“Onsuz nefes alamam gibi geliyor.” Ya da: “Beni sevmezse ne yaparım bilmiyorum, içim boşalıyor sanki.” Bu cümleler çoğu zaman bir aşkın yoğunluğundan değil, duygusal bağımlılığın gölgesinden gelir. Çünkü duygusal bağımlılık, ilişkideki yakınlığı değil, kişinin kendi içindeki boşluğu doldurmak için bir başkasına sıkı sıkıya tutunmasını ifade eder. Ve ne yazık ki, sevgiyle sık sık karıştırılır.
Duygusal bağımlılık, bireyin duygusal ihtiyaçlarını yalnız başına karşılayamaması ve bu ihtiyaçların neredeyse tamamını bir başkası üzerinden giderme çabasıdır. Bu tür kişiler için partneri yalnızca bir eş değil; aynı zamanda bir güvence, bir sakinleştirici, bir “eksik tamamlayıcı” haline gelir. Bağımlı olunan kişi ilişkide merkez hâline gelirken, kişinin kendi sınırları yavaş yavaş görünmez hale gelir diyebiliriz. Kim olduğunu, ne hissettiğini ya da ne istediğini partnerine göre anlamlandırmaya başlar.
Sevgi ile bağımlılık arasındaki fark çoğu zaman bulanıktır. Sevgi, iki kişinin ayrı kimliklerle bir arada olabilmesini destekler. Bağımlılık ise kişinin kendilik duygusunu bir diğerine teslim etmesiyle başlar. Terapide bunu sık sık gözlemleriz. Bir danışan, ayrıldığı partnerinden bahsederken şöyle demişti: “Onsuz kim olduğumu bilmiyorum, boşluğa düşmüş gibiyim.” Bu cümle, bir kayıptan çok bir kimlik yitimi duygusu taşır. Kişi yalnız kalmaya değil, kendisiyle kalmaya dayanamaz.
Duygusal bağımlılığın kökenine baktığımızda genellikle erken dönem bağlanma deneyimlerine kadar uzanır. Çocuklukta ebeveynlerinden yeterince duygusal güvenlik ve onay almamış bireylerde, ilerleyen yaşlarda bu eksiklik, dışarıdan karşılanması gereken bir ihtiyaç gibi hissedilir. Özellikle tutarsız, mesafeli ya da aşırı kontrolcü bakım verenlerle büyüyen çocuklar, yetişkinlikte “terk edilme korkusu” ya da “onay arama” şemaları geliştirebilirler. Bu şemalar, bireyin ilişkilerde kendini değersiz hissetmesine, reddedilmekten aşırı korkmasına ve sürekli karşı tarafın ihtiyaçlarına göre şekil almasına neden olabilir.
Danışanlar genellikle ilişki içindeyken bile kaygılıdırlar. “Ya beni terk ederse?”, “Ya artık sevilmezsem?”, “Bugün biraz mesafeliydi, acaba benden sıkıldı mı?” gibi düşünceler sürekli zihni meşgul eder. Bu zihinsel yük, kişinin ilişkiyi sağlıklı bir şekilde yaşamasına engel olur. Bir başka danışan, ilişkisini şu şekilde anlatmıştı: “Sanki ben hep verenim. Onun mutlu olması için her şeyi yapıyorum ama o bir gün gidecekmiş gibi hissediyorum. Gitmesin diye daha çok çabalıyorum.” Bu anlatım, duygusal bağımlılığın en net göstergelerindendir. Kişi kendi ihtiyaçlarını geri plana atar, sınırlarını yok sayar ve varlığını sadece ilişkideki diğer kişinin memnuniyetine bağlar.
Duygusal bağımlılık, yalnızca romantik ilişkilerle sınırlı değildir. Aile ilişkilerinde, arkadaşlıklarda hatta terapötik ilişkilerde bile kendini gösterebilir. Örneğin, bir danışanın terapistine bağımlı hale gelmesi ve haftalık seanslar dışında da sürekli iletişim kurma ihtiyacı duyması, bunun bir göstergesi olabilir.
Peki, duygusal bağımlılıkla nasıl baş edilir?
İlk adım, bu bağımlılığı tanımaktır. Duygusal bağlılık ile bağımlılığı ayırmak önemlidir. Sağlıklı ilişkilerde bireyler birbirlerine destek olur ama ayrı bireyler olarak varlıklarını sürdürürler. Duygusal bağımlılıkta ise kişi, kendisini ancak diğeri üzerinden tanımlar.
İkinci adım, bireyin kendi iç dünyasıyla temas kurmasını sağlamaktır. Terapide sıklıkla duygulara dönmeyi, bedensel farkındalıkla çalışmayı, yalnız kalma kapasitesini güçlendirmeyi hedefleriz. Duygu düzenleme becerileri, öz şefkat çalışmaları ve sınır koyma pratikleri bu süreçte oldukça etkilidir.
Terapide bireyin erken dönem yaşantılarına dönerek, kendi sevilebilirliğini keşfetmesi sağlanır. “Ben değerliyim çünkü bir başkası beni seçti” inancının yerini “Ben değerliyim çünkü varım” anlayışı alır. Bu da bireyin ilişkilerdeki ihtiyaçlarını sağlıklı şekilde dile getirebilmesini, hayır diyebilmesini ve bağ kurarken kendilik duygusunu koruyabilmesini mümkün kılar.
Elbette bu bir süreçtir. Duygusal bağımlılık, kolay terk edilen bir yapı değildir. Ama farkındalık, bu yapının en büyük panzehridir. Kişi neyi neden yaptığını, hangi duygularla hareket ettiğini gördükçe, o otomatik tepkiler yerini daha bilinçli tercihlere bırakır. Ve zamanla, sevgi artık bir bağımlılık değil, iki bireyin karşılıklı destekle büyüyebildiği bir sağlıklı ilişki haline gelir.
Unutmayalım: Birini sevmek, kendimizi unutarak değil; kendimizi tanıyarak, tamamlanmak için değil, paylaşmak için olur. Eğer bir ilişkide kendinizi sık sık kaybolmuş, eksik, yetersiz hissediyorsanız, bu sevgi adına sürdürülen bir bağımlılık olabilir. Ve her duygusal bağımlılığın, fark edildiği anda iyileşme şansı vardır.