İnsan davranışları, yalnızca kişinin doğuştan sahip olduğu biyolojik özellikler temelinde, onun iç dünyasından kaynaklanan eylemler bütünü olarak değil, içinde yaşadığı toplumsal koşullar ve tarihsel süreçler kapsamında anlaşılabilir. İnsan doğası, gereği sosyal bir varlık olarak, doğuşundan itibaren topluma karşı bağımlıdır. Bunun sonucunda sosyal bağlar kurarak ve toplumla etkileşim içine girerek gelişir. Ancak bu gelişim süreci bireyin yalnızca kendi içsel dinamikleri ile gerçekleşmez, aynı zamanda toplumsal üretim ilişkilerinin gelişimine bağlı olarak kültürel normlar ve tarihsel bağlam içinde belirlenir.
Toplumsal Yapı ve Birey İlişkisi
Toplumsal yapı, bireyin dünyayı ve kendisini algılama biçimini belirleyen temel bir unsurdur. Tüm ruhsal yetenekler, toplumsal yaşamın damgasını içeren bir temel üzerinde gelişip ortaya çıkmış, insandaki her düşüncenin ister istemez toplumun beklentisine yanıt verecek bir nitelik taşıması gerekmiştir (Adler, 1927). Bu bağlamda, ekonomik sistem, bireyin yalnızca maddi yaşam koşullarını değil, doğuşundan itibaren duygusal yapılanmasını ve düşünce biçimini belirleyen temel etken olarak karşımıza çıkar.
Bireysel Gelişim ve Aile Dinamikleri
Bebekliğinden itibaren kültürel araçlar, eğitim sistemi ve hakim ideolojik yapılar temelinde sağlanır. Bu süreci toplumun en küçük birimi olan aile ve dinamikleri kapsamında ele alacağız.
Tüketim Kültüründe Aile Yapısı
İçinde bulunduğu ekonomik üretim biçimine bağlı olarak, tarihsel süreçte sürekli değişen aile dinamikleri, özel mülkiyetin ortaya çıkmasından bu yana erkeğin merkezde olduğu bir yapıya dönüşmüştür. Özü, sermayenin sınırsız birikimine dayanan kapitalist üretim ilişkilerinde ise aile içi sosyal ilişkiler de metalaşmış, işbirliği ve sevgiye dayanan bağlar yok olmuştur.
Kapitalist Toplumda Aile ve İnsan İlişkileri
Kapitalist ve tüketim odaklı bir toplumda, bireyin doğuştan itibaren maruz kaldığı muameleler, onu bir meta olarak şekillendirir. Örnek vermek gerekirse, bazı ebeveynler çocuklarının doğuşundan itibaren onları birer yatırım aracıolarak görür. Çocuğun hayatını baştan sona planlar, seçimlerine müdahale eder ve onun üzerinde büyük bir baskı kurarlar. Bu durum, çocuğun kendisine inisiyatif tanımayarak onun bağımlı bir kişilik geliştirmesine temel hazırlar.
Bir diğer örnek, bazı ebeveynlerin ise çocuklarına duygusal ve fiziksel mesafe koymasıdır. Bu durumun altında yatan temel nedenler ise genellikle ebeveynlerin yoğun iş yaşamı, kendi ebeveynlerinden de sevgi ve ilgi görmemeleri ve onlardan çocuğa yönelik yanlış özgürlük anlayışıdır. Burada da çocuklar sevilmediğini ve önemsenmediğini hisseder, bağlanma problemleri ve kendisini aşırı fedakar ya da soğuk bir birey olarak yetiştirebilir.
Aile İlişkilerindeki Kontrol ve Kopukluk
Aile yaşamında, kontrolcü veya kopuk olan ebeveynlerin temelinde çocuğu, insan yerine bir nesne görme eğilimi bulunur. Kontrolcü ebeveynler çocuğunu “proje” olarak görürken, kopuk olanlar çocuğu bir “yük” olarak görür. Bu yalnızca üretim ilişkilerine bağlı kültürün, aile yaşamındaki bir kısım tesiridir. Bu iki uç arasında sağlıklı ebeveynlik, çocuğu bir birey olarak görmekten geçer. Oysa kapitalist sistem, ebeveynleri de çocukları da araçsallaştırarak insan ilişkilerini zedeler.
Sevgi ve İlişkilerdeki Mülkiyet Mantığı
Sevdiğim kişinin kendi iyiliği için ve kendi yollarıyla büyümesini ve gelişmesini istiyorum, bana hizmet etmesini değil (Fromm, 1956). Aile üzerinde yalnızca çocuklar üzerinde değil, eşlerin birbirleri ile ilişkilerinde de kültürel bir kontrol mekanizması vardır. Geleneksel kapitalist toplumda kadın, ekonomik olarak erkekten bağımsız olamadığı için ilişkide edilgen bir hale gelebilir ve karar alma süreçlerinde daha az söz sahibi olur. Kültür, insanları başarı, güzellik, popülerlik gibi dışsal değerlere bağımlı hale getirdiği için, ilişkilerde duygusal manipülasyon kaçınılmaz hale gelir. Sahip olmak bir değer olarak görüldüğü için, ilişkiler de mülkiyet mantığıyla işler.
“Bu kişi bana ait” düşüncesi, kıskançlık, kontrol ve baskıyı meşrulaştırabilir. Evlilik veya uzun vadeli ilişkiler, ekonomik güvenlik ve sosyal statü sağlayan bir “anlaşma” gibi görülebilir. Kapitalist üretim ilişkileri, eşlerin birbirine duyduğu sevgi özelinde ve genel olarak ilişkilerde sevgiyi bile metalaştırarak, ilişkileri ekonomik ve sosyal bir pazarlık alanına dönüştürebilir.
Gerçek Sevgi ve Özgür İlişkiler
Gerçekten özgür ve sağlıklı ilişkiler kurabilmek için, bireylerin ilişkilerini mülkiyet ve rekabet mantığından çıkarıp, işbirliği ve karşılıklı gelişim temelinde kurmaları gerekir. Gerçek sevgi, karşılıklı güven ve eşitlik temelinde gelişir. Eğer biri diğerini sahipleniyor, ona hükmetmeye çalışıyor veya ondan bir şey bekliyorsa, bu sevgi değil, bir güç oyunudur.
Nevrotik Birey ve Güç İlişkileri
Nevrotik bir birey, insanları “güçlü” ya da “zayıf” olarak sınıflandırır; ilkine hayranlık besler, ikincisini hor görür (Horney, 1937). Bu çerçevede, bireyin diğer insanları güç ilişkileri üzerinden kategorize etmesi de ortaya çıkan sağlıksız ilişkileri onlardan gizleyen ideolojik bir yanılsamadan ibarettir.
İnsanı ve İlişkileri Özgürleştirmek
Tek kişiyi değerlendirirken ölçüt olarak başvurduğumuz ideal, yine bireyin toplum için taşıyacağı değeri, topluma yararı göz önünde tutularak saptanır (Adler, 1927). Bu kapsamda bireyin farkındalık geliştirmesi ve toplumla sağlıklı bir bağ kurması gerekmektedir. Sistem, insanlara sürekli olarak “olduğun yetmez, daha fazlası olmalısın” mesajı verir. Oysa onların bir insan olarak temelde kendilerine saygı duyması ve toplumla üretken temelde işbirliği yapmayı benimsemesi gerekir.
Kendine Değer Vermek ve Sağlıklı İlişkiler Kurmak
Birey, kendisine dayatılan ‘yetersizlik’ duygusundan kurtulmalı, kendisine kendisi olduğu için değer vermeyiöğrenmelidir. Bu bilinci geliştiremeyen birey, Adler’in tabiriyle aşağılık kompleksleri geliştirebilir ve onlarla sağlıksız şekilde mücadele eder. İnsan bilinci aracılığı ile planlama yapar ve uygular. Yaratıcılığa sahip olan kişi, eskiyi yeniye, zararlı olanı faydalı olana dönüştürür. Olguları anlayarak dönüştürür ve yeni sistemler kurar.
Özgürlük ve Toplumsal Anlamda Bağımsızlık
Özgürlük, özel anlamda bireyin kolektif bilinç geliştirmesiyle mümkündür. Bu bağlamda kültüre bağlı şekilde toplumsal anlamda oluşturulan “benlik” algısının yapay olduğunun fark edilmesi gerekir. Bireyin kendisine, topluma ve aralarındaki bağa değer verip onları anlaması elzemdir.