Dünya her geçen gün değişiyor ve her geçen gün lügatımıza yeni sözcükler, yeni tanımlar ekleniyor. Öznesi ve nesnesi insan olan sosyal bilimler de bu değişimden kaçınılmaz olarak nasibini alıyor ve bu değişimleri anlamak adına sürekli yeni kavramlar, fenomenler üretiyor. Dijital istifçilik de bu güncel modern fenomenlerden bir tanesi. Dijital istifçilik, dijital dünyada aklınıza gelebilecek türlü içeriklerin sürekli olarak kaydedilmesi ve biriktirilmesi şeklinde ifade edilebilir. Fiziksel istifçilikten çok daha kolay ve farklı görünse de, hem biriktirilen içeriklerin bireye sağladığı anlam hem de bu içerikleri biriktirme ve el altında tutma motivasyonu, fiziksel istifçiliğe şaşırtıcı derecede benzemektedir. Dijital verilerin depolanması ve biriktirilmesi, ilk etapta akıllarda “istif” sayılabilecek bir yığın canlandırmayabilir ancak sosyal medya paylaşımlarından e-postalara, fotoğraflardan yazılı belgelere kadar dijital verilerin günlük hayatta yayıldığı alanlar düşünüldüğünde dijital verilerin çok kolay biriktiği görülebilir.
Dijital İstifçiliğin Psikopatolojik Boyutu
Dijital istifçilik son dönemlerde psikopatolojinin de ilgisini çekmekte ancak bu yeni fenomenin operasyonel tanımına ve tanı kriterlerine dair eksiklikler, psikolojik ve toplumsal etkilerini anlamada önemli bir boşluk oluşturuyor. Hangi dijital verilerin birikiminin bu durumu tetikleyeceği veya hangi ölçütte biriktirmenin istifçilik olarak değerlendirileceği konusunda hâlâ net bir standart yok. Yine de alanda yapılan çalışmalar, dijital veri biriktirmenin nedenlerinin fiziksel istifçilikteki nedenlerle örtüştüğünü gösteriyor. Bireyler, “daha sonra işe yarayacağını düşünme”, “anı olarak saklama”, “bir duruma ilişkin kanıt olarak bulundurma”, “verilerle duygusal bağ kurma”, “gereksiz verileri tespit edip silmeye ilişkin motivasyonsuzluk” gibi nedenlerle dijital verileri biriktirebiliyorlar. Ayrıca dijital istifçilikte bireyler, veri kaydetmeye fazlaca vakit harcama, verilerinin kaybolması ihtimaline karşı büyük bir endişe duyma, veri depoladığı cihazlar uyarı verse bile verileri temizleyememe gibi işlevsel bozulmalar gösterebiliyorlar. Bu işlevsel bozulmalar da, fiziksel istifçiliğe göre gerçekleşmesi çok kolay olan, kontrol dışı gibi görünen ve bir sorun teşkil edip etmeyeceği tartışmalı olan dijital istifçiliğin psikopatolojide yer edinme potansiyelini gözler önüne seriyor.
Dijital İstifçilikte İşlevsellik ve Kaygı
Dijital istifçiliğin işlevselliğe ilişkin ortaya koyduğu bozulmaların ise, veri depolama ve işleme ile ilgili süreçlerin ciddiyetinin dijital verilerin hayatımızda kapladığı alana oranla daha az dikkat çekmesinden dolayı bir “bozulma” olarak nitelendiriliyor olma ihtimali de kesinlikle ihmal edilmemelidir. Büyük bir dijital veri setinin silinmesi, küçük bir dikkatsizlikle mümkündür ve bu kayıp için saniyeler yeterlidir ancak bu kayıp, çok önemli süreçleri riske atabilmektedir. Başka bir deyişle, bu türden bir istleme davranışına ilişkin motivasyon kazanmak çok kolay gibi görünmektedir. Bu şekilde bakıldığında dijital istifçiliğin, verilerin kaybolmasına ilişkin kaygı ile ilgili boyutu, onu fiziksel istifçilik gibi bir patoloji sınıfının sınırlarından uzaklaştırır.
Dijital İstifçilik ve Yeni Depolama Alanı
Yine, verileri temizlemek yerine yeni depolama alanı satın almanın da işlevsellikle ilgili bir tutumu gösterip göstermediği şüphelidir çünkü dijital dünya, bizim ona adaptasyonumuzdan çok daha hızlı gelişmektedir. Fiziksel ortamdaki bir birikmenin vereceği rahatsızlık ve bunu gidermek için ortaya konacak emek ile dijital ortamdaki arasında epey fark mevcuttur. Söz gelimi, dijital ortamdaki veri birikimi sadece o ortamla temas içindeyken kendini bize göstermekte ve bunu ortadan kaldırmak yerine buna alternatif üretmek de hem maddi hem zaman maliyeti bakımından veriyi ortadan kaldırmanın vereceği rahatsızlığa oranla oldukça kârlı bir seçenek sunacaktır. Bu gibi faktörler, tanı sınırlarındaki belirsizliklerin yanı sıra dijital istifçiliğin bir bozukluk sınıfına dahil edilmesindeki zorlukları açıklamaktadır.
Dijital İstifçiliğin Psikolojik Temelleri
Dijital istifçilik literatürde henüz etiyolojik veya semptomatik bir yaklaşımla ele alınmamış olsa da, bireyin içsel dünyasında yer alan bazı daha derin eğilimlerin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Özellikle obsesif özellikler taşıyan bireylerde kontrol arzusu ve mükemmellik beklentisi, kayıplara karşı duyulan yoğun kaygı ve toleranssızlık gibi eğilimler dijital istifçilik ile ilişkilendirilebilir. Ayrıca belirsizlikle başa çıkma, güvenlik arayışı, kontrol alanı yaratma ve karar vermekten kaçınma gibi psikolojik eğilimlerle de ilgili ipuçları görülebilir. Bu noktada dijital istifçilik, bireyin sadece dijital verilerle değil, kendi zihinsel süreçleriyle de kurduğu ilişkiyi yansıtan bir davranış örüntüsüne dönüşür. Dijital çağın çok da görünür olmayan bir fenomeni olarak dijital istifçilik, tüm bu bahsi geçen eğilimlerle paralellik göstermesi ve toplumdaki yaygınlığı nedeniyle daha fazla kontrollü çalışmayı hak etmektedir. Psikopatolojinin bu alana dair daha net sınırlar çizebilmesi, dijital davranışların yeni bir normalliğin mi yoksa yeni bir bozukluğun mu işareti olduğunu anlayabilmemiz açısından oldukça önemlidir.
Sonuç: Bozukluk mu, Başa Çıkma Stratejisi mi?
Bu bağlamda, dijital istifçiliği bir “bozukluk” olarak mı değerlendirmeliyiz, yoksa modern bireyin dijital yükleriyle baş etme stratejilerinden biri olarak mı görmeliyiz, sorusu henüz kesin bir yanıt bulmamıştır. Ancak kesin olan bir şey varsa, o da dijital dünyada verilerle kurduğumuz bağın, ruh sağlığı alanındaki geleneksel tanı çerçevelerini yeniden gözden geçirmemizi gerektirecek kadar güçlü ve karmaşık olduğudur.