Günümüz dijital kültüründe insanın benlik inşası görünürlük, onay ve performans göstergeleri üzerinden biçimlenmektedir. Özellikle sosyal medya platformları, bireyin özdeğer algısını dışsal geribildirimlere bağımlı kılan yeni bir “psikososyal ekosistem” yaratmıştır. Bu sistemdeki beğenilme, paylaşılma ve takip edilme pratikleri; modern öznenin yalnızca iletişim biçimini değil, varoluşsal yönelimini de dönüştürmektedir.
Bu çalışma, dijital onay arayışının psikodinamik temellerini, özneleşme süreçleri üzerindeki etkilerini ve modern insanın süreğen eksiklik hissini psikanalitik ve sosyolojik kuramlar ışığında incelemeyi amaçlamaktadır.
Haz İlkesinden Dijital Tatminsizliğe: Freudcu Bir Okuma
Freud’un (1920/2019) “haz ilkesi” kuramı, insan davranışlarının temel yönlendiricisinin haz arayışı ve acıdan kaçınma eğilimi olduğunu öne sürer. Dijital ortamda bu ilke, anlık ödüller aracılığıyla yeniden üretilmektedir. Her beğeni bildirimi, kısa süreli dopamin salınımı yoluyla zihinsel bir ödül hissi yaratır; fakat bu nöropsikolojik uyarım, kalıcı doyum yerine psikolojik bir yoksunluk döngüsü doğurur (Montag et al., 2021).
Freud’un “tekrarlama zorlantısı” (repetition compulsion) kavramı bu bağlamda dijital davranışlara da uygulanabilir. Birey, eksiklik duygusunu bastırmak yerine sürekli yeni bir paylaşım ya da dijital onay arayışıyla aynı döngüyü yeniden üretir. Bu kısır döngüde haz kısa, eksiklik ise kalıcıdır. Böylece, tekrarlama eğilimi hem bir kayıp üzerinde egemenlik kurma girişimi hem de kaybın sürekliliğidir.
Freud’un (1920/2011) belirttiği üzere, bu eğilim bilinçdışı düzeyde acı verici deneyimleri yeniden üretme arzusunu yansıtır. Görünürde irrasyonel olan bu durum, bireyin geçmiş travmayı denetim altına almak umuduyla aynı senaryoyu yeniden sahnelediği derin bir psikodinamik mantığa dayanır. Dijital çağda bu dinamik, sosyal medya platformlarıyla yeni bir biçim alır. Sosyal medya döngüleri—beğen, paylaş, onaylan, tüket—bireye geçici bir hâkimiyet hissi sunar. Her yeni paylaşım, geçmişte onaylanmamış bir “ben”i nihayet onaylatma çabasıdır—fakat bu arayış her defasında eksik kalır. Her bildirimse, bilinçdışı düzeyde bir “yeniden doğma” ve tanınma arzusu taşır; ama aynı zamanda tatmin edilemeyen bir boşluğu da yeniden üretir. Böylece birey, görünürlük uğruna görünmez bir kaygıyı sürekli canlandırır.
Sonuçta birey, modern çağın tekrarlama zorlantısı içinde “yeterince görülme” yanılsamasının peşinde kaybolur. Bu döngü, Freud’un (1920/2011) tanımladığı ölüm dürtüsünün sessiz dijital tezahürüdür; aynı sahneye yeniden dönmek, kontrolün mümkün olmadığı bir dünyada hiç olmazsa kendi acısına anlam kazandırma çabasıdır.
Benliğin Sahnelenmesi: Goffman Ve Dijital Performans
Goffman’ın (1959) Benliğin Günlük Hayatta Sunumu yaklaşımı, dijital çağın iletişim dinamiklerinde neredeyse kusursuz bir biçimde yeniden vücut bulmaktadır. Sosyal medya kullanıcıları, çevrimiçi kimliklerini adeta bir “sosyal performans” olarak kurgulamakta; her gönderi, her hikâye ve her etkileşim, bireyin toplumsal normlar karşısında sergilediği stratejik bir “sahne maskesi” işlevi görmektedir.
Ancak bu maskeler yalnızca dışarıya sunulan temsiller olmanın ötesine geçerek, bireyin içsel öznelik deneyimini de dönüştürür; kişi zamanla kendi performansının izleyicisi olmaktan çıkıp, performansın kendisine dönüşür.
Bu performatif süreç, görünürlüğün içsel deneyimle takas edildiği bir simgesel ekonomi üretir. “Beğenilme” eylemi, klasik anlamdaki toplumsal onay mekanizmasının ötesine geçerek, bireyin benlik sürekliliğini ve psikolojik bütünlüğünü teyit eden bir gereksinime dönüşür. Böylece dijital etkileşim, modern öznenin hem kimlik inşasının sahnesi hem de kırılganlıklarının yeniden düzenlendiği bir alan hâline gelir.
Sahip Olmak Mı, Olmak Mı? Fromm’un Modern Yabancılaşma Analizi
Fromm’un (1956/2019) “sahip olma–olma” ikilemi, dijital çağın psikolojik dinamiklerini açıklamada oldukça işlevseldir. Modern birey, “olma” hâlinden —yani varoluşsal bütünlükten— uzaklaşarak “sahip olma” hâline yönelmiştir.
Ancak; artık sahip olunan şeyler nesneler değil, görünürlük biçimleridir; takipçi sayısı, beğeni oranı, dijital statü göstergeleri. Bu durum, bireyin kendilik değerini içsel bir referanstan değil, dışsal ölçütlerden beslenerek değerlendirmesine neden olur. Böylece özne, bir kimliğe sahip olmaktan çok, kendini sunma biçimine sahip olur.
Fromm’un (1956) belirttiği üzere, bu yönelim derin bir varoluşsal yabancılaşmanın habercisidir.
Lacan Ve Eksiklik Kavramı: Arzunun Sonsuz Döngüsü
Lacan’ın arzuyu “eksikliğin ürünü” olarak tanımlaması (Lacan, 1977/2006), dijital kültürün doyumsuzluğunu açıklamada merkezî bir kavramsal araçtır.
Sosyal medyada dijital onay arayışı, öznenin sembolik düzlemde “tanınma” ihtiyacının yansımasıdır. Ancak bu tanınma her zaman eksiktir; hiçbir beğeni, öznenin arzusunu tamamlamaz çünkü arzu yapısal olarak tatmin edilemez.
Bu anlamda dijital onay kültürü, Lacancı bakışla, arzunun kendini sürekli yeniden üretmesidir: birey, onay aldıkça arzunun nesnesi değişir, fakat eksiklik baki kalır.
Tatminsizlik değil, yoksunluk bilinci bu sistemin sürdürücü unsurudur.
Görülmek Ve Gözetlenmek Arasında: Dijital Panoptikonun Psikodinamiği
Foucault’nun panoptikon metaforu, modern iktidar ilişkilerini görünürlük üzerinden tanımlar; gözetleyen her zaman görünmezdir, gözetlenen ise sürekli göz önündedir (Foucault, 1977). Günümüzde bu yapı, dijital alanın görünmez duvarları arasında yeniden biçimlenmiştir.
Sosyal medya platformları, bireyin hem öznesi hem de nesnesi olduğu bir “görünürlük ekonomisi” yaratmaktadır. Burada kullanıcı, kendi kimliğini sahneye koyarken aynı anda başkalarının bakışını içselleştirir; böylece gözetimin dışsal baskısından çok, içselleştirilmiş bir öz-disiplin biçimi ortaya çıkar (Han, 2017).
Bu dijital panoptikon içinde “görülmek” artık yalnızca var olmanın değil, değerli hissetmenin de koşulu hâline gelmiştir. Ancak bu görünürlük, paradoksal biçimde, gerçek ilişkisel bağların derinliğini değil yüzeyini üretir.
Birey, kendi imgesini sürekli olarak düzenler, filtreler ve optimize eder; bu süreçte kimliğini değil, kimliğinin temsillerini yaşar. Lacan’ın ayna evresi kuramıyla paralel biçimde, birey benlik ini ötekilerin bakışı aracılığıyla kurar; ancak bu kez ayna, cep telefonunun ekranıdır.
Böylece “Ben kimim?” sorusu, “Nasıl görünüyorum?” sorusuna indirgenir.
Teknoloji, Varlık Ve Sessizlik: Heideggerci Bir Okuma
Heidegger (1927/2013), modern teknolojinin insanı kendi varoluşsal köklerinden uzaklaştırdığını belirtir. Sosyal medya, bu uzaklaşmanın en belirgin görünümlerinden biridir: birey, varlığını sessizlikte değil, görünürlükte arar. “Düşünme”nin yerini “paylaşma” alır; “varlıkla temas” ise “etkileşim”e indirgenir.
Bu noktada dijital onay arayışı yalnızca psikolojik değil, ontolojik bir problem hâline gelir. Kişi, varlığını kendi içsel deneyiminden değil, dışsal temsillerin yankısından türetir. Bu, modern insanın sessizliğe, içsel derinliğe ve anlam üretimine yabancılaşmasının temel göstergesidir.
Sonuç: Dijital Kültürde Özneleşmenin Kırılganlığı
Dijital çağ, bireye sınırsız ifade alanı sunarken, aynı anda benlik in parçalanmasına zemin hazırlamaktadır. Beğeni, takip ve paylaşım kültürünün perçinlediği görünürlük aracılığıyla aidiyet; dijital onay aracılığıyla kimlik vaat eder.
Ancak bu vaat, her zaman eksiklik içerir; çünkü dijital onay, öznenin bütünleşmiş bir benlik deneyimini değil, sürekli dışsal geri bildirimlerle koşullanan kırılgan bir özdeşim sürecini besler.
Freud’un haz ilkesi, Fromm’un yabancılaşma çözümlemesi, Lacan’ın arzunun yapısal eksiklik modeli ve Foucault’nun özneleşme analizleri birlikte değerlendirildiğinde, modern bireyin dijital onay sisteminde kendi benlik ini dışsallaştırarak nesneleştirdiği görülür.
Bu bağlamda dijital dünyanın sunduğu görünürlük, öznenin varlığını doğrulamaz; yalnızca onun sürekli eksiklik içinde kalma biçimini estetize eder.
Böylece; gerçek özgürleşme, görünürlüğün gürültüsünde değil, sessiz bir öz-farkındalıkta mümkündür ve insan, nihayetinde bir ekranda değil, kendi içsel yankısızlığında anlam bulabilir.
Kaynakça
Baudrillard, J. (1994). Simulacra and Simulation. University of Michigan Press.
Bowlby, J. (1988). A Secure Base: Parent-Child Attachment and Healthy Human Development. Basic Books.
Foucault, M. (1988). Technologies of the Self. University of Massachusetts Press.
Foucault, M. (1977). Discipline and Punish: The Birth of the Prison (A. Sheridan, Çev.). Pantheon Books.
Fromm, E. (2019). Sevme Sanatı (6. baskı). Say Yayınları. (Orijinal eser 1956’da yayımlandı)
Freud, S. (1920/2011). Beyond the Pleasure Principle (J. Strachey, Çev.). W. W. Norton & Company.
Freud, S. (2019). Haz İlkesi Ötesinde (6. baskı). Metis Yayınları. (Orijinal eser 1920’de yayımlandı)
Goffman, E. (1959). The Presentation of Self in Everyday Life. Anchor Books.
Han, B.-C. (2017). The Transparency Society. Stanford University Press.
Heidegger, M. (2013). Varlık ve Zaman (K. Ökten, Çev.). Agora Kitaplığı. (Orijinal eser 1927’de yayımlandı)
Lacan, J. (2006). Écrits: The First Complete Edition in English (B. Fink, Çev.). W. W. Norton. (Orijinal eser 1977’de yayımlandı)
Montag, C., Lachmann, B., Herrlich, M., & Zweig, K. (2021). Addictive features of social media/messenger platforms and freemium games against the background of psychological and economic theories. International Journal of Environmental Research and Public Health, 18(14), 775.


