Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Evlilik Sonrası Diğer Aileyi Kabullenme Süreci: Kendini Kaybetmeden Yakınlaşmak

Evlilik, sadece iki bireyin değil, iki farklı aile kültürünün, iki farklı geçmişin ve hatta iki farklı “dünya görüşünün” bir araya geldiği karmaşık ama bir o kadar da büyüleyici bir yolculuktur. Bu yolculukta çiftler yalnızca birbirlerine değil, aynı zamanda birbirlerinin ailelerine de bağlanırlar. Ancak bu bağ her zaman kolay, sıcak ya da doğal bir şekilde kurulmaz. Özellikle kişinin kendi ailesiyle güçlü bağları varsa ya da eşin ailesi çok farklı bir kültür, iletişim tarzı veya beklenti düzeyindeyse bu süreç bir iç çatışmaya dönüşebilir.

Peki bu geçiş nasıl daha sağlıklı atlatılabilir? Neden bazı insanlar bu süreci daha kolay yaşarken bazıları için bu kabullenme sancılı olur? İşte tüm bu soruların cevabını psikoloji biliminin içgörüsüyle ele alalım.

1. Kabullenme Ne Demek? Gerçekten Ne İstiyoruz?

Öncelikle “diğer aileyi kabullenmek” ifadesine biraz yakından bakalım. Kabullenmek, her şeyi onaylamak ya da koşulsuz sevmek anlamına gelmez. Kabullenmek, kişinin farklılığı anlaması, bu farklılığa rağmen kendini koruyarak ilişki kurabilmesidir.

Ancak burada duygular devreye girer:

  • “Kendimi onların yanında yabancı gibi hissediyorum.”
  • “Onların arasında sessizleşiyorum, kendi ailemde olduğum gibi rahat değilim.”
  • “Sürekli kıyaslandığımı hissediyorum.”

Bu gibi ifadeler aslında sadece ‘eşin ailesiyle ilgili’ değildir. Altında çoğunlukla bağlanma stilleri, geçmiş aile deneyimleri, bireysel sınırlar problemleri ve kimlik çatışmaları yatar.

2. Aile Sistemleri: Benimkiler Böyle Değildi…

Her ailenin görünmeyen ama hissedilen bir iç işleyişi vardır. Kimisi:

  • Çok iç içedir, her şey birlikte yapılır.
  • Kimisi mesafelidir, bireysellik ön plandadır.
  • Bazı ailelerde duygular açıkça paylaşılırken, bazılarında ima ve sessizlik hâkimdir.

Evlilikle birlikte kişi, kendi alışık olduğu sistemin dışındaki bir sisteme adım atar. Eşin ailesinin farklılığı, tehdit gibi algılanabilir:

“Bizim evde böyle yapılmazdı…” cümlesi, çoğu zaman bir alışkanlığın değil, bir güven hissinin ifadesidir.

Burada esas mesele, kişinin kendi ailesinde öğrendiği yakınlık biçimiyle eşin ailesindeki farklılığı çatışma değil çeşitlilik olarak görebilmesidir.

3. Eşle Olan İttifak: En Kritik Bağlantı

Eşin ailesiyle yaşanan sıkıntıların en çok yorduğu yer, eşle olan ilişki olur. Çünkü kişi çoğu zaman şunu düşünür:

  • “Ben bunu eşime anlatırsam ailesiyle arası bozulur.”
  • “Sürekli şikayet eden kişi gibi görünmek istemiyorum.”
  • “Zaten onlar onun ailesi, ben yabancıyım.”

Oysa duygusal ittifak, evliliğin taşıyıcı kolonu gibidir. Eşler, birbirlerinin ailesine karşı savunmaya geçmeden, empatik bir dil ve açık iletişimle durumu konuşabilmelidir. Şöyle diyebilmek kıymetlidir:

  • “Onlara karşı bir düşmanlığım yok. Sadece kendi alanımı korumaya ihtiyacım var.”
  • “Beni yadırgadıklarında kendimi yalnız hissediyorum, bunu seninle paylaşmak istedim.”

Evlilikteki sağlıklı birliktelik, diğer aileyle ilişkiyi eş üzerinden değil, bireysel sınırlarla kurma becerisini geliştirmeyi gerektirir.

4. Sınırlar: Sevgiyle Mesafe Koymak

Birçok kişi için evlilik sonrası sorunların merkezinde “sınırlar” vardır. Sınırlar belirsizse:

  • Her özel anınıza bir başkası dahil olabilir.
  • Kararlar sürekli dış etkilerle alınabilir.
  • Kişi kendi evinde bile yabancı gibi hissedebilir.

Bu durumda çözüm; net ama kırıcı olmayan sınırlar koymaktan geçer. Örneğin:

  • “Sizi görmek bizi mutlu eder, ama bizim de kendi zamanımıza ihtiyacımız var.”
  • “Bunu kendi başımıza deneyimlemek istiyoruz, yardıma ihtiyacımız olduğunda mutlaka size danışırız.”

Sınırlar sevgiye engel değil, ilişkinin güvenli alanıdır.

5. Özlem ve Kayıp Hissine İzin Vermek

Eşin ailesiyle ilişki kurmaya çalışırken birçok kişi kendi ailesine duyduğu özlemi fark eder:

  • “Annem gibi kimse yemek yapamaz.”
  • “Kardeşimle olan bağımı özlüyorum.”
  • “Bayram sabahları evimizde uyanmak isterdim.”

Bu cümleler, sadece alışkanlıkların değil, aynı zamanda bir aidiyetin kaybını gösterir. Bu kayıp yasına izin vermek, “bencilce” değil, “insanca”dır. Aynı zamanda kişinin bu duygularını bastırmak yerine fark etmesi ve eşine ifade edebilmesi ilişkiyi güçlendirir.

6. Yeni Ritüeller Oluşturmak: Eskiyle Yeniyi Buluşturmak

Kök aileden gelen gelenekler değerli olsa da yeni bir aile kurmak demek, yepyeni ritüeller yaratmak anlamına gelir. Örneğin:

  • Her iki aileyi sırayla ziyaret etmek,
  • Ortak doğum günü kutlamaları,
  • Sadece eşinizle birlikte geçireceğiniz yıllık bir tatil planı oluşturmak…

Bu yeni ritüeller hem bireylerin bağlılıklarını güçlendirir hem de diğer aileyle olan ilişkileri dengeler.

Sonuç: Köklerden Uçlara Giden Bir Yolculuk

Evlilikle birlikte gelen “diğer aileyi kabullenme süreci”, herkesin kendi geçmişiyle, beklentileriyle ve sınırlarıyla yeniden tanıştığı bir geçiş dönemidir. Zorlayıcı olabilir, çünkü kişinin sadece başkasını değil, kendisini de anlamasını gerektirir. Ama bu sürecin sonunda gelişen şey sadece yeni bağlar değil; aynı zamanda kişinin kendi iç gücünü, esnekliğini ve duygusal olgunluğunu geliştirmesidir.

Unutma:

Kabullenmek, değişmek zorunda kalmak değil.

Kabullenmek, başkasının olduğu kadar kendi duygularına da yer açabilmektir.

“Ben bu ailede doğmadım ama bu ilişkiyi ben seçtim.”

Bu seçim, seni yabancı değil; köprü kuran biri yapar. Bazen köprü olmak yük gibi gelir, ama unutma: En güçlü ilişkiler, ilk adımı atanların emeğiyle kurulur.

Kardelen Uçar Söylemez
Kardelen Uçar Söylemez
Psikolog Kardelen Uçar Söylemez, çocuk, ergen ve yetişkinlerle çalışan psikologdur. Sahadaki deneyimini bilimsel bilgiyle harmanlayarak hem terapi süreçlerinde hem de toplumsal farkındalık çalışmalarında aktif rol alır. Psikolojik sağlamlık, ebeveynlik, duygusal gelişim ve çocukluk travmaları üzerine odaklanır. Aynı zamanda eğitimler, seminerler ve atölyeler düzenleyerek bireylerin içsel yolculuklarına rehberlik eder. Psikolojiyi gündelik yaşama entegre etmeyi ve zorlayıcı duygulara farklı perspektiflerden bakabilmeyi savunan bir yaklaşımı vardır. Kaleme aldığı yazılar; okuyucunun kendiyle karşılaşmasını, sorular sormasını ve dönüşüm başlatmasını amaçlar. Terapötik anlatımı, bilimsel tutarlılık ve insani sıcaklıkla buluşturur. Köşe yazılarında; terapist gözünü, insan ruhuna duyduğu derin saygıyla birleştirerek sadece bir meslek insanı olarak değil, aynı zamanda yaşamın içinden bir tanık olarak ses verir. Çünkü ona göre, “Anlamak iyileştirmenin ilk adımıdır.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar