stres yönetimi, duygu düzenleme becerileri ve toplumsal dayanışma çalışmaları; öğrencilerin çevresel krizlerle baş etme kapasitelerini artırabilir.
Ek olarak, gençlerin çevre politikaları, geri dönüşüm projeleri ya da yerel sürdürülebilirlik girişimlerine katılmaları, bireysel etkisizlik hissini azaltarak aidiyet ve kontrol duygusunu artıracaktır.

Medya ve sosyal platformlar da bu sürecin şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır.
Umutsuzluk yaratan içeriklerin yanında, çevre için olumlu dönüşümler yaratan girişimlerin, başarılı aktivistlerin ve çözüm odaklı hikâyelerin görünür kılınması, genç bireylerde umut duygusunu yeniden canlandırabilir.

Sonuç

Çevre temelli kaygı bozuklukları, yalnızca bireysel bir psikolojik mesele değil; aynı zamanda toplumsal duyarlılık, politik sorumluluk ve etik bilinçle harmanlanması gereken çok katmanlı bir konudur.

Gençlerin bu hassasiyetlerini bastırmak yerine anlamlandırmak, onların içsel gücünü desteklemek ve yapıcı eylemlere yönlendirmek, ruh sağlığı alanında çalışan profesyonellerin olduğu kadar tüm toplumun da sorumluluğudur.
Psikolojik dayanıklılığın artırıldığı, çözüme yönelik adımların atıldığı bir yaklaşım benimsendiğinde; eko-anksiyete, bir tehditten çok kolektif bir uyanışın tetikleyicisi olabilir.

Çağan Yüksel
Çağan Yüksel
Çağan Yüksel, klinik psikolog ve yazar olarak meslek hayatına devam etmektedir. Lisans eğitimini İngilizce psikoloji programında, yüksek lisans eğitimini ise klinik psikoloji tezli programında tamamlamıştır. Özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi, Bilişsel Davranışçı Terapi temelli Cinsel Terapi ve Mindfulness alanlarında uzmanlaşmıştır. Depresyon, kaygı bozuklukları, cinsel işlev bozuklukları, yas, fobiler ve obsesif- kompülsif bozukluklar gibi psikolojik rahatsızlıklar üzerine çalışmakta ve danışanlarına terapi hizmeti sunmaktadır. Meslek hayatı boyunca çeşitli kliniklerde ve online platformlarda deneyim kazanmış olup, hem yurtiçinde hem de yurtdışında danışanlarıyla aktif olarak çalışmaktadır. Ayrıca, ruh sağlığı alanındaki bilimsel gelişmeleri herkes için anlaşılır hale getirmek amacıyla çeşitli içerikler üretmeye ve paylaşmaya devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar