Modern hayat, bir yandan bireye sınırsız imkânlar sunarken diğer yandan ona sürekli bir üretim baskısı da yüklüyor. Her anı dolu dolu yaşamak, sürekli bir şeyler yapmak, öğrenmek, paylaşmak… Bu yoğunluk içinde birçok kişi, farkında bile olmadan boş kalmaktan korkar hale geldi.
Boşluk artık sadece zamanla ilgili değil; duygusal ve zihinsel düzeyde de rahatsız edici bir alan olarak algılanıyor. Hâlbuki bazen hiçbir şey yapmadığımız anlar, aslında bizi kendimize en çok yaklaştıran anlardır.
Meşguliyetin Altında Yatan Sessizlik Korkusu
Günümüzde özellikle genç yetişkinlerde yaygın bir eğilim var: Boş kaldıkça bir şeyler izlemek, dinlemek ya da üretmek zorundaymış gibi hissetmek. Sosyal medya akışında gezinmek bile çoğu zaman bu boşluk ile yüzleşmemek için bir bahaneye dönüşüyor.
Her anı “verimli” geçirmek zorundaymışız gibi yaşıyoruz. Sanki birkaç dakika duraksamak bile geri kalmak anlamına geliyor. Bu hız, insanı dışarıdan dolu ama içeriden yorgun bir hale getiriyor.
Görünürlük ve Değer Arayışı
Sosyal medya, günümüzde insanın görünür olma ihtiyacını daha da pekiştirdi. Artık yaşanan deneyim kadar, o deneyimin paylaşılırlığı ve başkaları tarafından bilinmesi de önemli hale geldi.
“Bu anı paylaşmalı mıyım?” sorusu, çoğu zaman anın kendisinden daha fazla yer kaplıyor. Bu da bireyin, kendi iç dünyasından çok dışarıdaki onaylara göre yaşamını düzenlemesine neden oluyor. Paylaşılanlar beğeni almadığında değersiz hissediliyor, görünmeyen anlar yaşanmamış sayılıyor.
Boş Kalabilme Cesareti
Psikiyatrist Viktor Frankl şöyle der:
“İnsan, varoluşsal boşluğu doldurmak için türlü türlü yollar geliştirir. Ama bu boşlukla kalabilmeyi öğrenmek en anlamlı adımdır.”
Gerçekten de durmak, sessizlik içinde kalmak, hiçbir şey yapmadan var olmayı deneyimlemek çoğumuz için kolay değil. Çünkü boşlukla birlikte yüzleşilmesi gereken duygular da gelir: kaygı, sıkıntı, yalnızlık, hatta bazen anlamsızlık hissi…
Ama belki de asıl dönüşüm tam burada başlıyor. Bu hislerle kaçmadan, bastırmadan kalabilmek; kendimizle yeniden tanışmanın bir yolu.
“Hiçbir Şey Yapmamak” Sanatı
Görünürde hiçbir şey yapmamak, içsel olarak oldukça zengin bir süreç olabilir. Sessizce yürümek, bir fincan kahve eşliğinde pencereye bakmak, hatta sadece düşünmek… Bunlar günümüzün “boş” gibi görünen ama aslında zihinsel olarak en dolu anlarıdır.
Yine de çoğumuz bu alanı tanımakta ve önemsemekte zorlanıyoruz. Çünkü suskunluk çoğu zaman tehditkâr gelir. Düşünceler yükselir, bastırılmış duygular yüzeye çıkar. Oysa bu sessizlik içinde başka hiçbir yerde bulamayacağımız yanıtlar gizlidir.
Tükenmişliğin Yeni Yüzü
Sürekli üretmek, sürekli iletişimde kalmak, her an “bir şey yapıyor” olmak… Bu, başta güçlü ve üretken bir yaşam gibi görünse de zamanla insanı zihinsel ve duygusal tükenmişliğe sürükleyebilir.
Çünkü hiçbir insan, durmadan meşgul kalacak şekilde tasarlanmamıştır. Hatta çoğu zaman zihinsel durgunluk anlarında asıl yaratıcılık ortaya çıkar. Fikirlerin, duyguların, sezgilerin yükseldiği o alan; boşluk zannettiğimiz şey aslında içsel gücümüzdür.
Kendimize Alan Açmak
Bazen durmak gerekir. Bildirimleri kapatmak, plan yapmadan yürümek, sırf keyif için kitap karıştırmak ya da sadece içe dönüp bir şey düşünmeden oturmak…
Bu anlar, basit gibi görünse de hem ruhsal hem zihinsel sağlığımız için hayati önemdedir. Boşluk, çoğu zaman korkutucu gelir. Ama her duygunun duyulmasına, her düşüncenin geçmesine izin verdiğimizde bu boşluk bir arınmaya dönüşür.
Dış seslerin sustuğu anda, iç sesin ne söylediğini duyabiliriz.
Birlikte Sessizliğe Alışmak
Bu yazı belki de sessizliği övmek değil, onunla barışmanın önemini hatırlatmaktır. Hepimizin zaman zaman yoğunlaşmaya, üretmeye, bağ kurmaya ihtiyacı var. Ama aynı şekilde, hepimizin kendimizle kalmaya, hiçbir şey yapmadan da var olabilmeye ihtiyacı var.
Boş zamanın verimsizlik değil, bir tür iyileşme olduğunu hatırlamak gerekiyor. Kimi günler hiçbir şey başarmadan da değerli olabilir. Hatta bazen en çok şey, o günlerde fark edilir.
Sonuç: Yavaşlamanın Şifası
Modern yaşam bizi hızla bir yerlere sürüklerken, yavaşlamak bir direnişe dönüşüyor. Bu direniş, yalnızca dış dünyaya değil, içimizdeki o “hep bir şey yapmalıyım” sesine karşı da veriliyor.
Ve belki de bu çağın en büyük cesareti, durabilmek. Her şey akarken, bilinçli bir şekilde yavaşlayabilmek. Yalnız kalmaktan korkmadan, kendine alan açabilmek. Hiçbir şey yapmadan da değerli olduğunu bilmek.
Çünkü bazen en büyük adım, hiçbir yere gitmemektir.
Yazıyı Okuduktan Sonra Herşeyi Yavaşlatma İsteği…