Salı, Ağustos 5, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Çocukluk Geçmiyor: Erken Deneyimlerin Yetişkin Psikolojisine Yansımaları

Bazı dönemler geçmez.
Zaman akıp gitse de, çocukluk zannedildiği kadar geride kalmaz. Davranışlarımızın, ilişki kurma biçimimizin, hatta içsel konuşmalarımızın köklerinde; bazen bir bakış, bazen bir susuş, bazen de çocukluğumuzda duyduğumuz bir cümlenin yankısı vardır. Çocukluk deneyimleri, yalnızca geçmişin bir parçası değil, bugünün ruhsal haritasını çizen en temel katmandır. Psikolojide son yıllarda yapılan birçok çalışma, erken çocukluk döneminde yaşanan ilişkisel deneyimlerin — özellikle de bakım verenle kurulan ilk bağın — bireyin yaşam boyu duygusal ve sosyal işleyişini nasıl şekillendirdiğini göstermektedir. Bu noktada özellikle bağlanma kuramı, nesne ilişkileri kuramı ve kendi psikolojisi gibi gelişimsel yaklaşımlar, çocukluğun neden “bitmediğini” açıklamak için güçlü birer anahtardır.

Bağlanmanın İlk İzleri: Bowlby ve Gelişimsel Harita

John Bowlby’nin (1969) kuramsallaştırdığı bağlanma teorisi, bebek ile bakım veren arasında gelişen ilişkinin, bireyin dünyaya ve diğer insanlara dair temel güven duygusunu inşa ettiğini öne sürer. Bowlby’ye göre, çocuklukta kurulan bu “ilk bağ”, yaşam boyu sürecek olan bağlanma kalıplarının prototipidir.
Bu bağın güvenli bir şekilde oluşması, yalnızca fizyolojik değil, psikolojik ihtiyaçların da tutarlı biçimde karşılanmasıyla mümkündür. Bu tutarlılık gelişmediğinde ise birey; kaygılı, kaçıngan ya da dağınık bağlanma stilleriyle yetişkinliğe adım atar. Ve bu stiller, yetişkinlikteki romantik ilişkilerde, arkadaşlıklarda, hatta mesleki düzlemde bile yankı bulur.

Winnicott ve Gerçek Benliğin Kırılganlığı

Donald Winnicott’a göre çocuk için “yeterince iyi anne”, onun fiziksel ihtiyaçlarını karşılamaktan çok daha fazlasını ifade eder. Çocuğun duygularını, varoluşunu, tempo ve sınırlarını yansıtan bir bakım figürü, onun “gerçek benliğini” oluşturmasına izin verir. Eğer bu aynalama gerçekleşmezse, çocuk çevresinin beklentilerine göre “yanıltıcı bir benlik” geliştirmek zorunda kalır.
Bu yanıltıcı benlik, ilerleyen yıllarda bireyin kimlik karmaşası yaşamasına, hayır diyememesine, sürekli onay aramasına ve duygularını bastırarak sosyal rolünü sürdürmesine neden olabilir. Bu gibi örüntüler, terapötik süreçte en sık rastlanan nükleer yapılardan biridir.

Yetişkinlikte Çocukluk İzleri: Belirtiler ve Yansımalar

Çocukluk deneyimleri silinmez; yetişkinlikte farklı maskelerle kendini gösterir.
• Bir ilişkide terk edilme korkusu, aslında çocuklukta yaşanan bağlanma kaygısının izidir.
• Aşırı kontrol ihtiyacı, çocuğun dünyası üzerinde kontrolü olmadığında geliştirdiği bir savunma mekanizmasının devamıdır.
• Kendilik değerinin dış onaylara bağımlı olması, çocuğun sevgiye ulaşmak için koşulsuz değil, koşullu yollar öğrenmiş olmasından kaynaklanır.
Bu psikolojik etkiler, zamanla kişilik yapısına entegre olur ve birey, kendi hikâyesini yaşamaktan çok, geçmişte maruz kaldığı bir hikâyeyi tekrar eder.

Dönüşüm Mümkün mü?

Evet.
Bağlanma sistemimiz sabit değildir. Sinirbilim alanındaki çalışmalar, beynin yaşam boyu değişebilirliğini (nöroplastisite) göstermektedir. Bu da demektir ki; bir birey, çocukluğunda güvenli bağ kuramamış olsa bile, erişkinlikte kurduğu ilişkiler ve psikoterapötik süreçler aracılığıyla bu örüntüyü dönüştürebilir.
Terapi, yalnızca sorunları çözme değil, içsel çocukla karşılaşma, onarma ve yeniden ilişki kurma sürecidir. Bu bağlamda psikoterapi, geçmişin bugüne müdahale etmesine izin vermeyen bir yeniden yazım alanı sunar.

Sonuç

Çocukluk geçmez; değişir, dönüşür ya da büyür.
Ama içimizde bir yerlerde hep kalır.
Davranışlarımız, ilişkilerimiz, seçimlerimiz ve korkularımız…
Hepsi bir zamanlar çocuktuk dediğimiz yerden gelir.
Ancak bu geçmiş, bizi tanımlamak zorunda değildir.
Anlamak, fark etmek ve üzerine çalışmak, bu geçmişi dönüştürmenin ilk adımıdır.

“Çocukluk bir ülke değildir, ama her zaman içinden geçtiğimiz bir yoldur.”

Kaynakça

Ainsworth, M. D. S., Blehar, M. C., Waters, E., & Wall, S. (1978). Patterns of attachment: A psychological study of the strange situation. Lawrence Erlbaum.
Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Vol. 1. Attachment. Basic Books.
Bowlby, J. (1982). Attachment and loss: Retrospect and prospect. American Journal of Orthopsychiatry, 52(4), 664–678.
Cassidy, J., & Shaver, P. R. (Eds.). (2008). Handbook of attachment: Theory, research, and clinical applications (2nd ed.). Guilford Press.
Hazan, C., & Shaver, P. R. (1987). Romantic love conceptualized as an attachment process. Journal of Personality and Social Psychology, 52(3), 511–524.
Mikulincer, M., & Shaver, P. R. (2016). Attachment in adulthood: Structure, dynamics, and change (2nd ed.). Guilford Press.
Winnicott, D. W. (1960). Ego distortion in terms of true and false self. In D. W. Winnicott, The maturational processes and the facilitating environment (pp. 140–152). Hogarth Press and the Institute of Psychoanalysis.

Duygu Maria Alpaslan
Duygu Maria Alpaslan
Duygu Maria Alpaslan, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde lisans eğitimine devam etmektedir. Akademik ilgi alanları arasında klinik psikoloji, aile ve çift terapileri ile adli psikoloji yer almakta; bu alanlarda kuramsal bilgi birikimini güçlendirmeyi ve yüksek lisans düzeyinde uzmanlaşmayı hedeflemektedir. 2023–2024 yılları arasında üniversite bünyesinde yayımlanan derginin kurulduğu sene başyazarlık görevini üstlenmiş; psikoloji alanına dair içerikleri akademik doğrulukla kaleme alarak, bu bilgileri daha geniş bir kitleyle buluşturma konusunda deneyim kazanmıştır. Psikoloji yazınında bilimsel temele dayalı, sade ve anlaşılır bir üslubu benimseyen yazar, psikolojik farkındalığın artmasına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar