Bu yazının başlığı, Nova Norda’nın aynı adlı şarkısından ilhamla seçilmiştir.
İçimizdeki çocuğa dönmek, ona kulak vermek, dinlemek hakkında ne çok konuşuyoruz.
Bu yazı, içimizdeki yetişkinin de sevilmeye, duyulmaya, anlaşılmaya hakkı olduğunu hatırlamak için. Çünkü sadece içimizdeki çocuk değil, bugünü yaşayan ve taşıyan yetişkin de iyileşmeyi hak ediyor.
Yetişkinliğin Sessiz Yükü
Bize yetişkinlik “uslanmak” olarak öğretildi. Artık “çocuk gibi davranmak” yok; durduk yere dondurma istemeler, deniz kıyısında kumla oynamalar, uçurtma uçurmalar, oyun kurmalar… Kendimize ait bir sığınak, bir ev yapmayı, evin içinde canımız istediğinde dünyadan saklanmayı bile çocuklara kaptırdık.
Bize ne kaldı? Sakinleşmek, susmak, idare etmek. Hatta mümkünse görünmez olmak. Ne çocuklar gibi ağlayabiliriz artık, ne de gençler gibi öfkelenebiliriz.
Oysa büyüdükçe dünyayı daha iyi anlıyoruz. Anladıkça daha çok üzülüyoruz, öfkeleniyoruz, “bu hep böyle miydi” diye hayrete kapılıyor, hayal kırıklığı yaşıyoruz. Tam o anda bize “içine dön” deniyor. “Kendine iyi bak.” “İçindeki çocuğa şefkat göster.”
Peki içimdeki yetişkin ne olacak? Ben ne olacağım?
Her gün haber bültenlerine, sokaklara, banka bildirimlerine, market fiyatlarına maruz kalan, sabah işe giderken telefonunda “günaydın” mesajı yerine sekiz zam haberi, bankalardan iki arama, on altı can sıkıcı Bundle bildirimi gören, ilişkileri yönetmeye, faturaları ödemeye, sağ kalmaya çalışan yetişkin yanım, yani her gün benimle olan… Ona kim kulak verecek?
Bize küçükken “bırak o daha çocuk” denirdi, hatalarımıza anlayış gösterilirdi (şanslıysak).
Ama şimdi büyüdük. Artık her şeyin farkındayız. Asıl şimdi hata yapacağımız, öğreneceğimiz, ders çıkaracağımız, seçimler yapacağımız, sonuçlarını göreceğimiz yaşlardayız. Bu sefer de kendimize “bırak, o artık her şeyin farkında bir yetişkin” demeyi unutuyoruz.
Kimseden de böyle incelikli bir cümle duymuyoruz. Topluca sıkıcı, tahmin edilebilir, sessiz sakin “makul” insanlar olmaya sözleşmiş gibi davranıyoruz.
Bunlar olurken bazen sadece ağlamak istiyoruz.
Bazen işe gitmek istemiyoruz.
Bazen öfkeleniyoruz. Çoğu zaman öfkeliyiz. Her gün öfkeliyiz. Doğal olarak.
Duyulmak ve Dinlenmek
İçsel dengeye, içsel huzura çağrılıyoruz sürekli. Ama dışarıda gittikçe zalimleşen bir dünya var.
Haksızlıkla, eşitsizlikle, şiddetle, ayrımcılıkla iç içe yaşıyoruz. Gözlerimizin önünde olan bu gerçeklik karşısında içimize dönmemiz öğütleniyor. Sistemden kaynaklı sorunları çözme yükünü birey olarak aldığım yetmiyor, rehberim de içimdeki çocuk. Sosyal medyaya bakılırsa o da yalnızca çikolata yemek ve üstünü başını kirletmek istiyor. İçeride yine yetişkine yer yok.
Tabii ki içimizdeki çocuğa kulak verelim, onu anlayalım, sevelim… Ama unutmamak gerek, biz yetişkinler olarak hâlâ hayatta kalmaya çalışıyoruz.
Bunu hatırlamak gerekiyor.
Yalnızca kendimize değil, gittikçe tekinsizleşen bu dünyada güvende tutmaya çalıştığımız kız kardeşlerimize, kedilerimize, sevdiklerimize sarılmamız gerekiyor.
Ben açken neyin farkındalığına varabilirim? Karnımın gurultusu “sağlıklı yetişkin modumun” sesini bastırıyor.
Güvende hissetmezken nasıl öz şefkat göstereceğim?
Kendime şefkat göstermek öz bakımımı özenle yapmak ve “kendimi date’lere çıkarmak” kadar şöyle de görünebilir: içimin almadığı durumlara tepki göstermek, haddini aşanlara “yeter” demek, vicdanımın sesini dinlemek, aidiyet hissetmediğim yerlerden gitmek.
Çünkü yetişkin olmak, sadece fatura ödemek ve duygularımı bastırmak değil.
Yetişkin olmak bazen kahkaha, bazen hayal kırıklığı, bazen de “bu olanlar normal değil” diyebilme cesareti.
Öfkeyi, korkuyu, üzüntüyü sahiplenebilmek.
Büyümek, dünyaya alışmak değil.
Büyümek, bazı şeyleri daha net görebilmekse eğer, o zaman sesimizin de daha gür çıkması gerekmez mi? “Uslu ol”mak yerine gördüklerimiz hakkında konuşmamız gerekmez mi?
Bir yetişkin olarak almamız gereken sorumluluklardan, belki de en önemlilerinden biri bu değil mi?
İçimdeki Yetişkine Alan Açmak
İçimdeki çocuk biraz bekleyebilir.
Ben bugün içimdeki yetişkine alan açıyorum. Yorgun, kırgın, bastırılmış tüm yönlerime. Suskun kalmak zorunda bırakıldığım tüm zamanlara.
İçimdeki yetişkine alan açmak, yorgunluğumu kabul etmekle başlıyor. Ona izin vermek, sesini duyup ihtiyaçlarını fark etmekle…
Kendime bu alanı açtıkça, dışarıdaki karmaşayla baş etmek daha mümkün hale geliyor.
Bugün, içimdeki yetişkinle göz göze geliyorum. Onu susturmadan, kırmadan, anladığım bir yerde buluşuyorum.
Çünkü iyi oluş dediğimiz şey sadece içe dönerek değil, bazen dışarıya ses vererek, “bu bana ağır geliyor” diyerek başlıyor.
Bana ağır gelenleri değil, bunların bana ağır geliyor olmasını normalleştirmeliyim asıl.
Başa çıkma becerilerimle değil de, başa çıkılması güç bir dünyayla sorunum olabileceğini göz önünde bulundurmam gerekiyor.