Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Bir Psikoloğun Gözünden Sinema: Filmler Bizi Neden Bu Kadar Etkiler

Karanlık bir salonda sessizlik içinde oturuyorsunuz. Perde açılıyor, bir karakter yürümeye başlıyor, bir sahne gelişiyor, birkaç dakika sonra boğazınız düğümleniyor, gözleriniz doluyor ya da hiç beklemediğiniz bir yerde gülümsüyorsunuz. Peki neden? Neden bazı filmler bizi derinden sarsar, bazı sahneler hafızamıza kazınır ve bir filmden çıktıktan sonra kendimizi bir süreliğine değişmiş hissederiz?

Psikolojinin gözünden bakıldığında, sinema sadece bir eğlence aracı değil; aynı zamanda iç dünyamızla, bilinçdışımızla, duygularımızla temas kuran güçlü bir deneyim alanıdır. Bir film, bazen hiç fark etmeden kendi hayatımıza, acılarımıza, hayallerimize dokunur. Bu etki yalnızca görsel ya da işitsel uyarıcılardan değil; insan zihninin derinliklerinde çalışan bazı psikolojik süreçlerden kaynaklanır.

Bunların başında aynılamayla başlayan özdeşim gelir. İzlediğimiz karakterin yaşadığı bir kayıp, utanç verici bir an ya da içsel bir çatışma çoğu zaman bizde tanıdık duygular uyandırır. Karakterin gözlerinden akan bir yaş, bazen bizim söyleyemediklerimizi söyler. İşte bu yüzden sinema, empati yeteneğimizi harekete geçirerek bizi hikâyeye değil, kendimize yakınlaştırır.

Filmler aynı zamanda bilinçdışı süreçleri tetikler. Rüyaya benzeyen yapısı, simgelerle konuşması, dolaylı anlatımıyla sinema; izleyicinin bilinç düzeyinin ötesinde çalışan bir dil kurar. Freud’un rüya analizine dair söyledikleri, bir film için de geçerlidir: “Görünürde olan her şey başka bir şeyin tezahürüdür.” Bir çocuğun kaybolduğu sahne, sadece ekrandaki olay değil; izleyicinin kendi çocukluk yaralarını çağırabilir.

Sinemanın bir diğer güçlü etkisi ise katarsis yani duygusal boşalım yaşatmasıdır. Özellikle bastırılmış, ötelenmiş ya da dile getirilmemiş duygular; bir film aracılığıyla harekete geçer. Bazı sahnelerde nedensizce ağlamamız ya da içimizin ferahlaması bundan kaynaklanır. Film bize duygularımızı yaşama izni verir. Bu yönüyle, Aristoteles’in tragedya için tanımladığı “arınma” deneyimi, bugün modern sinema için de geçerlidir.

Daha geniş bir çerçeveden bakıldığında, filmler yalnızca bireysel duygulara değil; toplumsal temsillere ve kolektif bilinçdışına da seslenir. Savaşlar, göçler, sınıfsal eşitsizlikler, toplumsal cinsiyet meseleleri gibi konular sinemada işlendiğinde, sadece bireyin değil, toplumun da travmaları konuşulur hale gelir. Bu nedenle bir film izlemek; toplumsal yüzleşmelere tanıklık etmektir.

Tüm bu psikolojik süreçler göz önünde bulundurulduğunda, sinema ile psikoterapi arasında bazı paralellikler olduğunu görmek zor değil. Her iki alan da insanı anlamaya, duygularla temas kurmaya ve dönüşümü mümkün kılmaya çalışır. Bazen bir film sahnesi, danışanın bir seans boyunca kuramadığı cümleleri onun adına dile getirebilir. Terapistler için sinema, sadece bir araç değil; aynı zamanda bir yansıtma ve içgörü fırsatıdır.

Bazı filmler bu açıdan öne çıkar: Inside Out duyguların iç dünyamızda nasıl çalıştığını anlatırken çocuklara (ve yetişkinlere) duygusal farkındalık kazandırır. The Father, demans yaşayan bir bireyin içsel karmaşasını öyle bir gerçeklik kırılmasıyla anlatır ki, izleyici karakterin zihnine adeta misafir olur. Joker, toplumsal dışlanma ve ruh sağlığı ekseninde bir bireyin nasıl yalnızlaştığını, göz ardı edilen bir acının nasıl şiddete dönüşebileceğini çarpıcı bir dille anlatır.

Sinema çoğu zaman gözle görünmeyeni görünür kılar. Bastırılmış olanı yüzeye çıkarır, sözsüz olanı dillendirir. Ve belki de en önemlisi; bizi bize biz yoluyla gösterir. Bu yüzden bir film izlemek, sadece zaman geçirmek değil; bazen kendine doğru çıkılmış bir yolculuktur.

Kendini Gözlemleme Fırsatı Olarak Film İzlemek

Bir film izlerken kendinizi bazı karakterlere yakın hissederken, bazılarına uzak dururken bulmuş olabilirsiniz. Hatta bazen, başlangıçta sevdiğiniz bir karakter film ilerledikçe sizi rahatsız edebilir ya da tam tersi, başta mesafeli yaklaştığınız biri size gittikçe tanıdık gelmeye başlayabilir.

Bu duygusal değişimler tesadüf değildir; aksine iç dünyanız hakkında size pek çok ipucu sunar. Hangi karakterleri sevdiğiniz, hangilerine öfke, merhamet ya da tedirginlik hissettiğiniz… Tüm bunlar değerleriniz, bastırdığınız yönleriniz, ilişki kurma biçimleriniz ve hayata bakışınızla ilgilidir.

Bir dahaki sefere bir film izlediğinizde kendinize şu soruları sorarak başlayabilirsiniz:  

  • “Bu karakteri neden sevdim?”  
  • “Beni neden rahatsız etti?”  
  • “Onun yaptıklarını ben yapsaydım, nasıl hissederdim?”

Bu sorular, filmi izlemekle kalmayıp aynı zamanda kendinizi de izlemeye davettir. Çünkü çoğu zaman sinema perdesinde gördüğümüz şey, iç dünyamızın bir yansımasından ibarettir.

Duygu Sarıkaya
Duygu Sarıkaya
Duygu Sarıkaya, lisans eğitimini onur belgesi ile Başkent Üniversitesi Psikoloji (%30 İngilizce) bölümünde tamamlamıştır. Lisansın ardından stajını Boylam Psikiyatri ve AMATEM Hastanesinde tamamlamıştır. Ayrıca, Madalyon Psikiyatri Merkezinde yaptığı staj ile yetişkin testlerinin uygulama, değerlendirme ve yorumlanmasına hâkim olmuştur. Özel Jale Tezer Kolejinde iki yıl boyunca kurum psikoloğu olarak çalışmış ve ergen psikoterapisinde tecrübe edinmiştir. Can Psikolojik Danışmanlık Merkezinde üç yıl boyunca danışan takibine devam etmiş ve Klinik Psikoloji yüksek lisansını tamamlamıştır. Duygu Sarıkaya, alanında çeşitli eğitim ve süpervizyonlarını tamamlamış olup yetişkin, çift ve ergen danışmanlığına freelance olarak devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar