Bağ kurmak, birine yakın hissedebilmek ya da ondan uzak durmak. Bu eylemlerin hepsi, bilinenin aksine yalnızca duygusal bir ihtiyaç değil; aynı zamanda zihnimizi de ilgilendiren bir süreçtir. Bir başkasına nasıl yaklaştığımız aslında dünyayı nasıl gördüğümüzü, gördüklerimizi zihnimize nasıl işlediğimizi de belirler.
Bağlanma teorisi uzun yıllar boyunca kalp merkezli bir kuram olarak görüldü; ebeveynlerimize bağlanış şeklimiz ve onun romantik ilişkilerimize olan etkisi çevresinde dönüp durdu. Son dönemlerde yapılan araştırmalar bu teorinin bundan daha fazlası olduğunu bize kanıtlar nitelikte.
Bunun en kolay örneğini uzakta değil, hemen kendimizde arayarak başlayabiliriz. Güvenle bağlanan bir zihin çevresine ilgi duyar ve ona merakla yaklaşır; kaygılı bağlanan bir zihinse olabilecek tehditleri arar. Kaçıngan bir zihin ise çevredeki duygusal sinyalleri bastırarak kendini korumaya çalışır; tepkisiz kalır.
Her bağlanma şekli zihnin dünyayı yorumlama biçimini yeniden şekillendirir; yalnızca duygularımız değil düşüncelerimiz de o bağın içinde olgunlaşır ve çevreye ona göre yanıtlar verir.
Bağlanmanın Zihinsel Haritası: İçsel Çalışma Modelleri
Bowlby bebeklerden yola çıkarak bağlanma kuramı üzerine yoğunlaşırken teorisinin içinde içsel çalışma modeli hazırlamış ve “zihnin bağlanma haritası” üzerine de ayrıca yoğunlaşmıştır. Bebeklerle yaptığı gözlemler sırasında zihinsel bir harita ile hareket ettiklerini fark etti. Bu harita, yani bağlanma davranış sistemi, bebeklerin etraftaki olası tehlikeleri aramalarına ve ebeveynlerinden bu doğrultuda ilgi ve koruma istemelerine sebep veriyordu.
Bağlanma şekillerinden bildiğimiz üzere ebeveynlerin çocuklarının ihtiyaçlarına yaklaşma biçimi çocukların onlarla ve sonraki kuracağı ilişkilerin temelini oluşturacaktır. Örneğin ebeveynler çocuklarının ihtiyaçlarına dair ipuçları arar ve bu ipuçlarına göre hareket ederse çocuklarının “güvenli bağlanma” stili geliştirmesi oldukça muhtemeldir. Aynı şekilde eğer ihtiyaçlara cevap verilmezse “güvensiz bağlanma” stilleri çocuğun zihnine ve kalbine yerleşecektir.
Bowlby’nin literatüre kazandırdığı “bağlanma davranış sistemi” ise bunun yalnızca duygusal bir bağ olarak görülmesinin önüne geçer. Bu sistem, eğer çocuk ebeveynleri açısından boşta bırakılır veya ilgisiz kalırsa kendisini ileride “sevilmeye değer” bir birey olarak görmeyeceğini ve davranışlarını; hatta çevreden gelen tepkileri de bunun doğrultusunda şekillendireceğini söyler.
Aynı şekilde ebeveynleri duygusal olarak destekleyici ve ihtiyaçlarını karşılayacak bireyler olan çocuklar kendilerini “bir şeylere/sevilmeye değer” kimseler olarak görmeye daha yatkın olur. Bağlanma sistemleri bu şekilde olan çocuklar çevreden gelen her bir şeye açık halde olur.
Yetişkinlikte Bağlanma: Davranış ve Düşünce Sistemleri
Bunun izlerini yalnızca çocuklukta aramak zorunda değiliz. Bağlanma stilleri ve buna bağlı gelişen davranış sistemleri yetişkinlikte de açıkça gözlemlenebilir.
Kaygılı bağlanma stiline sahip bir yetişkin buna bağlı olarak bazı davranış biçimleri geliştirecektir. Sürekli onaylanma isteği içerisinde olur ve bir yakınlık arayışı içine girerler; fakat terk edilmekten ve bağlanmaktan da oldukça korkarlar.
Kaçıngan bağlanan bir bireyin zihninde kabul edilmeme korkusu ve kalbinin sürekli olarak kırılacağı beklentisi vardır. Bu da onları davranış olarak duygusal bağlılıktan kaçınacak hareketler yapmaya iter. “Şu an ilişki düşünecek değilim, zaten herkes bir gün gider, yalnız kalmaya alışkınım.” gibi cümleler kuran kişiler genellikle kaçıngan bağlanma stiline sahiptir.
Bağlanmanın Bilişsel Etkileri: Hafıza, Dikkat, Önyargı
Şu zamana kadar söz ettiğimiz bileşenler dışında bağlanma biçimleri aynı zamanda bireylerin hangi bilgilere dikkat ettiğini ve hangi anıları hatırlamak için seçtiğini de etkiler.
Zihinsel çalışma modelleri “bilişsel harita” olarak davranırken dikkatle gelen önyargılar bu haritanın çevredeki hangi detayları öne çıkaracağını, bireyin nelere dikkat edeceğini belirler.
Kısaca diyebiliriz ki her bağlanma şekli algılama biçimimizden hafızamıza kadar uzanan geniş bir bilgi işleme zinciridir.
Bilgi işleme süreci üç aşamadan oluşur:
Kaydetmek, depolamak ve gerektiğinde hatırlamak.
Bağlanma stilleri ise dikkat yönelimi sayesinde bu sürecin özellikle üçüncü aşamasına doğrudan müdahale eder. Bu sebeple aynı olaya şahit olan iki farklı kişi bağlanma şekillerinin farklılıkları sebebiyle bunu tamamen farklı şekilde hatırlayabilir.
Kaygılı bağlanan birisinin zihni kayıp, ayrılık gibi tehdit içeren konularda duygusal olarak fazla kodlanır. Buna amigdala aktivasyonu adı verilir. Bu bireylerin zihni duygusal olayları daha fazla detaylı hatırlar ve bu anları tekrar tekrar düşünür. Partnerlerinin cevaplarını veya hareketlerini çok fazla gözlemleyen kişiler “Benden soğumaya başladı, beni artık istemiyor mu?” diye düşünür. Bu düşünceler gerçeklik taşımıyor olsa bile konulduğu anlamlar yüzünden hafızada normalde olduğundan daha yoğun duygusal izler bırakır.
Kaçıngan bağlanan bireyler ise olayları ya hiç hatırlamaz ya da o anlara duygu yüklemezler. Anılar içindeki ses tonu veya yüz ifadesi gibi duygusal detaylar silik hatırlanır.
Mesela bir tartışma sonrasında ne hissettiğinizi soran kişiye “Bir şey hissetmedim, bende hiçbir değişiklik olmadı.” diyorsanız ve sonrasında gerginliğiniz, kalp atış hızınızdaki değişiklikler gibi stres tepkileri hala devam ediyorsa bu, anılarınızı bilinçli belleğe kısıtlı erişim sağladığınızı ve bilişsel bir savunma içinde olduğunuzu gösterir.
Güvenli bağlanan bireylerin zihni ise çevreden gelen tepkileri, yaşadıkları anları tehdit gibi görmez ve onları olduğu gibi anımsamayı tercih eder. Hafızaları duygusal ve bilişsel açıdan beraber çalışır ve bütünlük içindedir. Genelde “deneyimlerinden öğrenme” eğilimi taşırlar.
Sonuç: Bağlanma, Zihnin Dünyayı Görme Biçimidir
Sonuç olarak her bağlanma stili düşüncelerimizin temposunu ve ona bağlı hareketlerimizin ritmini belirler.
Bağlanma eylemi insanın yalnızca zihninde yarattığı soyut bir kavramdan çok daha fazlasıdır.
Gözlerimizin gördüğünü zihnimizin bize nasıl anlattığı, onu nasıl anlamlandırdığımız ve hafızamızın da bir haritası aynı zamanda.
Her bebeğin erken dönemde edindiği korku ve güven duyguları, yıllar sonra onun bu bilgileri nasıl işleyeceğine; gününü anlatırken hangi ayrıntılara odaklanacağına kadar uzanır.
Bu nedenle bağlanmayı anlamak yalnızca duyguların değil, düşünmenin de köklerine inmektir.
Kurulan her bağ, insanın dünyayı ilk kavradığı yerden konuşur bize; hatırlamayı, anlamayı ve sevmeyi aynı anda öğretir.
Belki de zihinlerimiz sevmenin en eski yolunu hâlâ hatırladığı için bağ kurmadan hareket edemiyoruz.
Kaynakça
Bowlby, J. (1969/1982). Attachment and Loss: Vol. 1. Attachment. New York: Basic Books.
Mikulincer, M., & Shaver, P. R. (2007). Attachment in Adulthood: Structure, Dynamics, and Change. New York: Guilford Press.
Fraley, R. C., Garner, J. P., & Shaver, P. R. (2000). Adult attachment and memory for emotional information. Journal of Personality and Social Psychology, 78(2), 350–365.
Fraley, R. C., Fazzari, D. A., Bonanno, G. A., & Dekel, S. (2006). Attachment and memory suppression: A study of cognitive inhibition. Journal of Personality and Social Psychology, 91(5), 524–539.
Mikulincer, M., Shaver, P. R., & Pereg, D. (2003). Attachment theory and affect regulation: The dynamics, development, and cognitive consequences. Motivation and Emotion, 27(2), 77–102.
Sümer, N., & Güngör, D. (1999). Yetişkin bağlanma stillerinin Türk örnekleminde ölçümü ve psikometrik özellikleri. Türk Psikoloji Dergisi, 14(44), 71–106.


