Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Aşkın Kimyası: Beynimiz Âşık Olunca Ne Yaşıyor?

Binlerce yıldır şairlerin dizelerinde, filozofların düşüncelerinde yer bulan aşk… Kimi zaman ruhani bir yükseliş, kimi zaman kontrol edilemez bir tutku olarak tanımlanan bu evrensel duygu, sadece kalbimizin bir oyunu mu? Yoksa beynimizin derinliklerinde saklı, karmaşık bir kimyasal senfoni mi? Nörobilim sayesinde artık biliyoruz ki, aşk sadece romantik filmlerin konusu değil; aynı zamanda beynimizde gerçekleşen somut, ölçülebilir biyokimyasal süreçlerin bir sonucu.

Bu yazımızda, aşkın sadece kalbimizi değil, beynimizi de nasıl ele geçirdiğini, tutkudan bağlılığa giden o büyülü yolculuğun nörobiyolojik şifrelerini çözmeye çalışacağız. Âşık olduğumuzda beynimizde hangi hormonlar salgılanıyor, hangi bölgeler ışıl ışıl parlıyor ve tüm bunlar davranışlarımıza nasıl yansıyor, gelin yakından inceleyelim.

Aşkın Evreleri ve Beyindeki Etkileri

Aşk, nörobilimsel olarak genellikle üç ana evrede incelenir ve her evrenin kendine özgü bir kimyasal ve nöral imzası bulunur.

1. Tutku Evresi: İlkel Çekimin Kıvılcımı

İlişkinin en başlangıcındaki bu evre, genellikle fiziksel çekimin ve cinsel arzunun ön planda olduğu, adeta ilkel bir dürtüyle karakterize edilir. Bu evrede beynimizdeki hipotalamus bölgesi aktif rol oynar. Hipotalamus, hayatta kalma ve üreme gibi temel dürtülerimizi yöneten bir merkezdir.

Kimyasal olarak ise hem erkeklerde hem de kadınlarda salgılanan testosteron ve kadınlarda etkili olan östrojen gibi cinsel hormonlar bu evredeki fiziksel çekimi körükler. Bu hormonların etkisiyle partnerle fiziksel yakınlık kurma isteği yoğunlaşır ve içgüdüsel bir arzu ortaya çıkar.

2. Romantik Aşk Evresi: Kimyasal Bir Sarhoşluk

“Âşık olmak” diye tabir ettiğimiz, dünyanın tozpembe göründüğü, kalbimizin küt küt attığı, uykuların kaçtığı o büyüleyici evre, tam da burası. Bu dönem, beynimizdeki bir “kimyasal kokteyl”in eseridir:

  • Dopamin: Beynimizin ödül ve motivasyon sisteminin anahtar oyuncusudur. Partnerimizle birlikteyken veya onu düşündüğümüzde ventral tegmental alan (VTA) ve nükleus akkumbens gibi ödül merkezlerimizden yüksek miktarda dopamin salgılanır. Bu durum, bize yoğun bir eufori, enerji artışı, odaklanma ve mutluluk hissi verir. Âşık olduğumuzda dünyalar bize gülüyor, enerjimiz tavan yapıyor ve her şey çok daha anlamlı geliyor.
  • Norepinefrin (Noradrenalin): Vücudun “savaş ya da kaç” tepkisini tetikleyen bu nörotransmitter, aşkın getirdiği fiziksel semptomlardan sorumludur. Kalp atışının hızlanması, avuç içlerinin terlemesi, uykusuzluk ve iştahsızlık gibi belirtiler bu kimyasalın eseridir. Âşık olmanın verdiği o “heyecan” ve “uçma” hissi norepinefrin sayesinde yaşanır.
  • Serotonin: Genellikle ruh hali düzenlemesiyle ilişkilidir. Romantik aşkın başlangıcında serotonin seviyelerinde düşüş gözlemlenir. Bu düşüş, partneri sürekli düşünme, onlara takıntılı hale gelme ve diğer şeylerden uzaklaşma eğilimine katkıda bulunabilir. Bu durum, obsesif-kompulsif bozukluktaki (OKB) serotonin seviyesi düşüşüne benzerlik gösterir ve aşkta neden gözümüzün başka kimseyi görmediğini açıklar.

Bu evrede ayrıca, mantıklı karar verme ve eleştirel düşünmeyle ilgili olan prefrontal korteksin aktivitesinde azalma gözlemlenir. İşte bu yüzden âşıkken partnerimizin kusurlarını görmezden gelebiliyor veya mantıksız kararlar alabiliyoruz. Korku ve tehdit algısını yöneten amigdala aktivitesindeki azalma ise partnerle birlikteyken kendimizi daha güvende ve daha az kaygılı hissetmemize yol açar.

3. Bağlanma Evresi: Huzur ve Güvenin Sığınağı

İlişki derinleştikçe ve romantik aşkın yoğun fırtınası dindikçe, yerini daha sakin, güvene dayalı ve huzurlu bir bağlılık evresine bırakır. Bu evre, uzun süreli ilişkilerin ve derin sevginin temelini oluşturur.

Burada iki ana hormon devreye girer:

  • Oksitosin: Halk arasında “sarılma hormonu” veya “aşk hormonu” olarak bilinir. Özellikle fiziksel temas, dokunma, sarılma ve cinsel ilişki sırasında salgılanır. Oksitosin, güven, şefkat, empati, sosyal bağlanma ve sadakat duygularını pekiştirir. Annelik bağı ve doğumda da önemli bir rol oynar. Partnerimizle derin bir bağ kurmamızı, kendimizi güvende ve huzurlu hissetmemizi sağlar.
  • Vazopressin: Özellikle erkeklerde uzun süreli bağlanma, tekeşlilik ve partneri koruma içgüdüsüyle ilişkilidir. Güçlü ve kalıcı ilişkilerin sürdürülmesinde önemli bir rol oynar.

Bu evrede beynin ödül merkezleri hala aktif olsa da, dopaminin patlayıcı etkisi azalmış, daha istikrarlı bir ödül sistemi oluşmuştur. Prefrontal korteks gibi karar verme ve planlama bölgeleri ise daha dengeli bir aktivite gösterir. Davranışsal olarak güven, rahatlık, derin bir şefkat, partnerle uzun vadeli planlar yapma isteği ve karşılıklı destek ön plana çıkar.

Aşkın Gölge Yüzü: Ayrılık ve Beynin Acısı

Aşkın bu büyüleyici yolculuğunun bir de gölge yüzü var: ayrılık. Aşkın dopamin bazlı ödül sistemi nedeniyle bir tür bağımlılık gibi işlediğini artık biliyoruz. Bu yüzden partnerin yokluğu, uyuşturucu bağımlılarındaki yoksunluk belirtilerine benzer etkiler yaratabilir. Ayrılık sırasında beynin fiziksel acıyla ilişkili bölgeleri (anterior singulat korteks, insula) aktive olur. Bu nedenle ayrılık acısı, bazen içimizde hissettiğimiz o derin boşluk gibi, fiziksel bir ağrı olarak da hissedilebilir. Dopamin seviyelerindeki ani düşüş; motivasyon kaybı, depresif bir ruh hali ve yoğun bir boşluk hissi yaratır. Ancak beynimiz, bu duruma zamanla adapte olma yeteneğine sahiptir. Ödül sistemi yeniden dengelenir ve kişi yavaş yavaş toparlanma sürecine girer, her ne kadar bu sürecin süresi kişiden kişiye değişse de.

Sonuç: Beynin Büyülü Senfonisi

Aşk, sadece şairlerin dizelerinde ya da romantik filmlerde değil, beynimizin derinliklerinde, karmaşık bir kimyasal ve nöral dans olarak yaşanıyor. Tutkunun getirdiği kimyasal fırtınadan, bağlılığın getirdiği huzurlu limana kadar her evrenin kendine özgü bir bilimsel imzası var. Nörobilim, aşkın evrensel ve gizemli doğasına ışık tutarken, bu güçlü duygunun sadece bir duygu olmadığını, aynı zamanda biyolojik bir ihtiyacımız ve hayatta kalma mekanizmamızın bir parçası olduğunu gösteriyor. Belki de aşkın sihri, beynimizin bize sunduğu bu karmaşık ve büyüleyici kimyasal senfonide gizlidir; kalbimizin ritmini, beyinmizin bilimiyle birleştiren ebedi bir melodi.

Kaynakça

Miray Ergün
Miray Ergün
Miray Ergün 2019 senesinde İstanbul Haliç Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Psikoloji bölümüne girmiş ve 2023 senesinde lisans programını tamamlamıştır. Lisans eğitimi boyunca Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde ve birçok özel klinikte stajyer psikolog olarak görev almıştır. Yaptığı stajlarda; seans görüşmelerini izleyebilme, vizitlere katılabilme, hastalarla birebir iletişim kurup gözlem yapabilme ve uygulanan testleri gözlemleyebilme becerisi kazanmıştır. Çeşitli gönüllük programlarında çalışma fırsatı bulmuştur, bunlar; Haliç Nar Harekatı Projesi, Lösev, Sosyalben Vakfı The Voice İn Me projesi, Genç Yeryüzü Doktorları Malatya Çadırkent Psikolojik Destek gönüllüsü olarak görev almıştır. Türk Psikologlar Derneği üyesidir. Malatya'da yüz yüze ve online olarak çocuk, ergen ve yetişkin psikoterapisi yapmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar