“Eskiden ağlardım, şimdi sadece boş boş bakıyorum.”
“Bir şey olması gerekmiyor, içimde hiçbir şey kalmadı.”
“Seviniyor muyum, üzülüyor muyum, ben de bilmiyorum artık.”
Danışanlarımdan en sık duyduğum cümleler arasında yer alan bu ifadeler, modern zamanın görünmeyen psikolojik sorunlarından biri olan duygusal donukluğun kapılarını aralıyor. Kişi bazen açıkça acı çekmediği, hatta dışarıdan “iyi göründüğü” hâlde iç dünyasında derin bir hissizlik yaşayabilir. Duyguların kaybolduğu ya da hissedilmez hâle geldiği bu durum, psikolojik sağlığın sessiz alarmıdır. Ancak çoğu zaman fark edilmez, dile getirilmez ve bir sorun olarak görülmez. Oysa hissetmemek, hissetmekten daha ağır bir yüktür.
Duygusal Donukluk Nedir?
Duygusal donukluk (emotional numbness), kişinin duygularına ulaşamaması, onları tanımlayamaması ya da yaşayamaması durumudur. Bu hâl, yalnızca travma sonrası ortaya çıkan geçici bir durum değil, kronikleşebilen ve kişinin benlik algısını kökten sarsan bir psikolojik savunma mekanizmasıdır. Özellikle travmalar, yoğun stres, tükenmişlik, depresyon ve bazı kişilik yapılanmaları bu hissizliğin temelinde yer alabilir. Kişi zamanla, olumlu ya da olumsuz fark etmeksizin hiçbir duygusal uyarana tepki vermemeye başlar. En sevdiği müzik bile bir anlam ifade etmez; doğa, insanlar, kahkahalar, dokunuşlar… Hepsi silikleşir.
Beynin duygusal merkezleriyle ilgili yapılan nörobilimsel çalışmalar, duygusal donukluğun nörolojik bir karşılığı olduğunu da göstermektedir. Özellikle amigdala ve ön singulat korteksin duygusal işlemleme kapasitesindeki azalma, bu durumu tetikleyebilir. Depresyon tanısı alan bireylerde yapılan fonksiyonel beyin görüntüleme çalışmalarında (Mayberg et al., 1999), bu bölgelerin aktivitesinde belirgin düşüşler saptanmıştır. Ancak bu sadece biyolojik değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal bir meseledir.
Çünkü duygular yalnızca beyin kimyasallarıyla değil, aynı zamanda deneyimler, ilişkiler ve anlamlarla şekillenir. Kişi duygularını bir tehdit olarak algıladığında, beyin onları bastırma yönünde savunma geliştirir. Bu, özellikle çocukluk döneminde duygularına güvenilmeyen, “abartıyorsun” ya da “güçlü olmalısın” şeklinde büyütülen bireylerde daha sık görülür. Zamanla kişi duygusal bir buzdağının içine hapsolur. Sadece olumsuz duygular değil, olumlu olanlar da hissetmek açısından hissedilmez olur. Hatta kimi zaman, duygusuzluk bir üstünlük gibi sunulur: “Ben hiçbir şey hissetmem, çok güçlüyüm.” Oysa bu bir güç değil, derin bir kopuştur.
Duygusal Donukluk ve İçsel Boşluk
Duygusal donukluk yaşayan bireylerin en belirgin ortak özelliği, içsel boşluk hissidir. Bu boşluk, kelimelere dökülemez. Bir şeyin eksikliği değildir bu; hiçbir şeyin hissedilmemesinin ağırlığıdır. Kimi zaman kişi, kendini kendi bedenine yabancı hisseder. Bir nevi otomatik pilotta yaşar. Yaptıkları rutinleşir, ama anlamdan uzaklaşır. Sabah uyanmak, işe gitmek, konuşmak… Bunların her biri yapılır, ama yaşanmaz. Ve bu durum, kişiyi yalnızca yalnızlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda varoluşsal bir sorgulamaya da iter: “Ben ne yaşıyorum?” değil, “Ben bir şey yaşıyor muyum?”
Psikoterapötik süreçte bu kişilere “Ne hissediyorsun?” sorusu yöneltildiğinde çoğu zaman şu cevap gelir: “Bilmiyorum.” Bu cevap, bir ilgisizlik değil, bir kopuştur. Çünkü kişi artık duygularıyla bağlantı kuramamaktadır. Bu noktada terapötik süreç, yeniden bağ kurma yolculuğudur. Ancak bu, bir duyguya zorla ulaşmak değil; duygulara güvenmeyi yeniden inşa etmektir. Çünkü duygusal donukluk çoğu zaman zihnin, geçmişte hissettiklerinden dolayı acı çekmesini engellemek için geliştirdiği bir savunmadır. Bu nedenle hissetmeme hâli, bazen bilinçdışı bir korunma çabasıdır.
Klinik gözlemlerim, duygusal donukluğun özellikle bastırılmış öfke, yas tutulmamış kayıplar, uzun süreli ihmal ve değersizlik hissiyle ilişkili olduğunu göstermektedir. Bu bireyler, sıklıkla çevrelerine karşı fazla uyumlu, sessiz, sorunsuz görünebilir. Ancak içlerinde yaşanan duygu felci, onları ruhsal olarak izole eder. Bu da zamanla ilişkilerde uzaklaşmaya, içe kapanmaya ve hatta psikolojik tükenmeye neden olabilir.
Duyguları Yeniden Hissedebilmek
Çözüm sürecinde duygulara alan açmak en temel adımdır. Duygular, doğru ya da yanlış değildir. Onlar sadece vardır. Hissetmek, yaşamın bir parçasıdır ve bu, her zaman keyifli olmak zorunda değildir. Ancak hissetmek, insanın kendisiyle temas kurduğu yerdir. Bu nedenle duygusal donukluk yaşayan bireylerde, yeniden hissedebilmek için yargısız kabul, bedenle temas, küçük ama samimi deneyimler ve duygulara dair farkındalık çalışmaları büyük önem taşır. Bazı durumlarda travma temelli yaklaşımlar (EMDR gibi) veya beden odaklı terapiler (Somatik Deneyimleme gibi) oldukça etkili sonuçlar verebilmektedir.
Unutulmamalıdır ki, duygusal donukluk bir “bozukluk” değil, bir alarmdır. Bu alarm, kişinin kendi iç dünyasından, ihtiyaçlarından ve öz benliğinden uzaklaştığını haber verir. O yüzden bu durum küçümsenmemeli, sadece işlevselliğe bakılarak göz ardı edilmemelidir. Çünkü kişi hâlâ işe gidiyor olabilir, konuşuyor olabilir, gülüyor olabilir… Ama bu, yaşadığı anlamına gelmez. Yaşam, yalnızca var olmak değil, hissetmektir.
Kimi zaman en büyük acı, hissedilen değil, hissedilemeyen acıdır. Ve bu acı, kişiyi sessizce tüketir. Bu nedenle “hiçbir şey hissetmiyorum” diyen birinin gözlerinin içine dikkatlice bakmak gerekir. Orada kelimelerle anlatılmayan, ama derinlerde biriken koca bir dünya olabilir. Ve belki de o dünyanın en büyük ihtiyacı, yeniden hissetebilmek için güvenli bir alana sahip olmaktır. Duygular, bastırıldıkça değil, tanındıkça anlam kazanır. Ve hissetmeye yeniden başlamak, yaşamın yeniden başladığı yerdir.
KAYNAKÇA
Aron, E. N., & Aron, A. (1997). Sensory-processing sensitivity and its relation to introversion and emotionality. Journal of Personality and Social Psychology, 73(2), 345–368.
Figley, C. R. (1995). Compassion fatigue: Coping with secondary traumatic stress disorder in those who treat the traumatized. Brunner/Mazel.
Mayberg, H. S., Liotti, M., Brannan, S. K., McGinnis, S., Mahurin, R. K., Jerabek, P. A., … & Fox, P. T. (1999). Reciprocal limbic-cortical function and negative mood: Converging PET findings in depression and normal sadness. American Journal of Psychiatry, 156(5), 675–682.
Neff, K. D. (2003). Self-compassion: An alternative conceptualization of a healthy attitude toward oneself. Self and Identity, 2(2), 85–101.