Annelik bir devrimdir. Sadece hayatınızda değil, bedeninizde, ruhunuzda, kimliğinizde, zaman algınızda, uykunuzda, hatta yemek yeme biçiminizde bile. Bebek doğar ama o an sadece bir bebek doğmaz; yepyeni bir anne de doğar. Ve bu doğumdan itibaren anne hep veren taraftadır. Besleyen, taşıyan, emziren, susturan, büyüten, düzenleyen… Yani bakım veren.
Ama çoğu zaman unutulan şudur: Bakım verenin de bakıma ihtiyacı vardır. Hem de sandığımızdan çok daha fazla.
Annelik ve Duygusal Görünmezlik
Yeni doğan bir bebek herkesin odağı olur. Ziyaretçiler önce bebeği sever, sonra “Anneye emiyor mu, sütün var mı?” diye sorular sorar. Peki, anne? Onun ne hissettiği, ne yaşadığı, uykusuzluğu, ağrısı, gözyaşı, korkusu, kaygısı, yalnızlığı? Çoğu zaman fark edilmez. Annelik, psikolojide hem en güçlü rollerden biri olarak tanımlanır hem de en riskli olanlardan biri. Çünkü içinde derin bir kimlik dönüşümünü barındırır. Kadın artık sadece “kadın” değil; aynı zamanda “anne”dir. Ama toplum ve bazen de kadınların kendisi, bu yeni kimliğin diğer tüm yönleri silmesine izin verir. Bir anne, artık sadece çocuk için vardır. Ve hep güçlü olmak zorundadır. Zayıflık gösteremez. Yardım isteyemez. Sessizce tükenir.
Psikolojik Arka Plan: Caregiver Burnout (Bakım Veren Tükenmişliği)
Psikolojide bu tabloya bir isim verilir: Caregiver Burnout. Yani “bakım verenin tükenmişliği.” Genellikle yaşlıya, hastaya ya da engelli bireylere bakım veren kişilerle ilişkilendirilse de anneler bu tanımın en görünmeyen yüzüdür. Çünkü anne yalnızca fiziksel olarak değil, duygusal ve zihinsel olarak da 24 saat nöbettedir. Bebeği ağladığında uyanan sadece kulakları değildir. Tüm sinir sistemi alarma geçer. Bebeğinin üşüyüp üşümediğini hisseden, acıktığını fark eden, düşmeden önce koşan, uyanmadan önce uyanan… Yani sürekli tetikte olan.
Bu hâl, sürekli bir duyusal yüklenme ve sonunda tükenme yaratır. Bir annenin kendine zaman ayırması “bencillik” olarak yorumlanırken, çocuğu için kendini harap etmesi “annelik başarısı” gibi sunulur.
Oysa iyi bir anne olmak, kendini unutmak değil, kendini de gözeterek annelik yapabilmektir. Çünkü kendi ihtiyaçlarını görmezden gelen bir annenin, bir süre sonra çocuğunun duygusal ihtiyaçlarını da sağlıklı karşılaması güçleşir.
Kendine Bakım: Lüks Değil, Zorunluluk
Bir annenin kendine bakım vermesi, onun ruhsal hijyenidir.
Bu bakım büyük şeyler olmak zorunda değil.
Bazı günlerde sadece 10 dakika boyunca sıcak bir kahve içebilmek…
Bazı günler sessizce yürümek ya da duygularını yazmak.
Bazen de sadece bir “Ben iyi değilim” diyebilmek.
Bakım vermek sadece çocuklara, eşe ya da eve yönelik değildir.
Kendimize yönelttiğimiz şefkat de bir bakımdır.
Ve bunun suçlulukla karıştırılmaması gerekir.
Psikolojik Destek Ne Zaman Gerekir?
Bir anne sürekli yorgun hissediyorsa, küçük şeylere tahammülü kalmadıysa, sık ağlıyorsa, uyuduğu hâlde dinlenemiyorsa, ve en önemlisi “ben kimim” sorusuna cevap veremeyecek noktaya geldiyse, bu artık sadece bir yorgunluk değil, psikolojik bir tükenmişlik olabilir.
Bu noktada terapi, annenin kendine yeniden alan açabilmesi için bir destek sağlar.
Duyguların ifadesi, sınır koyma becerisi, suçlulukla başa çıkma ve kimliğini yeniden tanıma süreçleri, terapiyle birlikte daha sağlıklı şekillenebilir.
Bir Annenin İyiliği, Bir Ailenin Dengesidir
Unutmayalım ki; bir annenin tükenmişliği sadece onu değil, evi, çocuğu ve ilişkiyi de etkiler.
Tam tersi de geçerlidir. Bir annenin iyi oluş hâli, çocuğa da bulaşır. Çünkü çocuk, annenin gözlerinden dünyayı öğrenir.
Annelik sadece vermek değil; kendine de dönebilme cesaretidir.
Çünkü bazen en güçlü annelik, “bugün iyi değilim” diyebilmektir.