Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Bazen Sevgi Değil, Alışkanlık Terk Edilmekten Daha Çok Acıtır

İlişkiler sona erdiğinde hissedilen acının kaynağı her zaman büyük bir aşka dair değildir.
Bazen acıtan, biten sevgi değil; devam etmeye alıştığımız bir düzenin dağılmasıdır. Psikoloji literatüründe, alışkanlıkların insan davranışı üzerindeki belirleyiciliği uzun yıllardır araştırma konusudur. Özellikle bağlanma biçimleri, belirsizlikle baş etme mekanizmaları ve bireysel kimlik gelişimi üzerinde güçlü etkiler yarattığı bilinmektedir. Sevdiğimizi düşündüğümüz birçok ilişkide aslında sadece tanıdık gelen bir düzeni yaşatıyor olabiliriz.

Alışkanlıkla Bağlanmak: Beynin Konfor Alanı

İnsan beyni, tekrar eden davranışları ödül olarak görür ve bu davranışları korumaya yönelik eğilim geliştirir. Dopaminin yalnızca haz değil, beklenti ve tahminle de ilişkili olduğu bilinmektedir.

Bu durum ilişkiler için de geçerlidir. Her sabah yazılan bir “günaydın” mesajı, birlikte izlenen diziler, paylaşılan rutinler… Zamanla bir kişiye değil, o kişiyle bağlantılı olan alışkanlık zincirine bağlanırız. Bağ kurduğumuz insanın kim olduğu kadar, onunla neyi tekrar ettiğimiz de önem kazanır.

Bu nedenle duygusal bağlılıkla alışkanlık temelli bağlılık arasındaki fark zamanla bulanıklaşabilir. Bazı insanlar ilişkilerde duygusal olarak tükenmiş hissetse de, tanıdık gelen o yapıyı korumakta direnç gösterir. Çünkü sevgi gitmiş olabilir ama belirsizliğe karşı duyulan korku yerini korur. Beyin, tanıdık olanı güvenli sayar; duygusal tatmin sağlanmasa bile alışılmış olanı sürdürmeye eğilimlidir.

Terk Edilmenin Ardındaki Gerçek Acı

Terk edilmek, yalnızca bir bireyin hayatımızdan çıkması değildir. Aynı zamanda onunla birlikte tanımladığımız kimliğimizin, günlük rutinlerimizin ve geleceğe dair beklentilerimizin de sarsılması anlamına gelir.

Bu yüzden bir ayrılık, sadece bir ilişkinin değil, bir yaşam biçiminin bitmesi olarak algılanır. Zihinsel olarak düzen bozulur, kimlik parçaları çözülmeye başlar.

Çocuklukta güvenli bağlanma geliştirememiş bireylerde bu süreç çok daha sancılı ilerler. Çünkü partnerin ayrılığı, geçmişte hissedilen reddedilme, terk edilme ya da değersizlik duygularını da beraberinde getirir. Partnerin yokluğu bir tetikleyiciye dönüşür ve birey aslında bugünden çok geçmişin acısıyla yüzleşir. Bu nedenle kişi, karşısındaki kişiden çok kendi içsel yaralarıyla baş etmeye çalışır.

Psikolojik Dayanıklılığın Sınandığı Nokta

İlişki sona erdiğinde yaşanan boşluk hissi, bireyin psikolojik dayanıklılığıyla yakından ilişkilidir. Bu boşluk bazen varoluşsal bir krize dönüşebilir. Çünkü bir ilişki sadece geçirilen zamandan ibaret değildir; aynı zamanda kişinin kendisini tanımladığı bir aynadır.

Bu aynanın kırılmasıyla birlikte kişi “Ben şimdi kimim?” sorusuyla karşı karşıya kalır. Bazı insanlar ayrılıktan sonra partneriyle zihinsel diyaloglarını sürdürür; gün içinde onunla konuşur gibi içinden geçenleri paylaşır, sosyal medyada ne yaptığını takip eder, mesaj geçmişlerini tekrar tekrar okur. Bu davranışlar aslında alışkanlığın hâlâ sürdüğünü gösterir.

Partner yoktur ama zihin, ilişkiyi yaşamaya devam eder. Bu da iyileşme sürecini geciktirir.

Sevgi mi, Alışkanlık mı?

İlişkiye yüklenen anlamı sorgulamak, bu süreçte atılacak en sağlıklı adımdır. Gerçekten sevdiğimiz biri mi gitmiştir, yoksa sadece alışkanlık ve güvende hissettiğimiz bir yapı mı yıkılmıştır?

Terapötik süreçlerde bu soruya verilen cevaplar, bireyin içgörü kazanmasında önemli rol oynar. Ayrılığın ardından yaşanan duygulara izin vermek ve yas sürecini inkâr etmeden yaşamak da oldukça değerlidir. Çünkü duygular bastırıldıkça, geçmiş ilişki bitse bile içsel bağ sürdürülebilir.

Bir şeyin bittiğini kabul etmek, onunla vedalaşmanın ve yeniye yer açmanın ilk adımıdır. Kimi zaman özsaygı ve özşefkat, alışkanlığı kırmak için en güçlü kaynaklara dönüşür. Kendine “Ben buna layık mıyım?” sorusunu sormaya başladığında, artık ilişkinin değil kendi içsel sürecinin merkezine geçersin.

Ve bu merkezlenme hali, en büyük iyileşmeyi beraberinde getirir.

Pek çok kişi ilişkiler bittikten sonra yalnızca karşı tarafı kaybettiğini zanneder. Oysa kaybedilen çoğu zaman kendiyle kurduğu bağdır. Bu fark edildiğinde gerçek iyileşme başlar.

İlişkinin ardından yeniden kurulan hayat, aslında bir başkasının değil, bireyin kendi içsel yolculuğunun göstergesidir. Yeni bir ilişkiye adım atmadan önce kendinle yeniden buluşmak en derin ihtiyaçtır. Çünkü başkasına tutulmadan önce insanın kendini tutabilmesi gerekir.

Ve en önemlisi: Acının geldiği yer bazen kaybedilen bir sevgili değil, yıllarca kendimizi o ilişkinin içinde tanımlama biçimimizdir. O tanım yıkıldığında beraberinde eski “ben” de çöker. Ama tam da orada, yepyeni bir sen filizlenir.

Kendinle yeniden tanışmak, kaybın ardından en kıymetli kazanç olabilir. Çünkü bazı bitişler, aslında kendine dönüş yollarıdır.

Damla Dilber
Damla Dilber
Lisans eğitimini psikoloji üzerine tamamlayan Damla Dilber, insan zihnini anlamaya olan ilgisini yalnızca terapi odasıyla sınırlamayıp, farklı alanlarda da paylaşmayı amaçlayan bir psikologdur. Psikolojinin derinliği ve insan ruhunun gizemi üzerine bir dönem yerel bir gazetede yazısı yayımlanmıştır. Ruhun, bilinmeyen yönlerini keşfetmeye dair farkındalık oluşturmayı hedeflemiştir. Eğitim sürecinde çeşitli psikoloji topluluklarında aktif rol almış, farklı kurumlarda yaptığı çalışmalar, staj deneyimleri sayesinde çeşitli danışan profilleri üzerine deneyim kazanmıştır. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ve Sema Terapi ekollerini temel alarak bireysel terapi, çift terapisi, cinsel terapi, çocuk&ergen psikolojisi alanlarında aktif olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Psikolojiyi yalnızca bir meslek değil, bireyin kendini tanıma ve içsel dengelerini bulma sürecinde güçlü bir rehber olarak gören Dilber, danışanlarının bu yolculukta kendilerini keşfetmelerine eşlik etmeye devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar