Eskiden sadece herkesin bildiği pazartesi sendromu vardı; bir de Muhteşem Yüzyıl dizisiyle ünlenen Meryem Üzerli sayesinde “tükenmişlik sendromu”nu öğrenmiştik.
Şimdiyse hayat temposu, çalışma koşulları, yoğun internet kullanımı, politik ve ekonomik dalgalanmalar birçok yeni sendromun ortaya çıkmasına neden oldu.
Peki günümüzün yeni sendromlarını tanıyor musunuz?
Amerikan Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı DSM’de, 1973 yılına kadar psikolojik rahatsızlık olarak görülen eşcinsellik, artık bu kategoriden çıkarılmıştır. Çünkü psikolojik rahatsızlıklar, değişen toplumsal normlardan ve yaşam koşullarından beslenir.
Şöyle düşünelim: internetin olmadığı bir dönemde internetle ilgili bir sendromun olması mümkün olabilir miydi?
Değişen ve ilerleyen dünyamızda; yaşam biçimlerinin, toplumsal olayların, teknolojik gelişmelerin ve yeni alışkanlıkların beraberinde yeni psikolojik sorunlar getirdiğini görüyoruz.
Bu durum, yeni kavramların ve semptom gruplarının doğmasına neden oluyor. Henüz resmî olarak “hastalık” sınıfında yer almasa da, bu sendromlar modern çağın ruhsal panoramasını oluşturuyor.
1. Siberkondri
Başımız ağrıdığında artık ilk yaptığımız şey, Google’a yazmak.
Kendi kendimize kötü tanı koymanın artık bir adı var: siberkondri.
İnternetin olmadığı dönemlerde bu durum, “Bizim köyde biri vardı, o da aynı bu baş ağrısını yaşamıştı, birkaç gün sonra öldü” gibi anlatımlarla yer bulurdu. Bugün ise hipokondri (hastalık hastalığı) kavramının dijital bir versiyonu olarak görülüyor.
Bu sendrom, sağlık kaygısına yatkın kişilerde daha çok gözleniyor.
Doktora gitmeden, ücretsiz ve hızlı bilgiye erişim isteği güçlü bir motivasyon oluşturuyor. Ancak sonuç genellikle rahatlama değil, artan kaygı.
Anonim internet bilgilerinin belirsizliği de bu sürece katkıda bulunuyor.
2. Nomofobi
İngilizce “no mobile phobia” ifadesinden türeyen bu kavram, cep telefonsuz kalma korkusu anlamına geliyor.
“Hani derler ya, ıssız bir adaya düşsen yanına ne alırsın?”
Artık birçok kişi için bu cevabın ilk sırasına telefon geliyor.
Nomofobi; iletişim kuramama, bilgiye erişememe, sosyal medyaya bağlanamama veya pratik dijital işlevleri kaybetme korkusuyla ilişkilidir.
Türkiye’de yapılan bir araştırmaya göre üniversite öğrencilerinin %42,6’sında nomofobi mevcuttur (Gürol ve ark., 2020).
Günümüzde internet bağlantısı veya telefon şarjının olmadığı yerler, artık “rahatsız edici” olarak algılanıyor.
3. Stockholm Sendromu
Bir dönem herkesin nefesini tutarak izlediği La Casa De Papel dizisiyle yeniden gündeme gelen Stockholm Sendromu, adını 1973 yılında İsveç’in Stockholm şehrinde yaşanan bir banka soygunundan alır.
Altı gün boyunca rehin tutulan banka çalışanlarının, soygunculara sempati duymaya başlaması bu sendromun tanımlanmasına yol açmıştır.
Psikiyatrist Nils Beejerot, baskı altında olan rehinelerin, kendilerini tehdit eden kişilere karşı zamanla olumlu duygular geliştirdiğini gözlemlemiştir.
Bu durum her vakada görülmez. Genellikle olayın birkaç gün veya daha uzun sürmesi, rehin alan kişilerle yakın temas ve “nazik” davranışlar gibi etkenler, sendromun ortaya çıkma olasılığını artırır.
4. Selfitis
Sosyal medya ile birlikte değer, benlik saygısı ve özgüven kavramları da dönüşmeye başladı.
Artık insanlar sosyal medyada nasıl göründükleriyle tanınıyor; hayat tarzlarını, duygularını ve kimliklerini bu mecralarda yansıtıyorlar.
Selfitis, sosyal medya kullanıcılarının obsesif şekilde selfie çekme ve paylaşma eğilimlerini tanımlar.
Günde birden fazla selfie çekmek, sürekli beğeni alma isteğiyle paylaşım yapmak ve bu beğenilerle geçici mutluluk yaşamak sendromun tipik belirtilerindendir.
2014 yıllarında American Psychiatric Association (APA) tarafından hastalık olarak sınıflandırıldığı iddia edilse de, bu bilgi resmiyet kazanmamıştır.
Yine de 2014–2016 yılları arasında 127 kişi selfie çekerken hayatını kaybetmiştir, bu da davranışın tehlikeli boyutlarını gözler önüne serer.
5. İyi Olma Sendromu (Wellness Syndrome)
Bu sendrom, Carl Cedersröm ve André Spicer tarafından kaleme alınan The Wellness Syndrome kitabından adını alır.
Spor yapılmadığında suçluluk hissetmek, yediği her yemeğin kalorisini hesaplamak, sürekli mutlu görünme zorunluluğu hissetmek…
Tüm bunlar iyi olma sendromunun belirtilerindendir.
Sağlık, mutluluk ve “fit” görünüm; günümüzde bir yaşam ideolojisine dönüşmüştür.
Araştırmalara göre sağlıklı ve mutlu insanlar ahlaken de “iyi” olarak algılanmaktadır.
Bu durum, kapitalizmin bireylere dayattığı “her zaman sağlıklı ve mutlu ol” mottosunun bir yansımasıdır.
Sonuçta “iyi olma çabası”, paradoksal biçimde insanı yoran bir psikolojik baskı haline gelir.
Kaynakça
Gürol, A., Apay, S. E., Özdemir, S., Uslu, S., & Güven, R. (2020). Üniversite öğrencilerinde nomofobi ve sosyal anksiyete düzeylerinin karşılaştırılması. ACU Sağlık Bilimleri Dergisi, 11(4), 701–705. https://doi.org/10.31067/0.2020.321
American Psychiatric Association. (1973). Homosexuality and sexual orientation disturbance: Proposed change in DSM-II, 6th printing, page 44 (APA Document Reference No. 730008). https://pages.uoregon.edu/eherman/teaching/texts/DSMII_Homosexuality_Revision.pdf

