Hayatın hemen her aşamasında, bizden hep daha iyi, daha yeterli, daha başarılı olmamız beklenir. Çocukluktan itibaren bu idealle yetiştiriliriz: Daha mutlu olmalıyız, daha üretken yaşamalıyız, daha anlayışlı davranmalı ve daha sağlıklı bir zihinle ilerlemeliyiz. Ancak çoğu zaman bu “daha iyi” olma yolculuğu, önemli bir adımı göz ardı ederek başlar: Mevcut olanı kabul etmek. Kulağa kolay gelse de hayata geçirmesi zor olabilen bu davranış, pek çok sorunda olduğu gibi yetersizlik hissinin de önüne geçmekte faydalı olabilmekte.
Gerçek bir değişim ya da dönüşüm için önce elimizde ne olduğuna bakmamız gerekir. Bir duyguyu dönüştürmek istiyorsak, o duygunun önce var olmasına, yaşanmasına izin vermeliyiz. Onu bastırmak, yok saymak ya da hemen ortadan kaldırmaya çalışmak, genellikle daha derin bir çatışmayı beraberinde getirir.
Pek çok birey kendisinde istemediği bir duyguyu bir an önce yok etmek ister ve bu duyguları bastırmaya yönelir. Kaygı hisseden biri hemen sakinleşmenin yollarını arar. Üzgün olan biri, hızlıca neşelenmek ister. Oysa duygular, onları yaşamadan geçmezler. Bastırıldıkça büyür, görmezden gelindikçe direnirler. Ancak kabul gördüklerinde, ifade edildiklerinde ve adlandırıldıklarında yatışırlar. Yani, içsel huzurun ilk adımı, duygularımıza yer açmaktır.
Bu yaklaşım sadece duygularla sınırlı değildir. Yeni bir alışkanlık edinmek mi istiyorsunuz? Önce var olan alışkanlıkları ve altındaki motivasyonları gözden geçirmek gerekebilir. Kendi iç dünyanızı dürüstçe gözlemlemeden kalıcı bir değişim beklemek, bozuk bir saati ayarlamadan zamanı doğru okumaya çalışmaya benzer. Bir şeyin eksik, karmaşık ya da düzensiz olduğunu kabul etmek, onunla ilgili bir şeyleri dönüştürmenin ilk ve en kıymetli adımıdır.
Tıpkı bir ressamın bembeyaz bir tuval karşısında değil, üzerine ilk çizimleri karalamaya başladığında yaratıcı sürece adım atması gibi… Önce karışıklık olur, sonra anlam. Önce sesler çıkar, sonra cümleler şekillenir. Zihin de, duygu dünyası da bu döngüyle işler. Değişim, bastırmayla değil; farkındalık ve kabulle başlar.
Kabul etmek, çoğu zaman yanlış şekilde “pes etmek” olarak yorumlanır. Oysa gerçek anlamda kabullenmek, değişim için gereken sağlam zemini hazırlamak demektir. İçinde bulunduğumuz hali yargılamadan görmek, kendimize dürüstlükle yaklaşmak; hem zihinsel hem de duygusal olarak bizi güçlendirir.
Bu noktada başarma isteği ve mükemmeliyetçilik devreye girer. Günümüz toplumunda, başarıya odaklanmak çoğu zaman değerli bir özellik gibi görülse de, bu istek dozunu aştığında kişinin kendine karşı acımasızlaşmasına yol açabilir. Sürekli “daha iyi olmalıyım” düşüncesiyle hareket etmek, mevcut halimizi küçümsememize neden olur.
Mükemmeliyetçilik ise, var olanı görmeyi ve kabul etmeyi neredeyse imkânsız hale getirir. Çünkü zihnimiz, her zaman olması gerekene odaklanır; olanı yetersiz bulur. Oysa gerçek ilerleme, kendimize “Olduğum yerden başlayabilirim” demekle başlar.
“Zaten yeterince iyi olmayacak”, “Olacaksa en iyi şekilde olmalı” gibi düşüncelerle bir projeye, işe, etkinliğe başlamamayı tercih etmek, iyi olma ihtimallerinin de yok olması ile sonuçlanır. Bu yüzden o ilk adımı atarken bazı şeylerin yoldayken şekillenip o mükemmel haline kavuşacağına inanmak gerek. Genellikle o adımı atmak yerine bizi hareketsiz kılan bu tarz düşünceler, yetersizlik duygularımızın artmasına ve zaten yeterince iyi bir şey yapamıyor oluşumuza inancımızı güçlendirir.
Bu döngüyü kırmak, mükemmeli ya da en iyisini hedefleyerek bir eylemi gerçekleştirmeye başlamak yerine yalnızca ve yalnızca daha iyi olmak için çabalamayı amaç haline getirmek daha iyi bir fikir olabilir. Böylece asıl başarıyı belirleyen noktanın sonuç değil sürecin kendisi olduğunu deneyimleme fırsatını da elde etmiş oluruz. Çünkü başarmak o büyük sonuca ulaşmakla değil, kendimiz için çaba sarf etmekten vazgeçmemek ile ilgilidir. Unutmamak gerekir ki genellikle başarılı insanlar bir anda en iyisini yapanlardan değil sabırla ilerleyip pes etmemeyi tercih edenler arasından çıkar.
Belki de içsel bir değişim için ilk adım, şu soruyla başlar: “İç dünyamda şu anda neye yer vermeye hazır olabilirim?” ya da “Görmezden geldiğim ne var?” Belki de hep reddettiğiniz, rahatsızlık veren o parça, asıl gelişimin başladığı yerdir. Ona yer açtığınızda, sadece bir duyguyu değil; kendi potansiyelinizi de kabul etmiş olursunuz.
Unutmayın: Her şey, önce olmasına izin verildiğinde değişebilir. Ve hiçbir şey, “mükemmel” olmak zorunda değildir ki başlayabilsin. Bazen en kıymetli değişimler, kusurlu ve eksik görünen yerlerden doğar.
Kaynakça
Brown, B. (2010). The gifts of imperfection: Let go of who you think you’re supposed to be and embrace who you are. Hazelden Publishing.
Flett, G. L., & Hewitt, P. L. (2002). Perfectionism and maladjustment: An overview of theoretical, definitional, and treatment issues. In G. L. Flett & P. L. Hewitt (Eds.), Perfectionism: Theory, research, and treatment (pp. 5–31). American Psychological Association. https://doi.org/10.1037/10458-001
Hayes, S. C., Strosahl, K. D., & Wilson, K. G. (1999). Acceptance and commitment therapy: An experiential approach to behavior change. Guilford Press.
Linehan, M. M. (2015). DBT skills training manual (2nd ed.). Guilford Press.
Neff, K. D. (2011). Self-compassion: The proven power of being kind to yourself. William Morrow.
Rogers, C. R. (1961). On becoming a person: A therapist’s view of psychotherapy. Houghton Mifflin.