‘’Böyle bir çağın insanı olmak imtihan olarak hepimize yeter.’’
Bazen bu imtihanın ağırlığı öyle artıyor ki Manga grubuna ait şu şarkı sözü kendini gerçekle karışmış gibi hissettiriyor: ‘’Dünyanın sonuna doğmuşum…’’
Sabah uyandığımızda gördüğümüz haberler; dünyanın dört bir yanındaki savaşlar, doğal afetler, ekonomik krizler, bir tarafta obeziteyle mücadele edilirken bir tarafta açlıktan ölen minik bedenler… Sanki dünya giderek ağırlaşıyor ve biz de bu ağırlığın altında nefes alamaz hale geliyoruz.
Birçoğumuz kendini şu soruyu sorarken buluyor: ‘’Bu kadar kötü şey olurken nasıl umut besleyebilirim?’’
Ümitsizlik, bireysel hayal kırıklıklarından çok daha fazlası; kolektif bir duygu olarak da hayatımızın bir parçası haline gelebiliyor. Peki bu hissin bir psikolojik temeli var mı? Ve her şeye rağmen yeniden umut etmek mümkün mü?
Ümitsizliğin Psikolojik Temelleri
-
Öğrenilmiş Çaresizlik: Martin Seligman’ın çalışmaları, sürekli kontrolümüz dışında olumsuz olaylara maruz kalmanın bizde ‘’ne yaparsam yapayım hiçbir şey değişmeyecek’’ inancı yarattığını ortaya koyuyor. Savaş, yoksulluk ya da toplumsal kriz haberleri de benzer bir mekanizmayı tetikleyerek bireysel güçsüzlük hissi yaratıyor.
-
Olumsuzluk Yanlılığı: Beynimiz, evrimsel olarak tehlikeleri fark etmeye programlıdır. Bu yüzden olumsuz haberlere olumlulara odaklandığımızdan daha fazla odaklanırız. Bir iyi haber, on kötü haberi dengeleyemiyor; zihnimiz tehditleri sürekli tararken umut duygusu zayıflıyor.
-
Travma ve İkincil Travmatizasyon: Haberlerde gördüğümüz yıkıcı olaylar, doğrudan yaşamasak bile ‘’ikincil travma‘’ etkisi yaratabilir. Özellikle sosyal medyada sürekli maruz kaldığımız şiddet ve kaos görüntüleri, güvenlik algımızı zedeler ve duygusal olarak tükenmemize yol açar.
Dünya mı Bu Kadar Kötü, Yoksa Algımız mı?
Burada önemli bir ayrım yapmalıyız: Dünya tarihsel olarak her zaman zorluklarla çevrelenmişti. Yaşanan güç savaşları imparatorluklar arasında uzun yıllar süren savaşlara, ideolojilerin kitlesel imha silahları olarak kullanılması uzun süre unutulmayacak soykırımlara neden olmuştur.
Bunca vahşete rağmen günümüzde bireylerin yaşadığı kadar büyük bir kolektif ümitsizliğe kapıldığını düşünmüyorum. Çünkü ivedilikle medyaya servis edilen sansürsüz şiddet içerikleri ne yazık ki kaos ve vahşete ilk elden tanık olmamıza olanak sağlıyor. Büyük küçük hepimizi etkileyen bu içerikler zaten yorulmuş beden ve zihnimize ekstra darbeler vurarak bizi olduğumuzdan daha zayıf ve yetersiz hissetmeye sevk ediyor.
Sonuç olarak zihnimizde şu sesler yankılanmaya başlıyor: ‘’Bu dünya nereye gidiyor?’’
Sevgili okur, bu sorunun arka planında şu düşünce yatar: ‘’Yaşadığım dünya artık güvenli değil ve gün geçtikçe daha da güvensiz oluyor. Gelecekte beni ve sevdiklerimi neler bekliyor?’’
Bu soru hayatta kalma mekanizmamızın da etkisiyle dışarı çıkar ve oldukça normal bir durumdur. İnsan zihninin tahammül edemediği durumlardan biri de belirsizliktir. Ve bir tür belirsizlikle karşı karşıya kalan insan zihni doğal olarak hemen bir güvenlik arayışına girer.
Oysa bu belirsizlik de yeni değildir. Tarih boyunca atalarımız belki de yüzlerce belirsizlikle karşı karşıya kalmıştır. Fakat bugünü farklı kılan şey, tüm bu olaylara anında ve sansürsüz maruz kalmamızdır.
Sadece tarih kitaplarında bir olgu olarak karşımıza çıkan savaşlar artık cebimizde kendine yer etmeye başladı. Bu sürekli maruz kalma hâli beynimizin tehlikeye odaklı yapısını tetikleyerek umutsuzluğu misliyle hissetmemize neden olur.
Hal böyleyken ‘’Dünya nereye gidiyor?’’dan ziyade bize daha iyi gelebilecek bir soru sormamız gerekiyor kendimize: ‘’Ben nereye gidiyorum?’’
Ümitsizlikten Umuda: Psikolojik Yaklaşımlar
-
Umut Teorisi: C.R. Snyder’a göre umut, üç bileşenden oluşur:
-
Hedef: Ulaşmak istediğimiz şeyleri bilmek
-
Yollar: Bu hedefe giden yolları görebilmek
-
Motivasyon: O yollarda yürümek için gerekli enerjiyi bulmak
Bu üç öğe birleştiğinde, zor zamanlarda bile umut duygusunu yeniden filizlendirmek mümkündür.
-
-
Anlam Arayışı: Frankl, Nazi kamplarındaki deneyimlerinden yola çıkarak, insanın en zor koşullarda bile hayatta kalmasını sağlayan en önemli faktörün ‘’anlam’’ olduğunu söyler. Kendimize ‘’Bu acının içinde hangi değeri bulabilirim?’’ sorusunu sormak, umutsuzluğu dönüştürmede güçlü bir araçtır.
-
Küçük Etkiler, Büyük Dalgalar: Toplumsal sorunlar karşısında bireysel gücümüz sınırlı görünebilir, ancak küçük katkılar (yardım kampanyalarına destek, sosyal farkındalık yaratma, yakın çevremize destek) psikoloji açısından ‘’etki edebiliyorum’’, ‘’fark yaratabilirim’’ hissini güçlendirir.
Haber Maruziyetini Yönetmek
-
Sınır Koy: Sürekli haber takibi yerine günün belirli saatlerinde güncelleme almak
-
Doz Ayarı: Felaket görüntüleri yerine doğrulanmış yazılı haberleri tercih etmek
-
Denge Yarat: Olumlu gelişmelere, dayanışma hikâyelerine de alan açmak
Son Söz: Umudu Küçük Yerlerde Aramak
Zarifoğlu’nun dediği gibi: ‘’Böyle bir çağın insanı olmak imtihan olarak hepimize yeter.’’
Belki de tam da bu yüzden, umut büyük değişimlerde değil; küçük insan hikâyelerinde, dayanışmalarda, tek bir hayatı güzelleştirebilme ihtimalinde aranmalı.
Umutsuzluk da umut kadar insan olmanın bir parçası. Ve bazen dünyanın sonuna doğmuş gibiyken bile umut etmek mümkün.